Okuyucularımızın istemlerini dikkate alarak bu yazımızda soykırımı kavramının hukuksal yönü üzerinde duracağız.
Lemkin’in girişimleriyle soykırımı suçu Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda 1946’da alınan bir kararla tanımlandı. Sonra da, “Soykırımı Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” BM’de 9 Aralık 1948’de oylanarak üye devletlerin imzasına açıldı. 1951’de yürürlüğe giren sözleşmeyi, Türkiye aynı yıl, Ermenistan da 1991’de onayladı.
Sözleşme, 2. maddesinde soykırımı şöyle tanımlanıyor:
“Bu sözleşmede, soykırımının anlamı, aşağıya sayılan fiillerin, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, bu niteliği yüzünden, kısmen veya tamamen yok etmek kastıyla işlenmesidir:
a) Grup üyelerinin öldürülmesi;
b) Grup üyelerinin fiziki ve zihni sağlığını bozucu eylemler;
c) Grubun, kısmen veya tamamen fizik varlığının yok olmasına neden olacak yaşam koşullarına tabi tutulması;
d) Grup içi doğumları önleyici önlemler alınması;
e) Gruba ait çocukların zorla başka bir gruba transfer edilmeleri.”
Görüleceği üzere, soykırımı suçunun varlığının iddia edilebilmesi için şu üç temel unsurun mevcut olması gerekiyor: 1) Ulusal, ırksal, etnik veya dinsel bir grubun varlığı. 2) Bu gruplar mensuplarının, öldürülmelerini veya varlıklarının son bulmasını amaçlayan eylemlere tabi tutulmaları. 3) Hedef alınan grubu “kısmen veya tamamen yok etme kastı”nın mevcut olması.
Brezilya’nın Amazon, Paraguay’ın da Guaki Kızılderililerine karşı soykırımı suçu işlediklerine dair şikayetler 1969 ve 1974’te BM’ye intikal ettiği zaman, suçluların ve kurbanlarının teşhisinde hiçbir zorlukla karşılaşılmadı. Ancak, “yok etme kastının mevcudiyeti” kanıtlanamadığından anılan devletlerin suçlanmaları mümkün olmadı. (Genocide, Leo Kuper, Yale University Press, 1981, s: 34)
Anlaşılacağı üzere, bir eylemin soykırımı olmasındaki tayin edici unsur yok etme kastının mevcudiyetidir.
Bu da, Ermeni iddialarının geçersizliğini ortaya koyuyor. Çünkü, Meşrutiyet hükümetinin Ermeni toplumunu yok etme hususunda hiçbir kastı veya planı olmamıştır. Zorunlu göç olayı, İstanbul ve İzmir dışında kalan Ermeni halkının isyan eden ve düşmanla işbirliği yapan bölümüne karşı Osmanlı devletinin varlığını koruma hakkı çerçevesinde uygulanan meşru ve hukuken haklı bir önlemdir.
Erivan da bunu çok iyi biliyor. Aksi takdirde, sözleşmenin 9. maddesinin kendisine sağladığı haktan yararlanarak soykırımı konusundaki iddiasını kanıtlamak amacıyla Uluslararası Adalet Divanı’na gitmez miydi?
Yorumlar kapatıldı.