Hürriyet’den İsmet Solak Koçaryan’ın açıklamasını değerlendirip, Taner Akçam’ı suçluyor. Aynı gazeteden Fatih Altaylı ise tutumu nedeniyle “Türk Aydını”nı eleştirip, dedesini Ermenilerin katletdiğini söylüyor. Şükrü Elekdağ ise Koçaryan’ın açıklamasının medya tarafından yalnış değerlendirildiğini söyleyip, açıklama üzerine kendi yorumunu getiriyor. Gündüz Aktan ise konunun Türkiye için çözümünün hukuktan geçtiğini ve yapılması gerekenin konuyu uluslarası hukuk ile halletmek olduğunu söylüyor.
İsmet Solak: Barıştırıcı değil karıştırıcı…
– Hürriyet
SÖZDE Ermeni soykırımı iddialarını araştırmakta geciktik.
Ayağımıza basılınca yaygarayı basıyoruz:
– Haksızlık yapılıyor. Tarihi gerçeklere uymuyor…
Uyuyor ya da uymuyor…
Önce, belgeleri inceleyerek tarihi gerçekleri ortaya koymamız, sonra da,
her ortamda enine boyuna tartışmamız gerekiyor.
Bu konuda televizyondaki programların artmasına seviniyorum.
Asıl tehlike, dünyanın dört bir yanında hazırlanan tuzaklarda yatıyor.
Pek çok ülkede bu tür hazırlıkların olduğu belli oldu.
Zaten, Ermenistan Cumhurbaşkanı Koçaryan da Paris’te mesajını verdi:
– Hukuken toprak talebimiz yoktur, ama fertlerin talepleri olabilir.
Bunun tercümesi nedir?
– Ey Ermeni diasporası, bakınız, şu anda artık bir yasanız da oldu.
Yani Türkiye’den tazminat talebinde bulunabileceğiniz aşamaya geldiniz.
ASALA olayını araştıran yazar Ercan Çitlioğlu, BRT’de, benim programımda
bu gerçeği açıkladı. Dün de Münih’te, Alman-Türk Federasyonu’nda anlattı:
– Koçaryan, hukuken talebimiz yok ama fiilen olabilir, demeye getiriyor.
ABD’de geçen hafta yapılan, ‘Ermeniler Kurulu’ toplantısında, bir Eyalet
Mahkemesi’nden çıkacak kararın Fransa’daki yasaya dayanak olacağı söylendi.
Çitlioğlu, bir acı gerçeği daha vurguladı:
– Dışişleri Bakanı İsmail Cem haklı. Bu bir postmodern faşizmdir. Faşizm
denince, bugün artık gamalı haçlarla yürüyen veya kara gömleklerini
giyerek ‘Yaşa Mussolini’ diye bağıranları görmek mümkün değil.
– Türkiye şu anda, düşünsel bir soykırımın kurbanıdır. Soykırım
dendiği zaman; ille bir ırkı, dinsel ya da etnik bir grubu yok etmeye yönelik
bir kavram gibi algılamayalım. Kanada’dan Avustralya’ya, Rusya’dan Arjantin’e,
Fransa’dan İtalya’ya uzanan çok geniş cephede, düşünsel soykırıma tabi
bir millet durumuna düştük.
– Soykırım, zamanaşımına bağlı bir suç değil. Torunlarımız, ataları
soykırım suçunu işlemiş bir ırkın mensupları olarak dünyaya
gelecekler…
Böyle bir şeyi kabullenmek mümkün mü? Ancaak…
– Kimse, 1915’te hiçbir şey olmadı, demiyor. Birtakım olaylar olmuştur
ama, savaş koşullarında olmuştur. İki taraftan da hayatlarını kaybedenler
olmuştur. Fakat, bunları asla bir soykırım içinde görmek mümkün değildir.
Batı’nın tuzağında, işte bu düşünsel soykırım olgusu da yatıyor.
Hulki Cevizoğlu bize, genç bir araştırmacıyı tanıştırdı.
Politika sosyoloğu Gürbüz Evren gibi; ayakları yere basan, araştırdığını
somut belgelerle anlatan, dış düşmanlardan önce içimizdeki hainlere tarihi
belgelerle karşı koyan, yalanların üstüne hakikat mührü basan bilgili ve
ilgili genç kuşaklara ihtiyacımız var. Geleceğe umutla bakmak istiyoruz.
Ermenistan’dan Almanya’ya, oradan ABD’ye uzanan hatta ihanet kozalarını ören
Taner Akçam mı? Aslında o da aydın ve namuslu bir babanın oğludur.
Ama kendi kafası bulaşıktır. Barıştırıcı değil karıştırıcıdır.
Fatih Altaylı: Ermeni yalanlarına biz de mi
inanalım! – Hürriyet
MİLLİYET Gazetesi’nin ‘‘ombudsman’’ı ve CNN Türk’ün S&C
programı sunucusu Yavuz Baydar, Ertuğrul Özkök’e küçük bir mektup yollamıştı
geçenlerde.
Yavuz Baydar kimi Ermeni tezlerinin doğruluğuna işaret edercesine, tarihi
bir takım olayları aktarıyor ve bunlardan birine tanık olarak da dönemin
ABD Büyükelçisi Henry Morgenthau’yu ve onun bir meseledeki arabuluculuğunu gösteriyordu.
Özkök bu mektubu cumartesi günü köşesinde değerlendirdi. Mektup ilginç olmakla beraber, tipik Türk aydını tavrını içeriyordu.
Yabancı kaynaklardaki Türk ve Türkiye aleyhtarlığından etkilenmek
olarak özetlenebilecek bir tavırdı bu.
Yavuz Baydar’ın Amerikan Büyükelçisi olma sıfatıyla ‘‘güvenilir’’
bulduğunu zannettiğim Morgenthau, aslında bu konuda hiç de güvenilir biri
değil.
Tam aksine, yalancılıkla sabıkalı. Bunu ben söylemiyorum, Musevi bir araştırmacı söylüyor.
Türkleri Ermeni soykırımı yapmış bir ulus olarak göstermeye çalışanların
kütüphanelere yığdığı yaklaşık 27 bin eser varken, bu iddialara gerçeklerle
yanıt vermeye çalışan yayın sayısı 35.
Bu 27 bine yakın kitap, haçlılardan bu yana Avrupalının
‘‘barbar’’ diye nitelendirmeye bayıldığı Türkleri, Avrupalıya
istediği şekilde gösteren kitaplar.
ABD Büyükelçisi Morgenthau’nun dönemle ilgili olarak yazdığı ve Ermeni
iddialarını doğru olarak gösteren kitap da bunlardan biri. Ancak Musevi araştırmacı Profesör Heathlowry, ‘‘Büyükelçi
Morgenthau’nun Öyküsü’’ adlı kitabında Morgenthau’nun bir yalancı olduğunu,
yine Morgenthau’nun belgelerine dayanarak kanıtlıyor. Profesör Heathlowry,
Morgenthau’nun arşivini bağışladığı üniversitede yaptığı araştırmalar
sonucunda, büyükelçinin tarihi gerçekleri siyasal çıkarlar uğruna saptırdığını
ve olaylara kendi istediği şekli verdiğini belgeliyor.
Eski bakanlardan, yazar Mehmet Turgut da, ‘‘Türkiye Gerçeği ve Bask
Modeli’’ adlı kitabında Amiral Bristol’ün aynı yıllarda ABD Dışişleri’ne
yazdığı bir mektuptan alıntı yapmış.
Amiral Bristol mektubunda kendi dışişlerini uyararak, ‘‘Ermenilere
inanmayın. Çok gürültü yapıyorlar ama asıl katliam yapan kendileri’’
diyor. Bu yüzden özeleştiri yapacak olan Türk aydınlarının da dikkatli olması
gerekiyor.
Gerçeği bulacağız diye, dürüst olacağız, aydın namusunu koruyacağız
diye yalan ve yanlış kaynaklardan yola çıkarak kendimizi suçlu görmemiz doğru
değil.
Ermenilerin yıllardır yaptığı müthiş propagandaya inanmak, etkisinde
kalmak bizim işimiz değil. Bunu iki kuşak öncesi Ermeni çeteciler tarafından dedesi kesilmiş biri
olarak söylüyorum.
Çok sevdiği dedesi tarafından Charles Aznavour plağı dinlediği için
azarlanan biri olarak söylüyorum.
Yatak odasında, başucundaki dolapta, Ermeniler tarafından katledilen
atalarının sancağını saklayan biri olarak söylüyorum.
Yorumlar kapatıldı.