İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Köşe yazarlardan analizler 6 Şubat

Fatih Altaylı: Allah rahatlık versin İsmail Bey!  – Hürriyet

DIŞ politikada tam anlamıyla yerden kazınıyoruz. Azerilerle, Ermenilerin arasını bulma konusunda Fransa’dan sonra şimdi İran devrede. 

Bizim ise ‘‘tıkımız’’ yok.  Cumhurbaşkanımız sağ olsun iyi hoş da, bu meselelere ülke adına ağırlık koymuyor. 
Dışişleri Bakanımız ise zaten yok gibi. Ondan bir şey de beklemiyoruz. Ancak asıl büyük bomba Fransa’da gündeme önümüzdeki hafta içinde gelecek. 

Fransız Parlamentosu geçenlerde kabul ettiği Ermeni Soykırım Yasası’ndaki bir boşluğu haftaya kapatmaya hazırlanıyor.
Biliyorsunuz Ermeniler’in soykırıma uğradığını kabul eden yasa çıkmıştı ama aksini söylemenin cezası yoktu.
Şimdi o da yolda. Senato bu konuyu tartışmayı bile yasaklayacak ve cezalandıracak yasayı haftaya gündeme alıyor.
Yani ‘‘Hayır efendim o dönemde bir soykırım olmadı’’ diye bir tartışma yapmak dahi mümkün olmayacak. 

Türkiye sahaya 3-0 mağlup çıkacak. Fransa bu iğrenç teklifin hazırlığını yaparken, bizim Dışişleri uyuyor.
İyi uykular!

Sıkıyorsa hepsini tartışalım!

FRANSIZ Senatosu Türkiye’yi mahkûm etti. Şimdi biz savunma hazırlıyoruz.
Durum tam anlamıyla bu. Oysa onların bizden savunma falan istediği yok. Onlar Türkiye’yi mahkûm etmeyi amaçlamışlardı ve mahkûm ettiler.
Niyetleri halisane olsa, bir platform yaratır, meseleyi tartışırlardı. Ama biz tartışıyoruz.
Zaten Türkiye hep tartışıyor. Biz tartışıyoruz ama bizi mahkûm edenler hiç ama hiç tartışmıyorlar.
Mesele dünya uluslarının geçmişleriyle hesaplaşmalarını sağlamaksa tartışalım.
Ama niyet sadece Türkiye’yi mahkûm etmekse neyi tartışacağız ki!

Tartışma mı istiyorlar! Alsınlar tartışsınlar. ‘‘Türkler Ermenilere soykırım uyguladı mı?’’ tartışmasından önce kronolojik bir sırayla İspanyol fatihlerin Orta Amerika’da soykırım uygulayıp uygulamadığını tartışalım.
Amerikalıların Kızılderililere yaptığının soykırım mı, yoksa katliam mı olduğunu tartışalım..Bulgarların ve Sırpların bu yüzyılın başında bölgede yaşayan Türklere ve Müslümanlara yaptığı mezalimi tartışalım.
Rusların Stalin döneminde Sovyetler Birliği’nin değişik bölgelerinde değişik etnik kökenden halklara uyguladığı soykırımı tartışalım.
Fransızların Hindi Çin’de yaptığı katliamları tartışalım. Aynı milletin Cezayir’de öldürdüğü milyonlarca insanı, Ruanda’da ölüsü bulunamayan binlerce kurbanını tartışalım.
Almanya’nın fişteklemesiyle Bosna’da yaşanan dramı, öldürülen binlerce Müslümanı tartışalım.

1900’lerin başında Anadolu’da yaşananları da tartışalım. Ama biz suçluluk kompleksi içinde tartışacağız, Anadolu’da yüzyıl başında yaşanan karşılıklı katliama sebebiyet verenler ellerini ovuşturup izleyecek. 

Yok öyle… 

Soykırım başka iç savaş başka!

BİR Ermeni yurttaşımız faks çekmiş. Beni olaylara tek taraflı bakmakla suçluyor. 

Bu yurttaşımız benim daha önceki yazılarımı okumuş, televizyon programlarımı izlemiş olsaydı bunun böyle olmadığını bilirdi. 

Ama yine de canı sağ olsun. Ben Ermeniler Türkleri kesmiş, Türkler hiçbir şey yapmamış demiyorum. 

Ben 1895 ile 1915 arasında Osmanlı bir yandan Balkanlar’da, bir yandan Doğu’da ayakta kalma mücadalesi verirken, Osmanlı tebaasından Ermenilerin Avrupalıların ve Rusların yönlendirmesiyle Osmanlı’ya başkaldırdığını ve iç savaşı andıran bir dönemde Türklerle Ermenilerin birbirlerini boğazladıklarını söylüyorum. 

Benim atalarım Osmanlı’nın Türklerindenmiş, onunkiler ise Osmanlı’nın Ermenilerinden. Türkler Osmanlı’ya bağlı kalmış, Ermeniler ayaklanmış. Sonuçta ortada her iki taraftan da büyük kayıpların verildiği bir katliamlar dönemi yaşanmış. 

Ama bu Ermenilerin soyunu kırmaya yönelik bir hareket değil. Geçmişte yaşanmış bu ‘‘karanlık’’ dönemin sorumlusu Ermenilerin ve Türklerin bugün yaşayan torunları değil.
Bana bir tek savaş söyler misiniz ki, insanlar birbirlerini öldürmemiş olsun.
Yarın da ABD’nin güneyinde yaşayanlar, kuzeyde yaşayanları soykırımla suçlasınlar. Hatta bu konudaki kararı Fransız Parlamentosu mu versin!

Zülfü Livaneli: Travma – Sabah

Belki de okumaktan bıktınız ama, geçen yüzyıl başının sorunlarını 21. yüzyıla taşımış olduğumuz gerçeğini bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Çünkü galiba sorunların çözümü, bu hatamızı farketmemize bağlı. 20. yüzyıl başlarındaki etnik kimlik, insan hakları ve özgürlük sorunları bir yüzyıl gecikmeyle bugün de gündemimizde.
Peki neden bunları çözemiyoruz? 

Çünkü korkuyoruz! İnsan hakları, kültürel haklar, etnik gruplar gibi sözler Türkiye’yi yönetenleri çileden çıkarmaya yetiyor.
Bu sorunları, sadece kısa dönemli güvenlik boyutuyla kavrıyorlar.

Sanki Kürt ve Ermeni meseleleri, insan hakları ve özgürlük sorunları Türkiye’yi bölüp parçalamak için kullanılan birer koçbaşı. (Böyle emelleri olanlar yoktur demiyorum ama mesele sadece bunlardan ibaret değil.)
Bu anlayış ve bilinçaltımıza yerleşmiş olan korku, bizi 21. yüzyılda daha da olgunlaşmaya başlayan evrensel anlayıştan ayırıyor.
Kendi içimize kapanmamıza ve esen her rüzgârdan hile sezmemize neden oluyor.

Peki ama Türkiye niye böyle? Niçin Ankara yönetimi iflah olmaz bir bölünme-parçalanma korkusuna kapılmış?
Bu sorunun cevabı; geçirdiğimiz ve hâlâ izlerini silemediğimiz tarihsel travmayla ilgili.
Asker ve sivil aydının bilinçaltında, koskoca bir imparatorluğu kaybetmenin ve anayurt olarak elinde kalan bölümün bile işgal edilmiş olmasının yarattığı muazzam bir travma var.
Osmanlılar, imparatorluğu oluşturan değişik halklara “anasır” yani “unsurlar” diyordu.
Türk aydınları “anasır”ın teker teker bağımsızlık savaşı verip, kendi ülkelerini kurduklarına tanık oldular.
İmparatorluğun yıkılış dönemi, yürek sızlatan ve belleklerden silinmeyecek büyük trajedilere sahne oldu.
Sanki yaşlı bir aslan parça parça ediliyor, herkes aslanın bir parçasını koparıp
gidiyordu. Asker ve sivil aydınlar bu travmayı bir iki kuşakta atlatamadı. Bugün bölünme-parçalanma korkusunun herşeye egemen olması ve sorunlarımızın çözümünü engellemesi bu yüzden.

Bizim sorunlarımız aynı ama dünya değişti. Uluslaşma sürecinin egemen olduğu 20. yüzyıl başları ile, giderek birbirine bağlanan 21. yüzyıl dünyasının koşulları aynı değil.
Bugün özgürlükler verildiği zaman değil, belki de verilmediği zaman parçalanma tehlikesi ortaya çıkıyor.
Kaldı ki Osmanlı İmparatorluğu da verdiği özgürlükler yüzünden değil, İttihat ve Terakki Partisi’nin hiçbir siyasi mantığa sığmayacak kadar basiretsiz ve maceracı yönetimi yüzünden battı. 

Benzetmek gerekirse; deprem geçirmiş ve yatak her sallandığında kendini balkondan aşağı atmaya hazır insanlara benziyoruz.
Ama ne kadar ağır olursa olsun hiçbir travma sonsuza kadar sürmez. Biz de bir gün, imparatorluk kaybetmenin acı izlerini silip soğukkanlı, gerçekçi analizlere yönelecek ve modern dünya kavramlarıyla bütünleşeceğiz.

Biraz daha sabır…

Yorumlar kapatıldı.