Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, sözde Ermeni soykırım iddialarını yasalaştıran Fransa’nın Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’a sert bir mektup gönderdi. Selçuk, Fransa Ulusal Meclisi’nin benimsediği metnin, kendi tarihinde yaşanan üzücü sayfaların Fransızların bilinç altında yumaklaştırdığı suçluluk duygusuyla Türk halkını sanık sandalyesine oturtarak kendini rahatlatma çabasının bir ürünü olduğunu vurguladı.
Selçuk, Chirac’a bugün iki sayfadan oluşan bir mektup gönderdi. Selçuk, “Sayın Cumhurbaşkanı” hitabıyla başladığı mektubunda şunları kaydetti:
“İnanınız ki, bu mektubu, Fransız Ulusal Meclisi’nin (Fransa, 1915’te Ermenilere yapılan soykırımı tanır) diyen yasayı benimsemesinin ülkemde uyandırdığı tepki üzerine yazmıyorum. Mektubumu bir süre bekledikten sonra bilimin soğukkanlı mantığı ile kaleme alıyorum.
Meclisinizin kararının, Kartezyen mantığın geliştirdiği Fransız kültüründen ve hukukundan yıllardan beri beslenen bir hukukçu olarak beni düşkırıklığına uğrattığını vurgulamak zorundayım. Bilindiği gibi konu özellikle iki disiplini ilgilendirmektedir: Tarih ve hukuk.
Tarih, her olayda olduğu gibi, bunda da, bütün geçmişi a’dan z’ye inceleyerek saptamalar yapacak, hukuk da (soykırım) kavramının evrensel tanımının ışığında, yaşanan olaya hukuksal tanıyı koyacaktır. Oysa, Türk tarihinin geçmişiyle ilgili bu sayfası hakkında bütün belgeler ve bilgiler henüz incelenip tüketilmemiştir. Bu yüzden de hukuk, tarihin saptamasını beklemek zorundadır.
Durum böyle iken, Kartezyen yöntemin anayurdu Fransa’da meclisinizin tarihin son sözünü söylemediği bir konuda, tarih ve hukukun yerine geçerek inanılmaz bir ivedilikle kesin yargılarda bulunması, Descartes’ın, Montesquieu’nun, Durkheim’ın, Sartre’ın, Foucault’un ürünü o görkemli Fransız kültür ve bilimine denk düşmüyor, ters düşüyor. Acaba Fransa, siyasi çıkarları söz konusu olduğunda kendi yarattığı düşün dünyasını yadsıyacak kadar etik bir çöküşün içinde midir? Eğer öyleyse, meclisin kararı, bu çöküşün ve bir ’kültürel-bilimsel soykırım’ın belgesi olarak tarihte yer alacak demektir.
İşte bu yüzden, Fransa’ya karşın böyle bir ’kültürel-bilimsel soykırım’a ilkin bilim adına, başta siz olmak üzere, hepimiz karşı çıkmalıyız.
Bu da yetmez. Barış adına da karşı çıkmalıyız. Gerçekten, böyle bir karar, takdir buyuracağınız gibi, TBMM’nin Saint-Barthelemy, Vendee ve Cezayir katliamları konusunda aynı yönde kararlar almasını destekleyen girişimlere gerekçe olmaya her zaman açık uçlu bulunacaktır.
Zira bu konularda, benim halkımın ve onun temsilcisi TBMM’nin bir araştırma yapmasına bile gerek yoktur. Çünkü, bizzat Fransız tarihçilerinin ve hukukçularının yazdıkları tarih ve hukuk, Saint-Barthelemy ve Vendee’de yaşananların birer soykırım olduğu yolunda kesin yargıyı çoktan vermiş bulunmaktadırlar. Cezayir katliamı ise belleklerde tazeliğini bugün de korumaktadır.
Üstelik, bu son katliam, 5 Eylül 1960’ta, aralarında de Beauvoir, Breton, Duras, Guerin, Lefebvre, Maspero, Masson, Rolland, Roy, Sarraute, Sartre, Signoret gibi dünyaca ünlü 121 aydının yayımladığı ’Cezayir savaşına katılmama hakkı konusunda bildiri’de Fransız militarizminin ırkçı ve ideolojik egemenliğine Fransız ordusunun araç yapıldığı, ulusal kurtuluş savaşı yapan ’ezilen halkı’ yok etmeye kalkıştığı, özetle soykırımda bulunduğu vurgulanmış, bu soykırım cürmüne ortak olmamaları için Fransız yurttaşlarına orduya katılmama çağrısı yapılmıştır.
Barış adına yapılan bu insanca girişimi, size anımsatmak isterim. Aynı gün, Fransa’da başlayan Francis Jeanson davası ise, tarihinizin bu trajik sayfasını belgeleyen ve Fransız adalet tarihini kirleten yeni bir Dreyfus davasına dönüşmüştür.
Geçen Kasım ayında, General Jacques Massu ve General Paul Aussareases, bütün dünyanın gözleri önünde Cezayir’de işkence gören, öldürülen ve yitip giden suçsuz insanların dökümünü açıklayarak günah çıkardılar.
Fransız Ulusal Meclisi’nin benimsediği metin, bana öyle geliyor ki, kendi tarihinde yaşanan bu üzücü sayfaların Fransızların bilinçaltında yumaklaştırdığı suçluluk duygusuyla benim halkımı sanık sandalyesine oturtarak kendini rahatlatma çabasının bir ürünüdür. Ancak hukukta ’olmuş, olmamış sayılamaz.’
Doğrusu bu konuda ekselanslarının görüşlerini merak ediyorum. Eğer her ulus böylesine birbirleriyle yarışmaya girerse ve öç-rövanş almaya kalkışırsa; tarih ve hukuk böylesine bir yavanlıkla ve hafiflikle siyasete malzeme yapılırsa, insanlığın özlediği barışa nasıl erişilebilir?
Öyleyse, bu karara barış ve insanlık adına da şiddetle karşı çıkmalıyız ve onu kınamalıyız.
Bütün bunları gözeterek, Sayın Cumhurbaşkanı, Fransız Ulusal Meclisi’nce benimsenen yasanın geçersiz kılınması için bütün hukuksal yollara başvuracağınıza inanıyor, saygılarımın kabulünü diliyorum.”
Yorumlar kapatıldı.