Avni Özgürel olaya yapıcı bir bakış açısı getirip, yapılması gerekenleri sıralıyor. Ama Varlık Vergisi hakkında söyledikleri ise Ermenilerin yaşadıklarını “es” geçer nitelikte.
‘Fransa’da seçim var, siyasetçiler dört yüz bin oya tamah edip Ermeni
iddialarını kabul ettiler…’
Laf bu ve bu tahlil devlet katında ciddi ciddi kabul görmüş durumda…
Denilmek isteniyor ki "Fransa aslında bizi sever ve normal zamanda böyle
bir şeye asla izin vermez, seçim olmasa başımıza bu gelmezdi, ama yerel
politikacıların oy kaygısı hesapları altüst etti…"
Oysa hepimiz biliyoruz ki ABD, Fransa, Almanya ve diğerleri ciddi devletler
ve uluslararası ilişkilerini, tamamı seçmen olup tek bir parti lehine oy
kullansa bile sonucu yüzde bir oranında etkileyebilecek azınlığın
taleplerine göre düzenleyeceklerini sanmak safdillik.
Şurası çok açık: Türkiye Avrupa Birliği üyeliği talebinden bugün
vazgeçse yarından itibaren karşısına ne Ermeni sorunu, ne insan hakları
ihlalleri ne Kürt meselesinden söz eden çıkacak. Hatta şimdi kucakta
gezdirilenler öyle bir durumda pataklanabilir dahi. Türkiye’nin anlamak
istemediği ama Batı’nın akil adamlarının yer yer nezaket sınırlarını aşarak
söylemeye çalıştıklarının özeti bu.
Lozan’da İsmet Paşa’ya, "Galipsiniz ve şimdi bütün taleplerimizi
cebimize koyuyoruz. Ama yarın bir şeyler istemek için geleceksiniz. O zaman
bunları birer birer masaya çıkaracağız…" dememişler miydi? Dolayısıyla
ortalıkta şaşılacak bir şey, dostluğa, ittifaka ihanet, duygusallık falan
yok. Her devlet kendi ulusal çıkarlarını koruyup kollamanın peşinde. Bizim
özürlü halimiz sebebiyle meram anlatamayışımız da kimsenin sorunu değil.
Herkese küsemeyiz
Bu açıdan bakıldığında ben Fransız parlamentosunun tasarıyı
benimsemesinin neticede ‘bin nasihattan evla’ olacağı kanaatindeyim. Ne
bekliyordu bizim dişişleri? J. Chirac’ın da tıpkı ABD Başkanı gibi
parlamento nezdinde devreye girip ‘Haklısınız ama ulusal çıkarlarımız
v.s. var’ diyerek tasarıyı oylatmamasını… Fransa Cumhurbaşkanı bunu
‘Soykırım gerçeği inkâr edilemez’ gerekçesine bağlasaydı dahi sonucu öpüp
başımızın üzerine koyacaktık. Bill Clinton’ın, ‘Evet, Ermeni soykırım
olmuştur’ beyanının üzerinde durduk mu ki Chirac’dan rahatsız olalım?
Türk Dışişleri’nin zevahiri kurtarma; durumun kabul edilmesine ses çıkarmayıp
sadece tescil edilmesine engel olma pozisyonu bozuldu Paris’te. (*) Şayet bu
karar Ankara’nın aklını başına getirir ve iletişim teknolojisinin sunduğu
olanakları kullanıp kökten bir tavır değişikliğine gidilmesini sağlarsa
‘hayırlı bir musibet’ dahi sayılabilir. Şu ana kadar Fransa’ya gösterilen
tepkinin ise akla temas eden bir yanı yok. Hatta tamamı çocukça! Uydu
ihalesinin iptalinden tutun taksicilerin Fransız müşteri almama kararına, Türkiye’ye
güvenip burada yatırım yapmış Fransız şirketlerinin mallarına boykoka,
TRT’nin Fransız filmleri oynatmama komikliğine kadar.
Bu kafayla yarın diğer devletler benzer karar alsa hepsine küsüp
kendimizi odaya kitleyeceğimizi düşündüren bir garip otofaji tablosu. Oysa
devletlerin politikası ne olursa olsun her şartta bizim için önemli olan dünya
kamuoyu. Parlamentolarında karar almış olsunlar olmasınlar toplumların Türk
ulusunun soykırım suçu işlediğine inanmaları bunu yasaya dönüştürmelerinden
daha mı az vahim? (**)
Önerim şu: Devletin elinin altında bir tanıtma fonu var. Burada toplanan
milyonlarca doların incir çekirdiği festivalinden sarımsak festivaline dağıtıldığını
hepimiz biliyoruz. Ayrıca doğrudan Başbakan Bülent Ecevit’in tasarrufunda
bir hesaba göre yılda 200 milyon doları bulan örtülü ödenek var. Bu
kaynaklardan şu ana kadar Ermeni lobisinin propagandasını bertaraf etmeye yönelik
olarak dişe dokunur bir harcama yapıldığını hiç sanmıyorum. Bildiğim
tek ciddi faaliyet MGK Genel Sekreterliği ve Mehmetçik Vakfı desteğinde araştırmacılara
yönelik önemli bilimsel yayınların ve dokümantasyon yayınının gerçekleştirildiği..
Tanıtım kampanyası
Kanımca mevcut kaynaklar bugün için en etkili propaganda gücüne sahip
Amerikan sineması başta olmak üzere İngiliz, Fransız ve Rus sinemasıyla
ortak yapımlar için seferber edilebilir. Ancak bunda da ‘Parayı veren düdüğü
çalar’ misali Türklerin haklılığını kanıtlamak fikrinden değil, şavaşın
gerek Türk gerekse Ermeni halkına yaşattığı acıları yansıtmak düşüncesinden
yola çıkılırsa hedefe varılabilir. Keza akademik saygınlıkları olan üniversiteler
öne alınarak ve sonucun ne olacağına bakılmaksızın 1915’te yaşananların
araştırılmasına dönük her türlü akademik çalışma desteklenebilir. (Bu
işin YÖK’e emanet edilmeyecek kadar ciddi olduğunu hatırlatmaya gerek yok)
Bir tasarı vesilesiyle yumurta kapıya gelince paralı resmi ilanlar organize
ederek değil, uygun zamanlarda şimdiye kadar bu alanda araştırma yapmış ve
eser vermiş tarihçilerin çalışmalarının her dilde ve her düzeyde insanın
yararlanabileceği farklı formlarda dünya kamuoyunun istifadesine sunulması
desteklenebilir. (Mısır terörist saldırının doğurduğu ürküntüyü
telafi için ünlü romancılara milyonlarca dolar yağdırıp piramit
efsaneleri üzerine yazmalarını sağlamıştı…)
Sonuç olarak Fransız parlamentosunun kararı gözümüzdeki perdenin kalkmasını
sağlarsa kârlı çıkarız. Yoksa sözünü ettiğim meblağların onlarca katını
günün birinde tazminat adı altında öderiz… AB zorlu bir süreç,
‘arabesk’e açık ama ‘alaturkalığa’ kapalı. Zihniyet dünyamızı ne kadar
çabuk çağa uydurursak o kadar az kaybederiz…
(*) Bu satırları yazarken Balkan Harbi’ne girişimizin öyküsü geldi aklıma.
O zaman da hamakat örnekleri sergileyen Hakkı Paşa (Roma Elçiliği’nden
gelmişti) ardından Asım Paşa (Balkanlar’dan gelmişti) Hariciye Vekilliğimizi
yaptılar. Harpten sadece iki hafta önce Asım Paşa, Mebusan Meclisi’nde ‘
Balkanlar’dan imanım kadar eminim..’ diyordu. Gariban buna o kadar inanmıştı
ki, iki hafta sonra bize karşı ayaklanacak ittifakın önemli gücü Sırbistan’ın
İngiltere’den satın aldığı topların kendi toprakları üzerinden nakline
Avusturya’nın izin vermemesi üzerine silahların deniz yoluyla bizim Selanik
limanına getirilip oradan Belgrad’a gönderilmesini sağlamıştı.
Hariciyemizin başarı (!) hanesinde, bu savaşın öncesinde Kiliseler Kanunu
diye anılan ve Balkanlar’da müstakil kilise olma iddiasındaki ulusal dini
merkezler arasındaki ihtilafı çözüp sorunları kalmayan devletlerin
aleyhimize birlik kurmasının zeminini hazırlamak da vardır..
(**) Salkım Hanım’ın Taneleri filmini hatırlıyorsunuz. Yılmaz
Karakoyunlu’nun romanını Etyen Mahçupyan senaryolaştırmıştı. Konu malum,
Varlık Vergisi. 2. Dünya Savaşı ortamında Almanya’ya yakın duran Ankara’nın
çıkardığı öfke yasasının mağdurları da, aralarında tek tük Türk,
Ermeni, Rum olsa da esas olarak Yahudilerdi. Zaten eser de öyle. Ama film çekim
sırasında Yahudi cemaati ibadethanelerinin kullanılmasına izin vermediği
gerekçesiyle Ermeniler üzerine kurulu çıktı. Dolayısıyla seyredenler de ‘
Sadece Osmanlı döneminde değil Cumhuriyet döneminde de Türkler diğer azınlıklardan
ayrı olarak Ermenilere az çektirmemişler’ inancıyla salondan ayrıldılar.
Filmi devlet televizyonu TRT’nin eliyle yapıp Oscar adayı olarak ABD’ye bile göndermiştik!.
Galalar v.s. Ama TRT filmi yayınlayamadı!..
Yorumlar kapatıldı.