Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Oktay Akbal işgal kuvvetleri İstanbul’dayken oluşturulan mahkemenin “sözdeliğini” iddia ediyor. Oral Çalışlar ise Türkiye’nin Dünya’daki imajının kötülüğünü anlamaya çalışıyor.
OKTAY AKBAL:Olayları İyi Bilelim…
Geçen akşam TV’de ”Ermeni Soykırımı” diye anılan tarihsel olay konusunda bir açıkoturum daha izledik… Karşımızda bir Türk, bir de Fransız milletvekili vardı. Fransız milletvekili Ermeni soyundan Patrick Deveciyan! Bizden de Bülent Akarcalı !
Bilinen tartışmalar, bilinen karşılıklı savlar! ”Gel Türkiye’ye” diye
gereksiz çağrılar! Niye gelsin ki? Gelse ne yapacak? Böylesine kaskatı inançlı, gözü dönmüş bir kişiye gerçek nasıl anlatılabilir?
Deveciyan, bu arada bir şey söyledi, ne yazık ki üzerinde durulmadı: ”Ermenilere 1915 yılında soykırım uygulandığı, Türk mahkemelerince de belgelenmiştir.”
Bilmeyen, Deveciyan yalan söyledi diye geçiştirir! Oysa öyle değil! Birazcık tarih bilgisi olan, azıcık kitap karıştıran, Deveciyan’ın ileri sürdüğü savın ne yazık ki gerçek olduğunu görür. Gerçek, ama nasıl bir ”gerçek”?..
Birinci Dünya Savaşı bitmiş, İstanbul ve Anadolu’nun birçok yöresi düşman işgalindedir. Yıllardır sürdürülen soykırım konusu İngilizlerce, Amerikalılarca yeniden gündeme getirilmiştir. Ermeni soykırımının suçluları, yani İttihat ve Terakki Fırkası’nın başbakanı, bakanları, sorumluları Harp Divanı’nda cezalandırılmalıdır!.. İşte Padişah Vahdettin’ in bu konuda sözleri:
”Türkiye’de bazı siyasi komiteler tarafından Ermenilere yapılan muameleyi büyük üzüntüyle öğrendim. Bu gibi kötülükler ile aynı vatanın evlatları arasında baş gösteren karşılıklı kıyımlar kalbimi kırdı. Bu olaylara yol açanların son derece şiddetle cezaya çarptırılması için derhal soruşturma açılmasını buyurdum.”
Dediği olur, derhal Harp Divanı kurulur, başına ünlü Nemrut Mustafa Paşa getirilir. Derhal İttihatçı liderler tutuklanır, yurtdışına kaçan Talat, Enver, Cemal paşalar dışında kalanlar, sadrazam ve nazırlar yargılanır, pek çoğu hapse atılır, kimi yöneticiler de idama mahkûm olur. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, Ergani Mutasarrıfı Nusret Bey aylarca hapiste tutulduktan sonra Beyazıt Meydanı’nda idam edilirler. İdamlar İstanbul’u ayağa kaldırır. Bu arada Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Bey gibi canına kıyanlar da olur.
Deveciyan’ın dediği işte böyle bir ”doğru”! İşgal altındaki İstanbul’da kurulan, padişahın, daha da çok İngiliz, Fransızların zorlamasıyla görev yapan Harp Divanı ”Ermenilere yapılan kötü davranışları” kabul etmiş, suçluları da cezalandırmıştır…
TV’de Fransız milletvekili bu sözü söylerken hemen karşı çıkılması gerekirdi. Hangi koşulda, hangi kukla mahkemede, hangi yabancı güçlerin baskısıyla!..
Nusret ve Kemal beylerin hiçbir suçları olmamasına karşın yabancı işgalcileri hoşnut kılmak için asılmaları soykırım diye anılan olayın gerçek olduğunu mu gösterir; yoksa İttihatçılara düşman politikacıların da isteğiyle yabancıların baskısı ile kurulan Nemrut Mustafa Paşa Harp Divanı’nın gerçek bir mahkeme olmaktan uzak olduğunu mu?
Bir de şu var, tehcir edilen Ermenilere, yurtlarına dönmek, mallarını, topraklarını geri almak olanağı da sağlanmıştır. Ama bütün bunlar bu kez Türklerin haksızlıklara uğramasına yol açacaktır. Yabancı kuvvetlerin korumasındaki Ermeniler, hem de Fransız üniformasını da giyerek Türk halkını ezmeye, soymaya, kıymaya girişmişlerdir. Bu konu da ayrıca ele alınmalıdır.
O günlerde Amerikalı Amiral Calthrop’ un Kemal Bey’in asılması kararını verecek olan mahkemeden önce ”Ermenilere zulüm yapan bütün kişileri cezalandırmak için Türklerin tümü idam edilmeli…” demesi de Nemrut Mustafa Paşa Divanı Harbi’nin bir kukla mahkeme olduğunu göstermiyor mu?
Oral Çalışlar: Avrupa’nın Kızgın Adamı
İngiliz yayın kuruluşu BBC, Türkiye için ”Avrupa’nın Kızgın Adamı” deyimini kullanmış. Eh! Hasta adam olmaktansa kızgın adam olmak iyidir denebilir. İşin gerçeği, Türkiye ile Avrupa arasında bir frekans bozukluğu her geçen gün artıyor. Türk dış politikasında ve toplumsal kültürümüzde son dönemde çevre ülkelere ve Avrupa’ya küskünlük ve yer yer öfke güç kazanıyor.
Bu kızgınlık, içe kapanma eğilimini de azdırıyor.
Gidip katıldığımız ve izlediğimiz yurtdışı toplantılarında gördüğümüz kadarıyla Batı’da ciddi değişimler yaşanıyor. Avrupa Birliği’nin siyasi ve ekonomik entegrasyonu amaçlayan adımları hız kazandıkça, bu yönelimin yarattığı yeni sorunlar da gündeme geliyor. Avrupalılar, bir yandan birliklerini kuvvetlendirmek istiyorlar, bir yandan da attıkları her adımda yeni sorunlarla karşılaşıyorlar.
İçeriden bakıldığı zaman, sanki Avrupa Türkiye’yle uğraşıyor ve ne yapıp edip Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak istiyor gibi bir izlenim doğuyor. Halbuki bu tür saptamalar, ortak bir birikimin ürünü olarak yapılıyor. Örneğin, azınlık hakları. Bunun, Türkiye’ye yönelik olduğu sanılıyor. Oysa bu, birçok Avrupa ülkesinin sorunu. Cins ayrımcılığı ve anadilde eğitim gibi haklar, Batı ülkelerinde uygulanmak için tartışılıyor. Bu konuda da henüz aşılamamış sorunlarla karşı karşıyalar.
Ermeni soykırımı tasarısına gelince: Türkiye bu konuyu bu kadar duygusal bir şekilde ele almasa, işi büyütmese fazla bir şey olacağı yok. Bu konuda da soruna tek taraflı bakmamak gerekiyor. 85 yıl sonra, bu soykırım mı değil mi, diye tartışmak ve bunları Meclis kararlarına bağlamak anlamsız. Ancak şu da bir gerçek ki bu konu, Batı’nın gündeminde hep var. Olmaya da devam
edecek. Elma tepeleyerek ve öfke gösterileri düzenleyerek bu sorunu aşmak mümkün değil. Bir süre sonra öfke enerjimiz tükenebilir.
Soruna akılla, bilimsel bir yaklaşımla ve sağduyuyla yaklaşmak doğru olanı. Yıllar önce Esenyurt Belediye Başkanı Gürbüz Çapan’ ın gayretiyle üç gazeteci Ermenistan’a gitmiştik. O zaman Ter Petrosyan cumhurbaşkanıydı. Danışmanı da Gerard Libaridian’ dı. Petrosyan, Ermenistan Anayasası’ndaki ”soykırım” maddesini çıkaracağını söylemişti. Türkiye ile uzlaşmak ve ilişkileri geliştirmek istiyordu. Ermeni diasporası denilen Ermenistan dışındaki Ermenileri, Türkiye aleyhinde davranmamaları konusunda
etkileyebileceğini de belirtmişti.
Bütün bu dediklerini yaptı. Anayasadan soykırım maddesi çıkarıldı. Ermeni diasporası, o yıllarda Türkiye’ye karşı, aleyhte bir girişimde bulunmadı. Ne yazık ki Türkiye, Azerbaycan’la ilişkilerini düşünerek ve Azerbaycan-Ermenistan arasındaki gerilimi gerekçe göstererek Ermenistan’ın bu çabalarına yanıt vermedi.
Petrosyan’ın uzlaşma çabalarında başarılı olamaması, onun seçimleri de kaybetmesinde önemli bir etken oldu. Onun yerine sertlik yanlısı olarak kabul edilen Dağlık Karabağ’dan Koçaryan geldi. Ermeni sorununun dünya çapında ısıtılmasıyla Petrosyan’ın iktidarı kaybetmesi arasında sıkı bir ilişki olduğu, şimdi daha iyi anlaşılıyor.
Biraz sakin düşünenler, öfkelerini bastıranlar, sorunun Ermenistan’la çözülmesini savunuyorlar. Bu konuda da Azerbaycan’a bağımlılıktan kurtulmak gerekiyor. Türkiye’nin Ermenistan’la olan ilişkilerini Azerbaycan’a endekslemek, bu sorunun iyice içinden çıkılmaz hale gelmesine neden oluyor ve ilişkileri zorlaştırıyor.
Türkiye’nin iç sorunlarıyla dış sorunları birbirinin üzerine biniyor ve gerilim içeride de dışarıda da büyüyor. Sokakta Fransız elmaları
tepelenirken Meclis’te milletvekilleri, birbirinin ölümüne yol açacak öfkeli kavgalara giriyorlar. Cezaevlerinde yakıcı, yıkıcı operasyonlar yapılırken bu operasyona muhalefet edenlere öfkeli susturma çağrıları eşlik ediyor.
Türkiye, bir kızgın adamlar ülkesi. Bunun Ermeni soykırımı kararlarıyla ne kadar ilgisi var? Avrupa olmazsa ABD’ye kızıyoruz. O olmazsa Yunanistan’a, Suriye’ye, İran’a, Ermenistan’a. Bütün bu öfke nöbetleri yeterli gelmiyor, sonra birbirimize giriyoruz.
TV’lerde şiddeti tartışırken şiddetli tartışıyoruz. Bir öfke, bir kızgınlık nöbeti içindeyiz. Bu öfkenin arkasında demokrasiye, çok sesliliğe direnmek, eleştirileri ve sorunları şiddet yoluyla bastırmaya çalışmak alışkanlıklarını görmemek mümkün mü!
”Öfkeyle kalkan zararla oturur” atasözü boşuna söylenmiş bir söz değildir.
Yorumlar kapatıldı.