Beşir Ayvazoğlu: "Toplu vurdukça yürekler.." – Zaman
Sürekli adaletsizlik ve mutsuzluk üreten bir
sistem, güdümlü bir medya, korkunç bir gelir dengesizliği, akıllara
durgunluk veren yolsuzluk iddiaları ve birbirini takip eden operasyonlar; beri
yanda sırf başları örtülü olduğu için öğrenim hakları ilahiyat fakültelerinde
bile gasp edilen genç kızlar. Siz Türkiye’ye karşı düşmanlık hisleriyle
dolu bir Ermeni olsanız, ellerinizi ovuşturup "Şimdi tam zamanı! Bunlar
asla birleşip etkili bir tepki gösteremez!" demez misiniz? Ve devletin en
önemli mevkilerinden birini yıllarca işgal etmiş bir zatın birtakım gerçekleri
açıklayacağı iddiasıyla çıktığı televizyon ekranında ne kadar düşük
bir seviye sergilediğini görünce, aklınızdan "Bu zat, Türkiye’yi yönetenlerin
idrak seviyesini temsil ediyorsa benim işim kolay!" diye geçirmez
misiniz?
O halde ne yapmalı? Yapılacak ilk iş, iç barışı
temin edecek ciddi adımları atmak olmalıdır. Bir nicedir horlanan ve hırpalanan
milletin gönlünü almak, bazı aşırı grupların ve örgütlerin
faaliyetlerini bahane ederek dinle diyanetle cebelleşmekten vazgeçip laiklik
ve irtica kavramlarına "efrâdını câmi" agyârını mâni"
tarifler getirmek, demokrasi ve insan hakları meselesine ciddiyetle eğilmek ve
gelir dağılımındaki korkunç adaletsizliği giderecek köklü tedbirleri
almak. Siyasî partiler de din, milliyetçilik, sosyalizm vb. satmaktan vazgeçip
halkın karşısına projelerle çıkmalıdır. Daha da önemlisi, sistemi yavaş
yavaş İttihat ve Terakki alışkanlıklarından arındırmak. Kim ne derse
desin, ben Türkiye’yi hâlâ İttihat ve Terakki’nin yönettiği kanaatindeyim.
Sistemin gerisinde onun heyulâsı duruyor. Bugün yaşadığımız problemlerin
çoğu maalesef bu fırkanın kötü mirasıdır.
Erhan Baştyurt: Vizyon – Zaman
Türkiye’nin bu aşamada yapması gereken de 585
milyar dolar dış ticareti olan Fransa’yı, 5 milyar dolarlık ticarî boykotla
tehdit etmek olmamalı. Kaldı ki, bu durum Fransa’nın ikinci büyük yabancı
yatırımcımız ve beşinci büyük ihracat ülkemiz olması hasebiyle daha çok
Türkiye’yi yaralar.
Fransa’ya karşı yapılması gereken, misli ile
mukabele etmek. Yani, TBMM’nin oturup, Fransa’nın yaptığı soykırımları
bir yasa ile tanıması. Sonra da, Büyükelçi Gündüz Aktan’ın belirttiği
gibi halen hayatta olan ‘Fransa’nın Pinochetleri’ generalleri yakalamak ve yargılamak
için düğmeye basmak. Sonra da dost ülkelerin desteğini arayarak, cephe genişletmek.
Türkiye’nin bu haksız karar sebebiyle korkacak
hiçbir şeyi yok. Bırakın, geri dönen bumerang sebebiyle Fransa korksun!
Cevher Kantarcı: U-ta-nı-yo-ruuuuum! – Star
Kendi devleti, Türkler’in kestiğini kabul ettiği Ermeniler’i, Yahudiler’le
beraber anmaya hazırlanıp, buna kılıf ararken, Türkiye’ye iş bitirmeye
Ankara’ya gelen İngiliz Bakan Beverly Hughes’in, ‘Hükümetim, Ermeni iddialarını
tanımıyor’ diyerek, bizi keriz yerine koymasından da utanıyorum..
Koca koca üniversitelerimizin, Fransızca eğitimden vazgeçmek gibi bir çağ
dışılığı, uygulamaya koymalarından utanıyorum..Başbakanımızın çıkıp,
‘Türk ekonomisini zedelemeyecek şekilde, Fransa’ya ekonomik yaptırımlar
uygulayacağız’ demesinden utanıyorum..Çünkü, Türk ekonomisini
zedelemeyecek yaptırımların imkansız olduğunu, gayet net olarak görerek,
utanıyorum..Sadece Fransa’ya değil, daha pek çok Batı ülkesine yakayı fena
halde kaptırdığımızı ve herifler şu anda ne halt ederlerse etsinler,
bizim zarar görmeden hiçbir halt edemeyeceğimizi görerek utanıyorum..Heriflerin
bizimle, kedinin fare ile oynadığı gibi oynamak istemelerinden utanıyorum..
Veeeeee.. 2001 yılında, Türkiye’nin getirildiği noktaya bakıp, ‘Uyaaan Türkiye!’
diye bağırarak, kitleleri peşinden sürükleyecek yeni bir liderin, 70
milyonun içinden hálá çıkamamasına bakarak utanıyorum..Çıkmaya çalışanların
da, oraya buraya, içe dışa bağımlı olduklarını görerek, utanıyorum..U-TAAA-NIII-YOOO-RUUUUM!
Prof. Dr. İ. Reşat ÖZKAN (E. Müsteşar): Kuşatma Harekâtında Yeni Bir
Halka (1) – Cumhuriyet
Fransa Ulusal Meclisi Genel Kurulu, bundan iki buçuk yıl önce 29 Fransız
milletvekili tarafından verilmiş olan ”Ermeni Soykırımı” adı altında
bir yasa tasarısını 30 oyla ve oybirliğiyle kabul etti. Oturumda, tasarının
aleyhine hiçbir konuşma yapılmadı. Fransız hükümeti bu tasarının
engellenmesi konusunda hiçbir şey yapmamış olmakla, bu tasarıyı tezgâhlayanlarla
birlikte hareket ettiğini ve bu tasarının arkasında olduğunu, bir anlamda
kabul etmiştir. Fransız hükümetinin bu tavrı, Türk-Fransız ilişkilerine
bir meydan okumadan başka bir şey olmayıp Fransız yürütmesi, Türkiye’den
gelebilecek tepkilerin de umurunda olmadığını, fütursuzca ilan etmiştir.
Fransa’nın bu tutumunda, Türkiye’nin, özellikle son zamanlarda, bu tür
tehdit, dışlama ve aşağılama girişimleri karşısında takındığı
tepkisiz ve edilgen tavrın da rolü asla göz ardı edilemez.
Avrupa Parlamentosu’nda 15 Kasım 2000’de sözde bir ”Ermeni Soykırımı”
na atıf yapan önerinin kabul edilmesi karşısında da Türkiye bir iki çıkış
yapmış, ancak bu çıkışlarını bir somut aşamaya taşıyamamıştır.
Avrupa Birliği (AB) Nice zirvesinde kapsamlı ve kesin biçimde dışlanmış,
bununla birlikte, Türkiye, bir de sanki hiçbir şey olmamışçasına, hazırlamakta
olduğu Ulusal Programı’nı AB’ye sunmanın hazırlıkları içine girmiştir.
Türkiye’nin dış politika alanındaki böylesine bir kabulleniş içinde
bulunması, Fransa hükümetini de cesaretlendirmiştir. Fransa’nın ve öteki
Avrupalı ülkelerin, tek yanlı emperyalist ve kapitülasyoncu politikalarının
temelinde geçmişten gelen alışkanlıkları da yatmaktadır. Yasa tasarısının
Fransa’da kabul edimesi dolayısıyla daha önce yapmış olduğumuz bir değerlendirmeyi
de burada yinelemenin yararlı olacağı düşüncesindeyiz(*).
EROL MANİSALI: Fransa’dan Türkiye’ye Bakarken – Cumhuriyet
Bizim hatamız ne? Yanlışımız nerede?
Biz ise Türkiye olarak Avrupa karşısında elimizi kolumuzu kendimiz bağlayan
bir tutum içindeyiz. Üzerimize gelmeleri için kapıları kendimiz açtık.
Neler mi yaptık?
1) 6 yıl önce Brüksel’de öyle bir belge imzaladık ki ”kendimizi tek
yanlı olarak AB’ye bağladık” : Adeta, üstümüze istediğin gibi
gelebilirsin dedik. Bir sömürge durumuna düştük.
2) Aralık 1999’da içimize sindiremiyoruz diye diye, ”koşullu adaylığı”
kabul ettik. Bu Türkiye’yi almak için değil, ”sıkıştırmak” için
verilmiş göstermelik bir adaylıktı. Bunu bile anlamak istemedik. Tam anlamı
ile ”gaflet” içindeydik.
3) 2000’de Katılım Ortaklığı Belgesi’ndeki ağır dayatmalara önce
”hayır” dedik, birkaç hafta sonra da bunu da içimize sindirerek ”evet” e
çevirdik.
Fransızlar şöyle düşünmezler mi? ”Bütün bunlara evet diyen bir Türkiye,
Ermeni tasarısının meclisten geçmesine ne kadar karşı çıkabilir ki.”
Paris’ten çıkan karar büyük bir operasyonun küçük bir parçasıdır. Günlük
tepkilerden çok meselenin esasına girip ”yeni politikalar üzerinde” kafa
yormamız gerekir.
Türkiye, Avrupa’nın dizinde oturarak, ”ulusal olmayan ulusal programlar”
hazırlayarak yürütülmekte olan operasyonu engelleyemez.
Avrupa’nın dizinde oturduğumuz sürece sadece Fransızın sakalını çekebiliriz,
hepsi bu.
Önce Avrupa’nın kucağından kalkmamız gerekmiyor mu?
Hakan Tartan: Fransa’dan Yansıyanlar – Star
Fransa treni kaçtı, bundan sonrası bir fırsat!
Hiç kimse son karardan sonra Türkiye’ye sırt çevirmeyecektir. Türkiye’ye yönelik değerlendirmelerde de, yaklaşımlarda da değişme olmayacaktır. Bir gönül kırgınlığı! Elbette, hem de üst noktada. Türk halkı Fransa’yı
ve Fransız Parlamentosu’nda ‘haksız ve yanlış’ oy veren 51
milletvekilini unutmayacaktır.
Unutmamalıdır da. Ailelerde ve toplumda olduğu kadar, diplomaside de önemlidir ‘gönül alma’.
‘Yarım elma, gönül alma’ misali. Top Fransa’dadır. Bilinen değerlendirmeleri
yinelemek istemiyorum, ama biz de şu gerçekleri daha yüksek sesle dillendirmek durumundayız: ‘Nasıl olur da bir katliam iddiasında o yörede bulunan insanların neredeyse iki katı Ermeni’nin katledildiği iddia edilebilir.
– Doğa ve savaş koşulları neden dikkate alınmaz, es geçilir.
– Aynı yörede ölen onbinlerce Türk insanına nasıl göz yumulur.
Ermenistan’ın son dönemlerde izlediği ‘ikinci ve sert’ politikalar
kime, ne yarar sağlayacaktır. Bu politikalarla mı Ermeni halkı zenginleşecek, gelişecek, mutlu bir geleceğe koşacaktır. Bu politikalarla mı dünyadaki gerginlik tohumları ortadan kaldırılacaktır.
Ya bu anlayışı destekleyen kafalara ne demeli?
Şimdi Türkiye de çıkıp, Cezayir’le ilişkileri geliştirse, parlamentosunda ‘Cezayir’deki Fransız katliamını protesto etse, böyle bir metni anayasasına alsa…
Geçmiş defterleri aralamakla, toplumlar arasında gerginlik tohumları yaratmakla nereye varılabilir?
Charles Aznavour sanatçı kimliği ile ‘boş hayaller’in peşinde koşup ‘kin dolu söylemler’in yerine ‘sevgi, barış ve dostluk şarkıları’
söylese…
Yorumlar kapatıldı.