İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Köşe yazarlardan yorumlar 9 Şubat

Prof. Dr. MAHİR AYDIN Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sinop Eğitim Fakültesi Dekanı
– ‘Ermenileri Kullanmayın’  – Cumhuriyet

Sözde soykırım tasarısı, Ermenilere destek olsun diye mi kabul edildi, yoksa Ermenilerin üzerinden Fransa’ya puan toplamak için mi? 

Avrupa devletleri, Sovyetler Birliği’nin 1991’de çöküşünden sonra, yadırganacak bir tutum içine girdiler. Dünyanın öbür ulusları gözünde, şimdiye dek saygın ve uygar bir imajı olan Avrupa, gerçek yüzünü daha belirgin bir biçimde ortaya koymakta ve fanatik boyutlara varan bir tutum sergilemektedir. 

Onca yıl Almanya gibi saygın bir Avrupa devletinin başbakanlığını yapmış olan Helmut Schmidt bile, ”1919’da bir Kürdistan kurmayışımız hata idi” diyebiliyor. Sormazlar mı, ”Neyinizle” diye… Tüm dünyaya ölüm, açlık, gözyaşı dolu dört uzun yıl yaşatan ve koşulları son derece ağır Versay Antlaşması’nı sineye çekmek zorunda kalan bir Almanya’nın, 80 yıllık bir aradan sonra tarihi kullanarak ”ucuz prim” yapmasını anlamak kolay olmasa gerek. 

Kuralların saygın olduğu ve kalitenin erdem sayıldığı tarihin derinliklerinde, devlet başkanlarından üç konuda bilgili olması beklenirdi: Tarih, felsefe ve yabancı dil. 

Tarih bilgisinden yoksun günümüz devlet adamlarına kısaca anımsatmak gerekir ki, ”1919 yılında Türkiye toprakları üzerinde, yalnız Kürdistan değil, Ermenistan da kurulmak istendi.” Ama kurulamadı. Çünkü, istek üzerine devlet kurulamazdı. Devletler güçle, silahla, kan, barut, gözyaşıyla kurulur ve yine öyle yıkılırlar. 

Anadolu’da, Türkiye Cumhuriyeti dışında bir yapılanmayı gerçekleştirmek isteyenler, Kurtuluş Savaşı gibi bugün içimizdeki kimi çevrelerin bile tam olarak anlayamadığı bir çetin direnişle karşılaştılar. 

Amerikan temsilcisi General Harbord bile bir Ermenistan kurmak için Anadolu’da iki buçuk ay dolaştıktan sonra Mustafa Kemal ile görüşecek, böyle bir ”ham hayal” in olası bulunmadığını görerek ülkesine dönecektir. Diğer yandan, 1880’den başlayarak 40 yıl boyunca, Anadolu’daki Ermenileri kendi çıkarları doğrultusunda kullanan İngiltere bile bu politikasından ”hiç yaşanmamış” gibi vazgeçecektir. Bilirsiniz; Lozan görüşmeleri sırasında Lord Curzon , Ermenilere değindiği için kendisine kızan İsmet Paşa’ya, ”Generalim, Ermeni sorununa bu kadarcık bir cenaze törenini çok mu görüyorsunuz” diyecek ve konuyu ”pişkinlikle” kapatacaktır. 

Yakın geçmişte sözde Ermeni soykırım tasarısına, parlamentolarında destek veren, Kanada’dan Arjantin’e, Rusya’dan Lübnan’a kadar tüm devletler, Ermenilere teşekkür borçludurlar. Çünkü onlara, dünya kamuoyuna şirin görünmek, rüştünü (yetkinliğini) kanıtlamak ve kendi ayıplarını gözlerden kaçırmak avantajını vermiştir. 

Bu imaj yaklaşımını bir yana bırakacak olursak Ermeni sorununu bir ”devlet politikası” değişmezliğine oturtan Fransa ve İngiltere gibi devletlerin de üç temel gerekçesi olduğunu görüyoruz. Onların gözünde Ermeniler: 1) Türkiye için balans ayarı, 2) Kafkasya’da köprübaşı, 3) Hıristiyanlığı kabul eden ilk ulus, olma özelliğini taşımaktadır. 

Gözlerden kaçan bir konu var ki, bunun zararını Türkiye’den daha çok, komşumuz Ermenistan çekmektedir. Neden mi? Bu konuda dünya kamuoyunu ayağa kaldıranlar, 500 bini ABD’de ve 400 bini de Fransa’da yaşayan üçüncü kuşak Ermenilerdir. Onların bu çırpınışı, içinde yaşadıkları ülkede asimile olmakla karşı karşıya kalmaktan ve unutulmak korkusundan kaynaklanmaktadır. 

Ermenistan diasporasında yaşayanlar, eğer bu ulusçu yaklaşımlarında gerçekçi iseler ”soykırım senaryoları” nı bırakıp nüfusu 3.5 milyona varamayan asıl yurtlarına dönmeleri gerekir. 

Gerçekten bir Ermeni soykırımı var mıdır? Osmanlı arşivindeki 20 yıllık çalışma sürecimde, sayısız belgeler inceledim. Yanıtım tek bir sözcük: Yoktur. Eğer böyle bir şey olsaydı, Osmanlı Devleti’nin resmi belgeleriyle kanıtlanacağı gibi, özel belgelerle de ortaya konulurdu şimdiye dek. Gerçi bu konuda ”uydurma belge” bile hazırladılar, ama o dönemin takvimindeki 13 günlük farkı düşünemediklerinden foyaları açığa çıktı. 

Artık bu konu o denli politize edilmiştir ki, o dönemi yaşayanları mezarlarından çıkarıp konuştursanız bile kimseyi inandıramazsınız. Einstein’ ın dediği gibi: ”Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, bir peşin hükmü söküp atmak, atomu parçalamaktan daha zor.” 

Yapılan şey, ”tehçir”, yani ”zorunlu göç” tür ve bu düşünce de ilk kez 1915’te değil, 1829’da gündeme gelmiştir. 

Osmanlı-Rus Savaşı’nda Erzurum’a kadar gelen Rusların, Ermenilerle işbirliği yaptığını gören dönemin Kars muhafızı, Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenlerin, ülke güvenliği açısından daha güneye alınmalarını, 1915’ten 86 yıl önce dile getirmiştir. 

Günümüzde ”soykırım günü” olarak anılan 24 Nisan 1915, bu ”zorumlu göç” ün tarihi bile değildir. Bu tarih; Anadolu topraklarında, sayısız ayaklanmayı, suikastları ve terör eylemlerini gerçekleştiren Ermeni Komita Merkezleri’nin kapatıldığı, belgelerine el konulduğu ve elebaşılarının tutuklandığı tarihtir. Onlar için en önemli olan da budur. Çünkü bu komitacıları aradan çıkardığınızda geriye, Yahudilerin ”altın çağ” yaşadıkları gibi, Anadolu Ermenisinin de Türk komşusuyla, bin yıllık geçmişe uzanan ve günümüzün, sözüm ona modern dünyasına örnek olan uyumu ortaya çıkmaktadır. Zorunlu göç uygulaması ise 26 Mayıs 1915’te yapılmış ve taşınmaz malları güvence altına alınan Doğu Anadolu Ermenileri, daha güneye yerleştirilmiştir. Bu dönemde genel nüfus 18.5 milyon, Ermenilerin sayısı 1 milyon 300 bin iken 2 milyon Ermeninin öldürüldüğü (!) savını anlamak için, art niyetli olmaktan başka seçenek kalmıyor. Savaş koşullarının zorluğu, ülkede yaşayan tüm yurttaşlar için geçerlidir. Her şeye karşın ”ölenler” e değinmek gerekirse bu, asla bir soykırım değildir. Aralarına, 40 yıla yakın bir süredir iç ve dış kaynaklı düşmanlık tohumları ekilen iki toplumun ”yeter artık” dediği yerdeki ”sivil hesaplaşma” dır. 

Murat Belge – Binyıl başında yüzyıl sonu – Radikal

Türkiye bir süreden beri Ermeni kıyımı üstüne devam eden bir olaylar
zincirinin etkisinde. Bir zaman Amerika’da Congress’in bu konuda Türkiye’yi
memnun etmeyecek bir karara ulaşıp ulaşmayacağı izlendi. Ulaşmayınca
rahatlık duyuldu. Hemen ardından Fransa’da istenmeyen o sonuç gerçekleşti
ve bunun gerginliği hâlâ sürüyor.

Osmanlı devletinin Ermeni sorunu, 19’uncu yüzyılın son yıllarında başlamış
ve 20’nci yüzyılın ilk çeyreğini oldukça dramatik denebilecek bir şekilde
doldurmuştur.

Ermeni sorunu Amerika’da ve Fransa’da, konuyu yakından izlemeyenler açısından
biraz da beklenmedik bir şekilde ortaya çıkıp buranın gündemini
belirlemeden önce, AB konusunu, bunun gereklerini, bu gerekleri yerine
getirmeyi isteyip istemediğimizi tartışıyorduk. Ama bu tartışma içinde en
dikenli, en pürüzlü, en ‘duygu – yoğun’ konu Kürtler, Kürtçe eğitim ve
yayının özgür olup olmamasıydı.

İlk bakışta belki pek benzemiyor ama dikkat ederseniz bu da Ermeni
konusuyla aynı tarihlerin (ve onunla yer yer iç içe geçen) bir sorunu: çünkü
ikisi de, 20’nci yüzyılda Birinci Dünya Savaşı’yla çağı kapanan, çokuluslu,
çokdinli, çokkültürlü imparatorluklara özgü sorunlar. ‘Çokulusluluk’
fenomeni Avrupa’nın her yerinde vardı, ama doğudaki bu çokuluslu
imparatorluklar, hele Osmanlı İmparatorluğu, Batı’daki Britanya’nın,
Fransa’nın, İspanya’nın modellerinden son derece farklıydı.

Her neyse, varmak istediğim noktaya getireyim sözü: adı geçen iki
konunun toplumun psikolojisinde, toplumun her katında yarattığı titreşimler.
20’nci yüzyılın başına özgü sorunların halen yakamızı bırakmadığını
gösteriyor.

Bu tek-taraflı bir şey olamaz. O sorunlar yakamızı bırakmıyorsa, demek
ki biz de yakamızı böyle sorunlardan kurtarmanın yolunu yordamını öğrenmemişiz.
‘Yeni yüzyıl’ ve ‘yeni binyıl’ lakırdısı belli ki birçoğumuza heyecan
veriyor -vermesi de normal. Ama geçen iki yüzyılın sonlarından ve
zihniyetinden kurtulamamış durumdayız.

Dağılan bir imparatorluğun sorunları ve korkularıyla yaşıyoruz. İnsanların
dilinden düşmeyen ‘bölünme’ lafı işte tam bu korkuların ürünü ve aynı
zamanda simgesi. Bu eski korkuları herkes aştı gitti de, bir tek biz mi kaldık?
Yoo, hayır. Dünyada hiçbir şey öyle kolay kolay aşılmaz. Her yerde
muhafazakar insanlar vardır. Onun için başka yerlerde de buna benzer sorunlar
yaşanıyor; ama bunların birçoğunda geçen iki yüzyıldan kalma olmayan
tutumlar, yaklaşımlar, çözümler oluşturmak isteyenler çoğunlukta.

Bağımsızlık istemiş azınlık olan Ermenilerden bugüne kalan sorun…
Bağımsızlık ister gibi davranan (tabii bir kısmını kastediyorum) Kürtlerin
çok daha güncel sorunu… Bunların benzeri Avrupa’da yok mu? Elbette,
hepimizin bildiği gibi, var. Her ülke bunlar karşısında, kendi tarihine göre,
bazı çözümler üretmiş veya üretmeye çalışıyor. Ama bu çabaların yanı
sıra bizzat Avrupa Birliği bir ‘çözüm’. Bir İskoç, bir İngiliz kadar
Avrupalı. Üst kimlik ‘Avrupalılık’ olacaksa, bu bir İskoç’un Birleşik
Krallık içinde İngiliz hegemonyasına duyduğu tepkiyi yumuşatıyor.
Yani, Avrupa Birliği, bu geçmişten kalma ‘bölünme’ ihtimallerini yok edecek
yönde işleyen bir oluşum. Ama Türkiye, ‘AB’ye girersek bölünürüz’
diyenlerle dolu. Geçen yüzyıllardan kalma zihniyetin tipik göstergesi de
burada. Arkaik görüşü ve korkularına o derece bağlı ki, bugünün dünyasının
ne gibi temeller üstünde kurulacağını görmesine ve anlamasına imkân yok.

Mehmet Ali Kışlalı – Fransız tutumu – Radikal

Fransa’nın sözde Ermeni soykırımı yasası hakkındaki şu değerlendirmeleri
bir okur musunuz? ‘Fransız parlamentosunun oyladığı tasarı birçok soruyu
beraberinde getiriyor.’

‘Tarih hakkında bir yasa çıkarmak, parlamentonun görevi midir? Ve tarihçilerin
hiçbir hazırlık çalışması olmadan mı yapılmalıydı?’ ‘Fransız
parlamentosunun Fransa toprakları dışında cereyan eden karmaşık bir tarihi
olay hakkında yasa çıkarması (Cezayir hakkında aynı şeyi yapmayı
reddetmesi) Fransa’nın dışardaki imajını yüceltir mi?’

‘Shoah için, Kamboçya soykırımı için veya Ruanda’daki soykırım için
benzer yasalar çıkarılmamasına karşın, neden Ermeni soykırımı için bir
yasa çıkarılsın?’ ‘Bu sorular, muhtemelen can sıkıcı ve evrensel olma
iddiasındaki Fransız dış politikasından rahatsızlık duyanlar tarafından
sorulacaktır.’

‘Bu oylama acaba Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkileri değiştirecek
mi?’ ‘Fransa’nın Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Yukarı Karadağ
sorununun çözümü için MİNSK grubuna katıldığı bir dönemde yapılan bu
oylama, Fransa’yı devre dışı bırakmayacak mı?’

‘Bu oylamada Fransız dış politikasının cemaatleştirilmesi bir sapma teşkil
ediyor. Lobilerin mahkûmu olmasından üzüntü duyduğumuz ABD’nin diplomasi
alanındaki kusurlarını -aynı yola angaje olarak eleştirebilir miyiz?’

‘Açık olalım, bu yasanın oylanmasını sağlayan Fransız parlamenterler
bu oylamayı Fransa’nın dünyadaki imajını güçlendirmek için değil, seçim
bölgelerindeki Ermeni toplumlarının baskıcı taleplerini tatmin etmek için
yaptılar.’

‘Birçok parlamenter özel konuşmalarında bu prosedürü eleştirdi ama
siyasi açıdan yanlış olacağı kaygısıyla açık olarak karşı çıkmaktan
çekindiler. Kısacası kararlı bir azınlık, büyük bir pasif çoğunluğa görüşlerini
empoze etmeyi başardı.’

‘Ermeni toplumunun örgütlenme ve kimliğini devam ettirme hakkı var da
Fransız dış politikasında bu kadar ağırlığı olabilir mi?’ ‘Fransa’nın
ulusal bir dış politikası mı olmalı, yoksa nüfusunu oluşturan toplum
gruplarının politikası mı olmalı?’

‘Politikasını Yahudi ve Arap toplumlarının ağırlığı oranında Ortadoğu’ya
mı bağlamalı? Yoksa Fransa’nın ileteceği evrensel mesajı ve tanıtacağı
değerleri var mı?’ ‘Politikasını Fransa yoksa Vietnamlı, Çinli veya Laoslu
toplumların gelecekteki ağırlıklarına mı bağlamalı?’ ‘Fransa’da yerleşik
200 bin Türk vatandaşı gelecekte birleşirler ve örgütlenirler ise bu
oylamayı tersine çevirebilirler mi?’

‘Bu oylama, evrensellik ve soykırımları olduğu gibi kınama yönünde bir
oylama değil fakat özel çıkarlara hizmet etmek için tasarlanmış bir
oylama. Fransa’nın dış politikası -şayet tüm dünyada önemli bir güç
olarak kalmak istiyorsa özel çıkarlara hizmet eden bir politika olmamalıdır.’

Yukarıdaki tırnak içine alınmış satırlar ve ifade edilen fikirler
benim değil. Fransa’nın itibarlı bir araştırma kurumu olan IRIS’in itibarlı
direktörü Pascal Boniface’ın, itibarlı bir gazete olan Le Figaro’da yayımlanan
makalesinden alındı.

Değerlendirmelerin, eleştirilerin hepsine katılmamak olanaksız. Ama
bunların oylama ardında yatan tüm sebepler olduğuna inanmak zor. Daha önce
de ifade etmiştim; olaya Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın Türkiye’ye geçen yıl
yapacağı resmi ziyaretin iptali açısından da bakmak gerek. Chirac Türkiye
ziyaretini neden iptal etti? Bu soruya verilen yanıtlar içinde en ağırlıklı
olanı şudur:

"Fransa Türkiye’den çok önemli askeri ihaleler almayı bekliyordu.
Bunlar olmayınca büyük bir düş kırıklığı yaşandı. Chirac ve Fransa hükümeti
böylece, yaklaşan belediye seçimlerinde parlamentodaki Ermeni oylarına muhtaç
olacak milletvekillerine yeşil ışık yakıldı. Chirac ve Jospin Türkiye’nin
uyarıları karşısında kılını kıpırdatma gereği duymadı."

Ankara’daki, Türk-Fransız ilişkilerini yakın geçmişte izleyen
diplomatlar, her benzer durumda önemli bir unsur olan; Ankara’daki Fransa Büyükelçiliği’nin
rolünü de ekliyorlar.
"Fransa’nın Türkiye’yi henüz iyi tanıma olanağına sahip olmamış
yeni büyükelçisinin bir değerlendirme hatası yapmış olması da
muhtemeldir. Oylamanın Türkiye’de nasıl bir tepkiye yol açacağını tahmin
edememiştir. Fransa’nın ağırlığını abartmıştır. Türkiye’nin başka
çıkarlarına daha fazla önem vereceğini sanmıştır" diyorlar.

Sedat Sertoğlu – Böyle olmaz… – Sabah

Ankara, ABD Kongresi’ne gelecek olan ve bu sefer durdurulması daha da zor görünen Ermeni tasarısına karşı neler yapılabileceğini belirlemek üzere, resmi bir heyeti Washington’a gönderiyor..
Daha başından yanlış bir iş.. Hiçbir sonuca da ulaşmaları mümkün değil..

Çünkü ABD’de bu işler, öyle, devletin resmi görevlileriyle olmaz.. Olmaz çünkü, bu işler ancak Kongre’de çözülebilir..
Onun için Kongre’nin komisyonlarını oluşturan temsilciler ile, birebir ilişki gerekiyor.. Bunu resmi görevlilerin veya göndereceğimiz milletvekillerinin filan yapması olasılığı neredeyse sıfır.. Peki ne yapılabilir?

Amerikan Kongre temsilcileri ile kimler konuşunsa etkili olursa, onların gönderilmesinin yolları aranır..
Örneğin, Ermeni Patriği.. Örneğin, Türk-Ermeni İş Konseyi temsilcileri.. Örneğin, ülkemizde yayınlanan Ermeni gazeteleri yöneticileri.. Örneğin, Jak Kamhi, Bensiyon Pinto, İshak Alaton…

Bu işler eğer olursa tabii, ancak böyle olur.. Yoksa 5 tane resmi görevli gider, güzel bir Washington tatili yapar, dönüp gelirler.. Ermeni tasarısı da Kongre’den çıkar..
Geçenlerde bir grup Amerikalı ile sohbet ediyorduk.. Biri şunu söyledi:

“Bakın, sizin ABD yönetimi ile sayısız işiniz var. Gelin bunları bir öncelik listesine göre sıralayın.. Sizin için olmazsa olmaz konularda Bush yönetimine bütün ağırlığınız ile bastırın.. Ama her konuda aynı tutumu alırsanız, sonunda işler sarpa sarabilir.. Yönetime de bir nefes alma payı bırakın.. Tencerenin kapağını aralayıp buharı dışarı çıkartabilsin ki tencere patlamasın.. Stratejik önceliklerinizi sıralayın yani.. Nedir Türkiye için hayati derecede önemli konular? Bunları bulun..”

Aklıma, bundan 6 yıl önce ABD Dışişleri Bakanlığı’nda konuştuğum bir Amerikalı diplomatın söyledikleri geldi. Diplomat şunu söylemişti:
“Sedat, bırakın bu Ermeni işini bir geçsin ve bu iş de bitsin. Bir daha da konuşulmasın.. Yoksa daha yıllarca bu sorunla yaşamak, boğuşmak, enerjinizi buna harcamak zorunda kalacaksınız..”

Ona şöyle cevap vermiştim: “Bak, biz soykırım yapmadık. Çok kötü şeyler oldu o dönemde.. Bunu kabul ediyorum.. Ama bizi soykırım yapmakla suçlama yerine, daha ılımlı bir şekilde konuya yaklaşılsa, sonuç alınabilir belki.. Bize karşı yapılabilecek bir soykırım suçlaması, hem tarihi bir hata, hem de bize karşı, en hafifi ile çok büyük bir haksızlık ve insafsızlık olur…”

Ermeni tasarısı ABD Kongresi’nden çıkarsa ne yapacağız? Ambargo mu uygulayacağız ABD’ye?
Tabii ki değil.. Böyle bir işe kalkışmak Türkiye’nin hızla tek başına kalması, 3’üncü Dünya devleti haline gelmesi demektir.. Ankara’nın bu gerçeği görmesini diliyoruz. Ama yapılanlara bakınca, fazla bir umut da beslemiyoruz maalesef..

Türkiye kendisi ile hasaplaşmadan, kendi hatalarını, bütünü ile, önce kendisi sorgulamadan, asla, ama asla birinci sınıf bir devlet haline gelemez.. Birinci sınıf ülke olunmayınca da, o devletin fertlerine de, kimse birinci sınıf olarak bakmaz..

Gerçekler acıdır değerli okuyucularımız.. Ama Türkiye, bu acı gerçekleri gören, tartışan insanlarla dolu.. Bir de Ankara gerçekleri görebilip, o doğrultuda adımlar atmaya başlasa, bizler de nefes almaya başlayabileceğiz.. 

Not: ABD, Ermeni meselesi hakkında, kendisi arka planda kalacak şekilde uluslararası bir toplantıya hazırlanıyor. Bir dahaki yazımızda.. Beltway ekibi verdi bu haberi..

Yorumlar kapatıldı.