Müzisyen Arto Tunçboyacıyan yaptığı müzikleri ve müziğe bakışını anlattığı röportajında, Anadolu’dan beslendiğini söyledi ve son tasarılarla ilgili yorumda bulundu
Anadolu Benim Ruhum
“Zaman içinde kulağımla görmeyi, gözümle konuşmayı ağzımla dinlemeyi öğrendim. Öyle yaşıyorum. Bir resme baktığım zaman onun sesini duyabiliyorum. Müzik dinlediğim zaman duyduğumu görüyorum” diyor ünlü perküsyoncu Arto Tunçboyacıyan. Konuşurken etrafına öyle pozitif bir enerji yayıyor ki, ‘kulakla da görülür mü’ diye sorgulamadan inanıyorsunuz hemen söylediklerine!
Yedi yaşında ağabeyi Onno Tunç’un sahneye ‘ittiği’ günden beri, yani 37 yıldır müziğin içinde, 20 yıldır da Amerika’da yaşıyor. Merkez üssü New York ama nerede kafasına yatan proje varsa derhal o projeye dahil oluyor.
Arto Tunçboyacıyan, şimdi üç koldan geliyor. Film müziklerini (‘Avcı’ ve ‘Hemşo’) topladığı ‘Aile Muhabbeti’ adlı albümü raflardaki yerini aldı. 12 kişiden oluşan Ermeni Bahriye Korosu’yla (Armenian Navy Band) İstanbul’da kaydettiği ‘New Apricot’ adlı albüm şubat sonunda Universal Müzik’ten çıkıyor. Ünlü saksofoncu Paul Winter’la kaydettiği ‘Every Day is a New Life’ (Her Gün Yeni Bir Hayattır) adlı albüm Amerika’da yayımlandı, bizde ise muhtemelen mart başında İmaj Müzik’ten çıkacak.
Sürekli başka müzisyenlere destek veriyorsunuz, yeni projelere dahil oluyorsunuz…
Bir grup kuruyorsun, aile gibi oluyorsun. Hepimiz başka yönlerden olsak bile beraber aynı yöne doğru gidiyoruz. O zaman o aile büyüyor. Bazan başka yönlere gitmek isteyenler oluyor. Benim illa şahsi bir şeyler yapayım diye bir iddiam yok. Sadece tek bir projeye bağlı kalmadım şimdiye kadar. Sevdiğim proje nerede olursa gidiyorum.
Sonuna kadar böyle mi gidecek? Bir süre sonra insanın kafası karışmıyor mu, yoksa müzik zaten böyle bir şey mi?
Benim mayam öyle herhalde. Mesela burada Ermeni olup Türklerle, Rumlarla, Süryanilerle yaşamayı öğrenmek, aynı şey… Asıl mesele kendi kişiliğini hiçbir zaman kaybetmeden uyum sağlayabilmek. Bu yüzden müziğimin adına avangart folk diyorum. Folk benim özüm. Özüm Anadolu. Avangart ise özünü kaybetmeden açıl açılabildiğin kadar. Benden çok çok daha iyileri var ama benim gibi bir tane daha yok. Ben Amerika’ya Charlie olmaya gitmedim. Yüz binlerce var orada, ben mi eksik kaldım. Başka bir lezzet getirdiğin zaman adam seni oturup dinliyor. Ermeni olmakla, Türk olmakla ilgisi yok.
Siz müziğin elektronikleşmesine şiddetle karşı çıkıyordunuz. Son zamanlarda elektronik müzik iyice etkinliğini arttırdı. Fikriniz değişti mi?
Ben müziğin temelinin elektronik enstrümanlar olduğuna inananlardan değilim. Elektronik enstrüman bir fikir, gerçek değil. Fikrine yardımcı olabilecek bir şey. Mesela elektronik alette bir düğme var hatanı düzeltiyor. Güzel,
ama bu sefer de insanlar hatalarından ders almayı, üzerine kafa yormayı unutuyor. İki kere iki kaç? Hesaplamak için hemen hesap makinesi çıkartıyorlar, üzerine düşünmüyorlar. Yoksa bir imkân enstrüman. Sende bir şey yoksa alet bir şey yapamaz. Teknolojiyi kullanmaya karşı değilim, ona tamamen teslim olmaya karşıyım.
Küresel dünyada etnik müziği nasıl bir gelecek bekliyor?
Avangart folk. Özünü kaybetmeden ne kadar gelişebilirsen geliş. Hiçbir sınırı yok. Açılabildiğin kadar açıl. Sevmesen de kabul etmen lazım. Bu seni de genişletiyor. Bir tarzı sevmesen bile kötü demiyorsun, zaman geliyor o tarzı anlamaya başlıyorsun. Avangart hiçbir şeye kapalı değil. Folk benim özüm. Dünya müziği palavra aslında. Dünyadaki bütün memleketlerden birer tane adam koysan sahne bulamazsın! Atıyorum bir Türk, bir Alman, bir İngilizle bir araya gelip müzik yaparsa bu dünya müziği mi oluyor. Nerede Etiyopya müziği… Avangart folk benim için daha geniş dünya müziğinden. Küreselleşmenin birleşik sesi avangart folk.
Sinemayla aranız nasıl? ‘Hemşo’nun müziğinde sizin imzanız var ama Nezih Ünen çıktı filmin müziğini kendisinin yaptığını iddia etti.
Boşver sinemayı, ben doğru dürüst film bile izlemiyorum. ‘Avcı’ için yaptığım müziği ‘Aile Muhabbeti’ adlı bir albümde toplamak için İmaj Stüdyosu’nda çalışıyordum. ‘Hemşo’nun yapımcıları geldi, dinleyip beğendiler. Filmde kullanmak için izin istediler. Ben bir kısmının ‘Avcı’da kullanıldığını söyledim. Fark etmez dediler. Beğendikleri parçaların telifini ödeyip aldılar. Durum bundan ibaret.
Yani özel olarak ‘Hemşo’ için oturup müzik yapmadınız.
Ben müziğimi teorik olarak yazmıyorum, içimden ne geliyorsa öyle. Filme göre yapmıyorum.
Ama şu var; ben zaman içinde kulağımla görmeyi, gözümle konuşmayı ağzımla dinlemeyi öğrendim. Öyle yaşıyorum. Bir resme baktığım zaman onun sesini duyabiliyorum. Müzik dinlediğim zaman duyduğumu görüyorum.
Kulağınızla görmeyi, gözünüzle konuşmayı öğrendiğinize göre iyi müziğin tarifini de yaparsınız…
Kime göre iyi müzik? Teorik olarak analiz edersen iyi müzisyen kötü müzisyen bulabilirsin. Müziği iyi ya da kötü yapan müzisyen. Ama şu var, bu önemli: İyi değil diye kötü dememek lazım…
Doğduğunuz topraklardan, Anadolu’dan besleniyorsunuz, Anadolu nasıl bir besin kaynağı müziğiniz için?
Anadolu’dan beslenmiyorum Anadolu ben’im. Anadolu benim vücudum, teorik temelim, ruhum. Şu gördüğünüz bedenim bugünkü ruhumun resmi… Dışarıya baktığın zaman kendini daha iyi görebilirsin. Kendimden çıkıp da dışarıya gitmiyorum. Nasıl bir besin kaynağı? Mevlana, Pir Sultan Abdal, åşık Veysel… o kadar çok var ki. Besin kaynağı senin içindeki öz. Mevlana’nın dediği söz: Ne olursan ol, gel. Bu sonsuz bir teori, sunsuz bir açıklık. Daha ötesi var mı? Bundan yararlanmamak aptallıktır. Bu sözü Meclis’e asmaları lazım. Birkaç sene önce üzerinde ‘ne mutlu insan olabilene’ yazan bir tişört giyiyordum burada. Az daha başım belaya giriyordu. Neymiş efendim ben Atatürk’e karşı mı geliyormuşum. Yahu insan olabilesin ki Türk’üm ya da Ermeni’yim diyebilesin.
Fransa parlamentosunun soykırımı tanımasından sonra Türkiye’de olup bitenleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kafa olarak bu tepkileri biliyorum, tecrübem var. Şimdi diyelim ki ben seni sevmiyorum. Ama oturuyoruz, konuşuyoruz. Kavga etmiyoruz. Beni kabul ediyorsun, ben seni kabul ediyorum. Birbirimize güvenmeyi öğrenmemiz lazım. Asıl mesele güven. Kendi içinde çatlakların varsa, başkalarına kırmak için fırsat veriyorsun. Sen insanları olduğun gibi kabul edersen işte dünya memleketi o zaman olursun. Öyle bir sistem kuracaksın ki ‘Burası işte benim memleketim’ diyebilsin insanlar…
Yorumlar kapatıldı.