İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Köşe yazarlardan seçmeler… 5 Şubat

Şükrü Elekdağ: Koçaryan’ın beyanları – Milliyet

Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan’ın, Mehmet Ali Birand’la görüşmesinde
yaptığı açıklamaların can alıcı noktaları şunlar:

– Soykırımının tanınması yolundaki faaliyetler Erivan’dan değil,
diaspora Ermenileri tarafından yürütülüyor.

– Ermeni soykırımı, Ermenistan’da ve uluslararası alanda tartışmasız
kabul edilen bir olgu olması nedeniyle tarihçilerin işi olmaktan çıkmıştır.
ABD’nin, Ermeni diasporasının ve Ermenistan’ın elinde soykırımının gerçekten
olduğunu kanıtlayan belgeler vardır.

– Soykırımı Türkiye tarafından tanınırsa, Ermenistan toprak ve
tazminat talebinde bulunmaz. Sadece, soykırımı kurbanları ile torunları şahsen
tazminat talebinde bulunabilirler.

– İki ülke ilişkilerinin düzelmesi ve sağlıklı bir zemine oturması için
Türkiye soykırımı gerçeğini resmen tanımalıdır. Bunun için dolaylı değil,
doğrudan diyalog gerekli.

Bu açıklamalar, Koçaryan’ın bugüne kadar Türkiye’ye karşı izlediği
politik çizgiyi değiştirmediğini ortaya koyduğu gibi gerçeklerle de bağdaşmıyor.

Bir kere, diasporanın başına buyruk olduğu ve soykırımı faaliyetlerini
kendi inisiyatifleriyle yürüttükleri iddiası doğru değil. Nitekim,
Erivan’da, 21 – 23 Eylül 1998’de düzenlenen Ermeni – Diaspora İlişkileri
Konferansı sonucunda yayımlanan bildiride, bundan böyle diaspora ile anavatanın
milli emeller için tam bir bütünlük içinde çalışacağı kayıtlı.
Halen, soykırımı iddiasıyla ilgili tüm girişimler, Erivan’dan planlanıyor
ve yürütülüyor.

Soykırımı konusunda, Koçaryan, tartışılmaz diye nitelediği bu tarihi
olguyu kanıtlayan arşiv belgelerinden söz ediyor. Keşke bu noktada Birand,
"şu belgelerden birini açıklayın da, çıplak gerçek ortaya çıksın!.."
diyebilseydi. Çünkü, Ermeni tezinin en çürük tarafı da bu… 85 yıldır
soykırımı iddiasını kanıtlayacak gerçek bir belge dünya kamuoyuna
sunulamadı.

Toprak ve tazminat konularında ise, Koçaryan, esasen hiçbir hukuksal
dayanağı olmayan bu hususlarda taleplerinden vazgeçer görünerek makul ve
uzlaşıcı bir tutum benimsediği izlenimini yaratmak istiyor. Ancak, Birand’ın,
"Toprak talebiniz olmadığını parlamentonuz ilan edemez mi?" şeklindeki
sorusuna Koçaryan net bir yanıt veremiyor ve "Ermenistan Anayasası bölgelerini
ve sınırlarını saptamıştır" demekle yetiniyor.

Esasında, Ermenistan Anayasası’nın atıfta bulunduğu Bağımsızlık
Bildirisi’nin milli emellere ilişkin 11. maddesi, Koçaryan’ın zaman zaman
konuşmalarında değindiği "Batı Ermenistan"dan yani Türk
topraklarından söz ediyor. Nitekim Koçaryan, 21 Kasım 1998’de Gürcistan’a
yaptığı ziyaret sırasındaki basın toplantısında "Batı Ermenistan’ın
işgal altında olduğunu" söylemişti.

Türkiye, bu sözlere gülüp geçer… Ama, Koçaryan’ın bilmesi gereken
bir şey var. Bu da, Ermenistan yöneticilerinin kin ve düşmanlığı körükleyen
bu tür saplantılardan kendilerini kurtaramadıkları ve uluslararası alanda sözde
soykırımının tanınması girişimlerini sürdürdükleri sürece, Türkiye
ile ilişkilerin düzelebileceğinden umudu kesmeleridir.

Gündüz Aktan : Pandora’nın kutusu – Radikal

Ermeni olayına ilişkin gelişmeler, şu veya bu şekilde, bir sona doğru
ilerlediğimizi gösteriyor. Mücadeleyi güçlü olduğumuz hukuk alanına çekemezsek
ve eskisi gibi tarih araştırmalarıyla cevap vermeye çalışırsak,
yenilgiden kurtulmak mümkün değil. Bu saatten sonra kimse tarih okuyup, görüş
değiştiremez.

Hukuk bu olayların soykırım olmadığını söylüyor. Ama biraz hukuk
bilmek ve hukuktan korkmamak lazım. Bizim siyasilerimiz 15 yıllık PKK terörü
sırasında bir hafta sonlarını verip, terörün ne olduğuna ilişkin, değil
bir kitap, bir uzun bilimsel makale bile okumadılar. Bu yüzden söylemleri
‘kanı yerde kalmayacak’a inhisar etti. Bu defa da okuyacak zamanları
olmayacak. Söylemleri de o pek etkili ‘onlar bizi öldürdü’ ile sınırlı
kalacak.

Kısa bir zaman sonra, Fransa’nın yanına diğer AB ülkeleri parlamentolarının
aldığı karar ve yasalar katılacak; bunu ABD Kongresi izleyecek. Ardından
da, biz meleklerin cinsiyeti gibi, ‘sözleşme geriye işler mi’ sorunu üzerinde
skolastik bir tartışma içindeyken, Ermenilerin kişisel tazminat talepleri
birbiri ardından gelmeye başlayacak.

İsviçre gibi, gelişmiş bir ülke bile, kendisine yöneltilen haklı
Yahudi talepleri karşısında uyuyan antisemit tepki sonucu, oyları yüzde
20’yi geçen ‘turp’ gibi ırkçı bir partiye sahip oluverdi.
Bizde hiçbir şey olmasa, tüm enerjimiz büyük sorunlarımızdan çekilecek
ve Batı’ya karşı infial içinde tüketilecek. Zaten zayıf olan siyasi
iktidarlar, çaresizliğin derinleştiği bir ortamda çöküntü noktasına
gelecekler. Tek çıkışı, Batı düşmanlığında bulacaklar. Aynı dönemde,
zaten bize karşı önyargıları, Siyaset Meydanı’na katılan Fransız
gazetecinin de söylediği gibi, düşmanlık halini almış Batılı çevrelerin
genişlemesiyle, artık güvenliğimiz de etkilenmeye başlayacak.

Bu gidişi önlemenin tek yolu kendimizi savunma yeteneğine sahip olmak ve
bunu uygar biçimde yapmak. Bir yandan hukuk yoluna giderken, yani geçen yazımda
da sözünü ettiğim Daimi Hakemlik Mahkemesi’ne Fransa’yı davet ederken, diğer
yandan da siyasi bazı adımları atmak.

Pandora’nın kutusu açıldı. Biz açmadık. Açtılar. İçinden korkunç
tarih çıktı. Tarih-i kadim yani. Bu bizim tarihimiz. İlber Ortaylı’nın
dediği gibi, "Osmanlı’nın en uzun (ve acılı) yüzyılı". Bizim,
daha doğrusu, ana ve babalarımızın, dedelerimizin tüm güçleriyle unutmaya
çalıştığı, bizi geçmişe değil de ileriye bakmamız için, cahil bıraktığı
yüzyıl. Türk holokostunun yaşandığı, Türk ‘exodus’ünün cereyan ettiği
yüzyıl. Batılıların hafıza çalışmalarında bir türlü uyanmayan bizim
facialarımızın yüzyılı. Üzerine basacağımız son toprak parçasının
da elimizden alınmaya ve bir milletin tümüyle haymatloz yapılmaya çalışıldığı
yüzyıl.

Demek iskelet sayımı başladı. Siz Ermenilerinkini saymaya başladınız.
Çok güzel. Biz de Balkanlar’ı hatırlamalıyız. Hatırlayan var mı? Benim tüm
ailem oradan. Ama pek bir şey hatırlamıyorum. Ben içeri girdiğimde dedemin
ninemin kestikleri fısıldaşmalardan başka. Dedemin sekiz kardeşinin öldüğünü
bile kendisinin ölümünden yıllar sonra öğrendim. Rakamlar korkunç. Nasıl
oluyor da bir savaşın bir yılında 1.5 milyon Türk ve Müslüman ölüyor,
ancak yarım milyon canını kurtarmak için kendini Anadolu’ya atıyor? Bu
Bosna-Hersek’in öncüsü, ondan defalarca ağır katliam soykırım değilse
nedir peki?

Bunun Ermenilerin canını nasıl sıktığını biliyorum. Çünkü tek
mazlum ve mağdur onlar olmalılar. Ne yazık ki değiller. TBMM, 93 Harbi’ni ve
Balkan Savaşları’nı soykırım ilan etmeli. Kimseden bir şey talep etmek için
değil. Hatırlamak ve ağlamak için.

Biliyoruz, Soykırım Sözleşmesi geriye işlemiyor. Zaten Balkanlar’ı
antlaşmalarla vermişiz. Hiçbir şey talep edemeyiz. Ama yine de umut var.
Belki Ermenilerin kişisel talepleri hukuken yerine getirilebilir. İşte o
zaman, neden olmasın, Selanik Volos arasındaki İmrahoroğlu çiftliği de
belki yine bizim olur. Ermenilerinkilerin bizim olası kişisel taleplerimizden
farkı ne ki?

Ne dediniz, Balkanlar’da olanlar soykırım değil mi? Siz Türk entelektüeli
misiniz?

Yorumlar kapatıldı.