İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Zaman Gazetesinde Hrant Dink röportajı

Türkiyelileri görebilme vakti:

Ermeni cemaatinin ilk Türkçe-Ermenice haftalık gazetesi Agos. Hırant Dink gazetenin yayın yönetmeni. Gazate Ermeni cemaatinin varlığını sürdürmesinde, sosyal iletişimin sağlanmasında görev üstlenmiş. Genelde kapalı bir toplum olarak yaşamını sürdüren Ermeni cemaatinin, içinde yaşadığı büyük topluma kendini, dilini, tarihini, kültürünü tanıtmak da onlara düşüyor. Beş yıldır düzenli olarak okuyorum Agos’u. Biliyorum ki, bir toplumu bir cemaati tanımanın en iyi ve sağlıklı yolu önce onları kendi metinlerinden dinlemek, sonra düşünmek, sonra yorumlamak ve sonra da bir fikir sahibi olmak. Çünkü bilgi olmadan diyalog olmuyor. Bilgi olmadan dostluk da olmuyor… Azınlıklara kuşku ile baktığımız bir realite. Çünkü onların bir ‘dış’ kullanılmaya, yönlendirilmeye açık olduklarını düşünüyoruz. Belki de pek fazla kendimizden, kabul etmiyoruz. Bu bizim, siyasal sistemimizin sorun çözme yeteneğiyle, demokrasimizle ilgili bir durum. Fakat itiraf edelim ki, Türkiye Ermenileri kendi yurttaşlık bilinçleriyle, içeriden, Ankara’dan hiçbir telkin almadan ve korkutmadan, kendiliklerinden, ‘bir dış sorunun içteki önemli bir parçası’ olmayı reddettiler. Vicdan kültürleri ve insanlık duyuşları, uluslararası stratejilere malzeme olmayı kaldırmadı. Onun için Hırant Dink diyor ki: "Ben bu türlü meselelere hep Türkiyeli kimliğimle bakıyorum." Türkiye, azınlıklarına daha fazla eğilmeli, onların siyasete, yaşama, kültüre ilişkin taleplerini daha bir özenle karşılamalı, kuşkuyu bırakmalı. Çünkü bunu hak ediyorlar. Fransa Senatosu’na gösterdikleri ciddi ve onurlu tepki ortada. Agos manşet yapmıştı, diasporaya çağrıda bulunmuştu: "Geçmişimizi geleceğimize kurban etmeyin’. Patrik 2. Mesrob’un riyasetinde, İstanbul’daki Ermeni Apostolik Ortodoks, Ermeni Katolik ve Ermeni Protestan cemaatlerinin sivil temsilcilerinden oluşan 92 kişilik meclis Patrikhane’nin Bezciyan salonunda toplanarak 30 Ocak tarihli bildirisiyle Fransız Parlamentosu’nun himayesini reddetti. Fransız Ulusal Meclisi üyelerinin Türkiye’de yaşayan Ermenilerin durumu hakkında ciddi kuşkular uyandıracak söylemlerde bulunduklarına dikkat çeken bildiri, "Ermenilerin birey olarak ekonomik, hukuksal, sosyal ve dinî alanlarda herhangi bir sorunu söz konusu değildir. Özellikle de dinî açıdan tam bir serbestlik içinde yaşamaktadırlar." dedikten sonra, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olan Ermenilerin de sorunlarının tartışılacağı parlamentonun TBMM olduğuna dikkat çekiliyor. Bildiri şu, açık ve net tavırla sonlanıyor: "Ermeniler, bir dış parlamentonun himayesini reddederken, uluslararası birtakım stratejileri gerçekleştirmek pahasına yabancı parlamenterler tarafından yapılan bu gibi müdahaleler ülke kaderini paylaştığımız diğer tüm Türk vatandaşları gibi bizi de üzmekte ve olumsuz etkilemektedir. Bu tutuma son verilmesini dileriz." Tarih bir kesitten, kimsenin bir kesitinden ibaret değildir. Şimdi sıra bizde…

Fransa Parlamentosu’nun kabul ettiği "Ermeni Soykırımı" yasa tasarısı kimine göre Türkiye’deki Ermenileri üzdü, kimine göre de sevindirdi. Şahsen, tanıdığım pek çok Ermeni dostumun üzüntüsüne tanık oldum…

Eğer kamuoyu, içinde yaşadığımız büyük toplum, ‘Yok canım bunlar bu işe seviniyorlardır’ diye bir anlayış içinde olabiliyorlarsa, o zaman çok ciddi bir şekilde bu toplumların birbirlerine karşı duymuş olduğu güvensizlik diye büyük bir sorunun varlığı ortaya çıkar. Yani biz ne yaparsak yapalım, ne söylersek söyleyelim, yurt dışında da diaspora Ermenilerinin söylediği gibi Türkiye Ermenileri ‘Korkularından söylüyorlar’, ‘Baskı altında kaldıkları için söylüyorlar’, ‘İnanmadan söylüyorlar’ gibi tezleri ile Türkiye’de bazı kesimlerin bize bakışı örtüşüyor ki, ne kadar ilginç. Oysa böyle değil.

Siz bu ‘yasa tasarıları’ hakkında ne söylüyorsunuz?

Yaşanmış tarihin gerçekliğinin görünmesinin, bunun ayırdına varılmasının dünyadaki herhangi bir Ermeni’ye kazandıracağı çok şey vardır. Bir, o Ermeni’nin arınma travmasından kurtulma, psikolojik durumundan kurtulmasına ciddi bir katkı sağlayacaktır. Kimse kendi tarihini reddedemez. Bu topraklarda nelerin yaşandığını ben diasporadaki Ermenilerden daha fazla biliyorum. Ama benim için aslonan bir başka şey var; bütün dünyadaki parlamentolar, bütün dünyadaki insanlar binlerce, on binlerce kararlar alsalar ve ‘soykırımı’nı tanısalar, ama benim birlikte yaşadığım insanlar, Türk toplumu bunu bir onur meselesi yapıyorsa ve rencide oluyorsa benim sevinmem beklenmesin, benim arınmam, ruh huzuruna kavuşmam beklenmesin benden. Benim için aslonan, bir Türk’ün "Ne diyor bu Ermeniler, niye böyle soykırım soykırım diye inat ediyorlar, nedir bunların alıp veremedikleri" diye bir anlayışa girmesi, bir empati ortamına girmesi ve tarihi empati ile sorgulamaya çalışması… Bu bile benim için dünyadaki o ‘soykırımı’ kararlarından çok daha fazla önem arz eder, çok daha benim ruh sağlığımı düzeltici bir konumdur. İşte öyle bir Türk benim için dünyaya bedeldir…

Siz tarihe empati ile bakabiliyor musunuz?

Deniyorum…

Bu toplumun küçük parçası olan Ermeniler ile, yani bütün ile parça arasında bir iletişimsizlik var mı?

Haliyle. Bir kere büyük toplum çok büyük bir toplum, küçük toplum da çok küçük bir toplum. O küçük toplumun kendisini, büyük topluma anlatabilmesi, açıklayabilmesi çok zor. Bir de bunca yıldır bilgi kirliliği varken, yani Ermeni, ASALA’yla, PKK ile birlikte gösteriliyorsa, böyle bir güvensizlik ortamının olması çok doğal bir şey. Buna karşı empati yapabiliyorum.

Bu süreç Türkiye’nin içi açısından nereye gidiyoruz?

İyiye gidiyoruz. Bir de bu sadece siz ve ben ile sınırlı bir konu değil. Ben Türkiye toplumunun kendisini sorgulamaya başladığına inanıyorum.

Hangi alanda?

Her alanda. Bu çok iyi bir umut ışığı. Eğer bu sorgulama süreci yine, dayatma ve zorlamalarla kesintiye uğratılmaz ise daha iyiye gider…

Herhalde bu iyimserliği ‘soykırımını kabullenme’ endeksli düşünmüyorsunuzdur…

Hayır hayır… Onunla hiç ilgisi yok. Her alanda söylüyorum, Türkiye toplumu, toplum–devlet ilişkilerini sorguluyor, askerin devlet mekanizması içerisindeki yerini sorguluyor, demokrasiyi sorguluyor… Toplum her şeyi sorguluyor; ama çok da zorlanıyor. Batılılara diyorum ki: "Siz Türkiye’den ne bekliyorsunuz ki? Siz Türkiye’yi iyi okuyamıyorsunuz. Bu toplum her şeyi biliyor mu da inkar ediyor? Bu toplum daha üç yıl önceki bir Susurluk vakasını adlandıramıyor ki, 85 yıl önceki bir tarihi bugün kalksın ‘soykırımı’ diye tanımlayabilsin, bir ad koyabilsin. Bunu beklemek haksızlık. Kendisine sunulan bilgi ortada. Kaç tane Ermeni tezi Türkiye’de yayınlanmış. Ne biliyorlar, Ermeniler ne diyor diye…" Dolayısıyla Batı haksızlık yapıyor Türk toplumuna. Ve Batı Türkiye’nin demokratikleşme sürecine saygı göstermiyor.

Sizin bildiğiniz ne kadar yayın var Ermeniler hakkında?

Bende 450’yi aşkın kitap var. Ama her biri birbirinin kopyası. Hasan Esat Uras, bunun temelini oluşturan kitabı yazmıştır. Çok kitap var zannedilir ama aslında bir tane kitap vardır.

‘Ermeni soykırımının Fransa’da, bir üçüncü ülke parlamentosunda konuşulup karara bağlanmasını, uluslararası siyaset ve Türkiye Ermenileri açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Üçüncü ülkeler ve üçüncü parlamentolar için benim söyleyeceğim şu, tek kelimeyle ‘işgüzarlık’.

Neden ve nasıl işgüzarlık?

Neden-sonuç ilişkilerine bakıyorum; hepsi diyorlar ki, biz aslında Türk ve Ermeni halklarına katkıda bulunuyoruz, bu kararlarımızla Türk-Ermeni diyaloğuna katkıda bulunuyoruz. Palavra sıkıyorlar, Türkiye’yi, bölgeyi iyi okuyamıyorlar. Ya da okuyorlar; ama böyle yaparak bir şeyleri yedekte tutarak bir başka plan güdüyorlar. Fransızlar ‘soykırımı’ diye bir şeyi bugün mü duydular, bugün mü öğrendiler? Hayır, 85 yıl önce de ne olduğunu biliyorlardı. Bırakın bilmeyi, bizzat kendileri de işin içindeydiler, buradaydılar, sorumluydular. 85 yıl boyunca, son 30 yıl Asala olayından sonra, bunlar bu olayı alıp uluslararası politikanın malzemesi-sermayesi olarak kullanmaya başladılar. Chirack’ın Ecevit’e gönderdiği mektuba bakın, o çok önemli bir mektuptur. Ne diyordu, özetleyerek ve ironikleştirerek söylüyorum; "Siz bizim firmamızı helikopter ihalesinden dışladınız; ama Sayın Ecevit, ben ve hükümetim Ermeni soykırımı yasa tasarısının geçmemesi için senatoda ne kadar çaba gösterdik…" Benim iki hoş kimliğim var, Ermeni kimliğim ve Türkiyeli kimliğim…

Ermeni kimliğinizle nasıl bakıyorsunuz?

Bana müthiş acı veren, isyanları oynatan bir durum söz konusu. Benim tarihsel bir dramım, bugün Amerika’da başkanın iki dudağı arasında bir ulusal çıkara bağlı… Chirac’ın helikopter ihalesinin sağlanıp sağlanmamasına bağlı. Bu bir namussuzluk… Bu bir ahlâksızlık… Ben bir Ermeni olarak buna müsaade etmem. İmkanı yok… Benim önemsediğim ve benim için her şey olan, içinde yaşadığım toplumun beni acılarımla anlamaya çalışmasıdır, çünkü o her şeydir… Ama bu böyle olmuyor ki, benim onur meselesi yaptığım bir şeyi, bu sefer alçaklar, birlikte yaşadığım insanların onurlarıyla oynayacak bir şekle getirerek, onların da onur meselesi yapmaları haline getiriyorlar ve iki onursal duruşu çatıştırmaya doğru götürüyorlar. Tabii ki sizin, atalarınızın ‘soykırımı’ yapmadığını söylemeniz, bir soykırımını reddetmeniz, isyan etme durumunuz da bir onurlu duruştan geliyor… Benim atalarım için böyle bir şey söylense ben de kabul edemem… Bizim böyle durumlarda sağduyulu davranıp, onurları zedelemeden empatiye başvurmamız gerekirken, işin daha fazla körüklendiğini görüyoruz. Fransa da, Amerika da bunu yapıyorlar, kışkırtıyorlar.

Türkiye dışındaki Ermeniler, diaspora, ‘acı vurgusu’ üzerinden, bütün Ermenileri kapsayacak bir kimlik mi oluşturmak istiyorlar?

Bütün dünyada Ermeni soykırımı kabul edilmiş olduğu farz edilir. Diaspora Ermenisi daha sonra ne ile uğraşacak ki, uğraşacak bir konusu olsun. Bunu, kimliği yaşatmanın bir aracı olarak sayıyorlarsa, doğrudur, birleştiren bir yanı var 1915 kesitinin. Ama eğer Ermeni kimliği sadece 1915 gibi bir kesitle ayakta tutulacaksa, vay o kimliğin haline. Ermeni kimliğinin böyle bir şeye ihtiyacı yok, çok daha başka kürtürel, tarihsel zenginlikleri var. Ermeni kalabilmek için bu zenginlikleri yaşatmak gerekir. Burada zayıf kalan bir diasporayı görüyoruz. Yaşadığı kültürler içinde asimile olan, giderek bir kimliğin gerçek ritüellerini yitirmeye başlayan bir şeyin, tek sarılabileceği nokta eğer jenosit’te buluşma olarak kalıyorsa, işte esas tehlike ondan sonra başlayacak.

Bu, Ermenilerin kimliğini sürekli kılmaya dönük bir iç tehlike mi?

Evet. Diyelim ki, jenosit’i kabul ettirdin, ondan sonra seni kimlik açısından ne ayakta tutacak? Ermeni diasporası’nın bir iki gün için içi rahatlar, rahatlar da ne olur, hiçbir şey.

3T’de Ermenilerin bir başka kimlik vurgusu haline dönüşür mü?

Ben, maddi tazminat gibi şeylerin örgütlü bir sürece gireceğini sanmıyorum. Ben, dünyanın artık bir başka noktaya gittiğini görüyorum. Toprak gibi konuların da gündeme geleceğini beklemiyorum. Koçaryan da, "Hukuki olarak bizim bir toprak ve tazminat beklentimiz olmaz." diyor. Diaspora’da çıkar, benim dedemin toprağı vardı diye; ama bu Türkiye’yi rahatsız eder bir boyuta varmaz diye düşünüyorum.

Diasporanın böyle bir tutumu Türkiye–Ermenistan ilişkilerini nasıl etkiler?

O konuda ciddi tereddütlerim var. Olası bir iyileşme sürecine ciddi bir darbe olur. Belki Türkiye Ermenistan ile diyalog kurmak için çabasını gösterir. Çünkü bu, Türkiye’ye Amerika tarafından da, Batı tarafından da dayatılıyor. Amerika, Avrupa ve Rusya’nın da çıkarları açısından Kafkasya’da istikrar olması gerekiyor. Petrol, enerji hatları… Oralara açılma açısından istikrar şart. Oradaki en büyük çıbanbaşlarından biri, Ermenistan’ın Azerbaycan ve Türkiye ile istikrarlı bir ilişkiye girip giremeyeceğidir. O sorunların çözülmesi lazım. Aksi takdirde Ermenistan her zaman yine herkesin rahatlıkla at koşturabileceği, kullanabileceği Kafkasya’da bir çıbanbaşı olarak kalabilir. Türkiye de bence onu görüyor…

Peki ama Türkiye ve Ermenistan bunu ne kadar gönülden yaparlar?

Asıl problem de o. Ne kadar gönülden yaparlar, ne kadar dayatmayla yaparlar? Gönülden yapılan kalıcı olur. Dayatmayla yapılan ise her zaman fırsat kollar…

Emin Çölaşan ‘Bizim Ermeniler’ diye bir yazı yazdı. ‘Soykırımı’ yasa tasarısına gerekli tepkiyi kitle olarak göstermediğinizi, yapılan açıklamaların da zoraki olduğunu söyledi…

O yazı çok talihsiz bir yazı. Türkiye’yi dışarıda bıraktığı konum açısından çok talihsiz bir yazı. O yazısıyla Avrupa’nın ve diaspora Ermenilerinin eline çok ciddi bir koz verdi Çölaşan. Yani, "Türkiye’de Ermenilere baskı yapıldığı için onlar çıkıp böyle konuşuyorlar." tezini binde bin doğrulayan bir yazı verdi. Oysa gerçek böyle değildi. Emin Çölaşan bize telefon açıp da "kalkın bir şey yapın" dememişti. Ankara’dan, devletten bize kimse, "çıkın şöyle yapın, böyle konuşun" demedi. Türkiye Ermenileri yurtsever ve sorumlu duruşlarıyla kendilerine düşen vazifenin idraki içerisinde. Birlikte yaşadıkları insanların ruh hallerini anlayan bir konumda. Gerekli çıkışlarını başından beri kendiliklerinden her zaman yaptılar. Çölaşan’ın yazısı içeriği açısından da analiz edilirse tam bir rezalettir. Yani, Ermeniler nerede yaşayacaktı, anlamadım… Ermeniler niye fakir olacaktı, anlamadım… Ermeniler diyelim ki, hali vakti yerinde insanlar da, bunu devletten beslenerek mi kazandılar?.. Bunlar devletten, ihale, kredi alan insanlar mı?.. Banka batıran, yetimin parasını alıp devletin kasasından çalan insanlar mı?..

Türkiye’de bir kesimin görmek istediği bir azınlık tipi var. Bunlar bizim antikamız. Bir köşede dururlar. Onları istediğimiz zaman vitrine taşırız, istediğimiz zaman severiz, istediğimiz zaman okşarız. Çoğalmalarına da müsaade etmeyiz. Türkiye’de azınlıklar çoğalmıyor. Çünkü, bu ülkede Yargıtay kararı var; Ermeni Tabusu adlı kitabın beraat ettirilmesinin gerekçesi: Türkiye’de kışkırtılacak sayıda Ermeni kalmamıştır.

Ermeni cemaati ‘Ermeni Soykırımı’ yasa tasarısına sizce yeterli tepkiyi gösterdi mi?

Gösterdi elbette. Ne yapacaktı Türkiye Ermenileri, sokağa mı döküleceklerdi!. Türkiye Ermenileri bugüne kadar kendi sorunları için sokağa mı döküldü!?. Emin Çölaşan, bugüne kadar Türkiye Ermenilerinin sorunları için bir yazı mı kaleme aldı!?. Çölaşan bizim sorunlarımız için öne dökülüp, gelin arkadaşlar Meclis’e kadar yürüyelim mi, dedi ki, Türkiye Ermenilerini bugün sokağa dökülmeye davet ediyor. Türkiye Ermenileri ne yapacak, zaten bıçak sırtında bir konu. Bir tarafa eğilse soyuna ihanet, öbür tarafa eğilse beraber yaşadığı insanlarına, ülkesine ihanet etmiş olacak… Böyle nazik bir konuda bizden daha ne bekleniyor? Gazetemiz Agos manşet attı: "Geleceğimizi geçmişimize kurban etmeyin" diye diasporaya çağrıda bulunduk. "Üçüncü parlamentoların bu yaptıkları, bize en büyük saygısızlıktır, karışmayın işimize, bizi bize bırakın, kaşımayın bu yarayı." dedik… 30 Ocak günü cemaatin önde gelen temsilcileri patriğimizin himayesinde toplandılar ve bir bildiri yayınladılar, özetle; "Tarafımızca daha önce de yayınlanan bildiride belirtildiği gibi Türkiye’de yaşamlarını sürdüren Ermenilerin birey olarak ekonomik, hukuksal, sosyal ve dinî alanlarda herhangi bir sorunu söz konusu değildir. Özellikle de dinî açıdan tam bir serbestlik içinde yaşamaktadırlar. Kurumsal alanda var olan bazı sorunlarımız ise toplumumuz yetkilileri tarafından devletin en yetkili mercilerinin dikkatine sunulmuş olup çözüm beklenmektedir. Kaldı ki diğer tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olan Ermenilerin de sorunlarının tartışılacağı Parlamento Ankara’dadır ve adı Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Yabancı ülke parlamentolarının Türkiye Ermenilerinin hamisiymişçesine davranmaları tarafımızca gereksiz bir tutum olarak algılanmaktadır."

O bildiri "Uluslararası birtakım stratejileri gerçekleştirmek pahasına yabancı parlamenterler tarafından yapılan bu gibi müdahaleler ülke kaderini paylaştığımız diğer tüm Türk vatandaşları gibi bizi de üzmekte ve olumsuz etkilemektedir. Bu tutuma son verilmesini dileriz." diye bitiyor…

Daha ne diyelim… Ermeni halkının hiç onuru yok mu? Bakın, Paris’te diaspora tarafından bir heykel dikilecek mi? Komitas’ın heykeli. Ermeni müziğinin ve ruhani yaşantımızın en büyük insanlarından biridir. Kilise müziğine müthiş katkıları vardır. 1915 olaylarında delirerek ölmüştür. Siz koca bir gazete olarak fotomontaj yapıp o heykelin altına bir köpek işetiyorsanız, ne yapıyorsunuz, ne yapmak istiyorsunuz, bu ne biçim bir üsluptur, benim onurum yok mu, diye sorarım…

Bir yazınızda "Cemaatinin durumu, iflah olmaz hastalıklarla boğuşan birinin durumuna pekala benzetilebilir. Başından beri var olup hiçbir zaman tam tedavisi gerçekleşmeyen… Varlığını hep hissettiren kronik bir hastalıktır bu. Cemaat karantinaya alınmış." diyorsunuz.

Efendim, biz Türkiye Ermeni toplumu olarak şuna hep dikkat ettik: ‘Ermeni soykırımı’ gibi konuların konuşulduğu bir ortamda biz Türkiye Ermenilerinin sorunlarını öne çıkarmayı zül saydık, saygısızlık saydık. Ama biz onun dışında kendi sorunlarımızı her zaman devlete aktardık….

Nedir bu sorunlarınız?

Aslında bizim var olan sorunlarınız öyle onlarca değil. ’36 Beyannamesi’. Yani kurumlarımız mal-mülk alıp satamıyor, satabilirse parasını kullanamıyor, yeni bir şey yapamıyor, bağış kabul edilmiyor… Bu, ‘aman sen gelişme’ demektir. Cumhuriyet tarihinde 300 bin olan Ermeni nüfusu bugün 60 bine düşmüş… ‘Seçim bölgesi sorunu’… İstediğimiz yerde istediğimiz kiliseye yönetici olamıyoruz…

Türkiye Ermenilerinin hızla bir uluslararası sorunun parçasına dönüşmesi mümkün, sizin Türkiye Ermenileri olarak bu dönüşmeye karşı zaman zaman tavır aldığınızı izliyorum…

Bizim sorunlarımızın görüşüleceği yer Ankara’dır. Ama TBMM bizim sorunlarımızı daha bir kere görüşmüş değildir. Siz TBMM’de bu sorunları konuşup çözüm getirmiyorsanız… Altı ay önce Avrupalı parlamenterler buraya geldi, onlarla görüştüm ve yüzlerine haykırdım; mevcut Türkiye Ermenilerinin konumlarını alıp tarihsel bir soykırımı meselesiyle harmanlayarak bir rapor hazırlamanız gayr-i ahlâkîdir, gayr-i demokratiktir. Çünkü bu sorunun sahibi biziz, siz gelip bizimle konuşmadan böyle bir şey yaptınız, dedim. Bakın, bugüne kadar sorunlarımızın en küçük bir tanesini dışarıya taşımadık. Bunu yapmadık ve yapmayacağız da. Sorunlarımızı hükümetimize taşıdık…

Ermeni kimliğiniz ve Türkiyeli kimliğinizle, bu iki kimlikle bütün bu olup bitenlere nasıl bakıyorsunuz?

Benim hiç değiştiremeyeceğim ve ikisinden de müthiş onur duyduğum iki kimlik bunlar. İkisiyle de müthiş barışık yaşıyorum ben. Dışarıdakiler, bu içteki barışıklığımı bana yaşatmamak için ellerinden geleni yapıyorlar… Türkiyeli kimliğimle meselelere baktığım zaman, Türkiye’nin demokrasi mücadelesi benim temel mücadelem. Azınlık sorunlarının da ötesinde. Benim esas sorunlarım Türkiye’nin sorunları. İnanıyorum ki, Türkiye’nin demokratik sorunları aşılırsa, benim o kıytırık sorunlarım zaten düzelir. Demokrasinin olduğu yerde zaten benim sorunlarım gibi sorunlar olmaz. Bu işlerde hep Türkiyeli yanım ağır basıyor. Bu bağlamda Fransa Parlamentosu’nun aldığı kararı da Türkiye’nin demokratikleşme sürecine sekte vuracak bir karar olarak görüyorum. Fransa gibi, diğer birçok ülkenin de aynı yönde kararlar alabileceği yersiz bir endişe değil. Bu gelişmelerin Türkiye’yi Avrupa’dan kopma noktasına kadar taşıması bile olası. Görülüyor ki, büyük dünya yine büyük rezillikler içinde…

Yorumlar kapatıldı.