İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermenileri özel örgüt öldürdü

9 Ekim 2000

Halil Berktay:Ermeni olayları, mart ayında Chicago’da yapılan bir sempozyumda ilk kez Ermeni ve Türk tarihçiler tarafından birlikte tartışıldı. Sempozyuma Prof. Halil Berktay da katıldı. 19 ve 20’inci yüzyıl Türkiye tarihçisi olan Profesör Berktay Birmingham, Harward, 
ODTÜ ve Boğaziçi üniversitelerinde ders verdi. Halen Sabancı Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Yale Üniversitesi’nde ekonomi lisansı ve master’ı yapan Prof. Berktay tarih doktorasını da Birmingham’da tamamladı. Berktay’ın Türkçede yayımlanmış üç kitabı var.

Neşe DÜZEL
‘Ermeni soykırımı’ meselesi yeniden gündeme geldi. Türkiye’de ise bu konu bir tabu. Bunu kendi aramızda bile tartışamıyoruz. Kimse işin içyüzünü, bu iddianın nereden kaynaklandığını tam anlamıyla bilmiyor. Şimdi izninizle, o zamanki olayları mümkün olduğunca objektif bir biçimde gözden geçirelim. Soykırım iddiasına konu olan olaylar kaç yılında ve nasıl başladı?
‘Ermeni olayının ardında bütün bir 19’uncu yüzyıl arka planı var. Şiddet 1915’te doruğa ulaştı ama 1890’lardan beri sürüp gelen olaylardır bunlar. Yani olaylar Ermeniler için ulusal yas günü olan sembolik 24-25 Nisan 1915 tarihinden çok önce başladı. 24-25 Nisan’da olan, İstanbul’daki Ermeni örgütlerinin önde gelenlerinin tutuklanmasıdır. Ve ilginçtir, 24 Nisan aynı zamanda İngiliz, Fransız ve Anzak kuvvetlerinin Gelibolu Yarımadası’na çıkartmalarının başladığı gündür. 
Bu iki olay arasında nasıl bir bağlantı var sizce?
Birinci Dünya Savaşı’nda müttefiklerin Çanakkale’yi zorlamaları, 19’uncu yüzyıl boyunca Balkanlar’da yenilgiye uğrayan ve elinde Anadolu’dan başka hiçbir şey kalmayan Osmanlı açısından ‘Eyvah İstanbul dahi elden gidiyor, Anadolu’ya bile sığınamayacağız’ korkusu yarattı. Bu yüzden Osmanlı’daki ‘sırtını duvara dayamışlık, çaresizlik ve sıkışmışlık’ psikozu ile İttihat ve Terakki askeri diktatörlüğünün doğu cephesinde Ermenilere karşı girişeceği uygulama arasında içsel bir bağlantı var. 24-25 Nisan işte bu sıkışmışlığın billurlaştığı andır. 
Birinci Dünya Savaşı’nda doğu bölgesindeki Ermeni çeteler neden tebâsı oldukları Osmanlı’yı değil de düşman kuvvetlerini desteklediler peki?
Osmanlı ile bir vakitler tebası olan Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Arnavutlar, Makedonlar, Araplar arasındaki sorun ne idiyse, Ermenilerle arasındaki sorun da oydu. 19’uncu yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu karmaşık bir dağılma süreci yaşadı. Ticaret, para dolaşımı ve kapitalizm önce imparatorluğun Türk ve Müslüman olmayan nüfus grupları arasında gelişti. Böylece bu gruplar milliyetçilik akımlarına daha açık hale geldiler ve kendi ulus devletlerini kurmak için imparatorluğa karşı mücadeleye giriştiler. Ermeniler ise bunu çok daha geç yaşadılar. Bu önemli çünkü Balkanlar’daki ayaklanmalarda yaşanan acılar, Türk Müslüman kesimde büyük bir hınç biriktirdi. Ermeni olayı bu hınç birikimi dikkate alınmadan anlaşılamaz. 
Ermeni çeteciler çok Müslüman öldürdü mü o olaylar sırasında?
Evet öldürdüler. Bu öyle bir süreç ki, burada ilk taşı kimin attığı, ilk günahı kimin işlediğini çıkarmak mümkün değil. Herkesin bir öyküsü var. Türklerin bir öyküsü var. Bulgarların, Yunanlıların, Ermenilerin bir öyküsü var. Bu öykülerin her birinde, öyküyü anlatanlar sadece kendileri kurbandırlar. Başkalarına hiç haksızlık yapmamışlar ve hep onlar mağdur olmuşlardır. Mesela bugünlerde ‘1915 Ermeni katliamı hatırlanıyor da 1896-1900 yıllarında Türk Müslüman nüfusa karşı yapılan Girit katliamı hatırlanmıyor’ deniyor.
Siz ne diyorsunuz?
Ben de Girit göçmeni bir aileden geliyorum. İki büyük amcamın Yunan çeteciler tarafından evin önündeki ağaca asıldıklarını biliyorum. Ama Girit olaylarının öncesinde bütün 19’uncu yüzyıl boyunca Girit’teki her ayaklanmada Osmanlı’nın yaptıkları var. Mesela 1866’da Arkadi manastırında Osmanlı’nın 900 küsur kişiyi kadın, çocuk demeden kılıçtan geçirmesi katliam değil mi… Bu öyle bir süreç ki, Osmanlı’nın Balkanlar’da milliyetçi ayaklanmaları bastırmaya çalışması, katliam yapması, sonra onların oradaki Türk Müslüman nüfusa karşı katliam yapmaları ve Türk Müslüman nüfusun seller halinde İstanbul’a ve Anadolu’ya kaçıp gelmesi gibi büyük olaylar yaşandı. Tekrar Ermenilere dönersek…  
Evet, ne görüyoruz?
1915’ten önce 1880’ler ve 1890’lar var. 1890’larda İkinci Abdülhamit yönetiminde, milliyetçi ayaklanma belirtileri görüldüğünde muazzam Ermeni katliamları oldu. Ermenilerle Osmanlı yönetimi arasına kan girdi. Özellikle Kürt aşiretleri ve Kürtlerden kurulu Hamidiye Alayları Ermenilerin üzerine saldırtıldı. Zaten ‘çözülüş yüzyılı’ boyunca düzenli ordudan çok başıbozuk, düzensiz güçleri bu olaylarda kullanmak, onların ilkelliklerinden ve şiddetinden yararlanmak Osmanlı yönetiminin defalarca başvurduğu bir yöntemdi. Bu arada Rus Çarlığı’nın Kafkaslar’a inmesi sonucunda Anadolu’ya sadece Balkanlar’dan değil Kafkaslar’dan da büyük bir göç yaşandı. Bu insanlar çok yakın geçmişin acısının büyük nefretini içlerinde taşıyarak büyük ölçüde Doğu Anadolu’ya geldiler. Bir de tabii bütün İttihat Terakki’yi değil ama tepedeki Enver, Cemal, Talat üçlüsünün askeri diktatörlüğü hakkında da bir şeyler anlamak gerekir. Bunlar eski Osmanlı ricali değildir. Yeni bir elittir bu.
Hangi yönden farklıydılar?
Bunlar çok ihtiraslı ve çok yırtıcıdır. Pozitivisttirler, köksüzdürler, sadece eğitim ve ordu sayesinde yükselmişlerdir. Bunlar şiddet 
içinde yaşarlar. Bu şiddet, Düveli Muazzama’nın ve Balkanlar’daki ayaklanmaların kendilerine dayattığı bir şiddettir ve bunun sonucunda son derece milliyetçi kesilmişlerdir. İmparatorluğu ayakta tutmak 
için can havliyle savaşmaktadırlar. 19’uncu yüzyılın ikinci yarısı ve 20’inci yüzyıl başı, Avrupa’da sertleşen ‘öl ya da öldür’ türü yırtıcı sosyal Darwinist milliyetçilikler çağıdır zaten. İçinde bir yığın irili ufaklı katliamların yer aldığı, Türk Müslüman nüfusun önemli ölçüde mağduru da olduğu bir çağdır bu. İttihat ve Terakki’nin Enver, Cemal, Talat üçlüsünün askeri diktatörlüğü, işte bu savaş koşullarının olağanüstü bir yönetimiydi. 
İttihatçıların yönetimindeki Osmanlı devleti, Ermenilerin ayaklanmaları ve Ermeni çetelerin Ruslara yardımından sonra çok sayıda Ermeni’yi o bölgeden başka bölgelere göç ettirdi. Kaç Ermeninin göç ettiğini biliyor muyuz?
O dönemde Doğu Anadolu’da 1 milyon 750 bin Ermeni yaşıyor. Üçlü askeri yönetimin resmi tehcir kararı, bölgedeki istisnasız bütün Ermeni nüfusu kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. Yazılı belgesi olan şeyler bunlardır. Burada katliamdan, kırımdan söz edilmemiştir, valilere, garnizon komutanlarına Ermenileri bugünkü Türkiye sınırlarının güneyine göç ettirmeleri talimatı verilmiştir. Ancak öyle anlaşılıyor ki, bu resmi emirle birlikte aynı zamanda Teşkilat-ı Mahsusa’nın sadece şiddete tapan, hiçbir toplumsal ahlak kaydıyla bağlı olmayan en yırtıcı adamlarına ayrı ve yazılı olmayan özel emirler verilmiştir. 
Ermenilerin öldürülmeleri konusunda mı?
Evet. Tarihçi Taner Akçam bunu sağlıklı bir biçimde ortaya koyuyor. Bir yanda legal bir karar ve uygulama var, diğer yanda da illegal yollardan 
ilerleyen bir başka mekanizma var.
Göç sırasında kaç Ermeni öldü?
En az 600 bin. 
Ermeniler nasıl öldü? Kim öldürdü onları?
Bunun emrini verenler bunu özel bir aygıt aracılığıyla yaptırmışlardır. Yani Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla. Susurluk ile Hizbullah’ın bir karışımı olarak alın Teşkilat-ı Mahsusa’yı. Enver, Cemal ve Talat’a bağlı çalışan Teşkilat-ı Mahsusa’nın adamı Bahaittin Şakir’in bölgede özel ölüm timleri, fedailer organize ettiği anlaşılıyor. Bunların bir kısmı bu amaçla hapishanelerden çıkartılan ipten kurtulmuş mahkûmlardır. Bakın, bu olayı kimler yaptı biliyor musunuz? Bugünün Yeşilleri, Abdullah Çatlıları ve Hizbullahçıları yaptı. Olay bu kadar basit ve nettir. Bahaittin o günün tipik bir Yeşil’i ya da Çatlı’sıdır. Onların yanı sıra, göç halindeki Ermeni konvoylarının üzerine Türk, Kürt Müslüman aşiretler de saldırtılmıştır. Bu katlima bir de sefil koşullardaki göçün yarattığı korkunç bir telefat eklenmiştir. Batı dünyasında her yerde bu konuda bakmaya dayanamayacağınız fotoğraflar var. Ben ilk defa bu görsel malzemeyle karşılaştığımda dakikalarca sesim soluğum kesildi ve ağladım. Toplama kampı görüntülerinden, Afrika’daki katliamlardan farkı yok bunun. Çünkü muazzam sayıda insan var resimlerde. 
Osmanlı devleti Ermenilerin ölümünden sorumlu tuttuğu devlet görevlilerini yargılayıp cezalandırdı mı peki?
Tabii. Bu katliam, Osmanlı düzenli ordusu ve bürokrasisinin büyük ölçüde işi değildir. Tarihte bu tür durumlarda düzenli ordu ve bürokrasi son tahlilde böyle işleri yapan özel timlerden, çetelerden aslında nefret eder ve tiksinti duyar. Osmanlı ordusu ve bürokrasisinin de bunun korkunç bir olay olduğunu algıladığını, bunları valilerden ve garnizon komutanlarından bağımsız olarak fütursuzca yapmış olan özel timlerden iğrendiğini ve hatta Enver ve Talat’ın özel adamı olan Bahaittin Şakir hakkında 1915-16 yıllarında tevkif müzekkeresi çıkaran, onu tutuklamaya çalışan valiler ve garnizon komutanlarının olduğunu görüyoruz. 
Osmanlı yöneticileri kendilerini savunmak için bir açıklama yaptılar mı?
Osmanlı düzenli ordusu ve bürokrasisi hem duyduğu dehşetin ve tepkinin bir sonucu olarak hem de dünya karşısında kendini aklamak bakımından bu felaketin sorumlularını elinden geldiği kadar yakalamaya, yargılamaya ve cezalandırmaya çalıştı. Ve kesinlikle de cezalandırılanlar oldu. Birinci Dünya Savaşı’nın 1918’de sona ermesinden ve Osmanlı’nın yenilgisinden birinci derecede sorumlu olan Enver, Cemal ve Talat’ın yurtdışına kaçmalarından sonra Meclisi Mebusan bir soruşturma komisyonu kurdu bunun için. Arkasından da İstanbul’da bir Divanı Harp kuruldu. Bu meşhur bir mahkemedir. Bunun kitabı İngilizce’de ve Türkçe’de yayımlandı.
O sırada bölgedeki Müslüman nüfus ne kadar kayıp verdi?
Bu bir, iki on bin dolayında olabilir. Ama mesele ‘onlar az öldürdüler, Osmanlılar çok öldürdü ‘ değildir. Mesele şudur. Ermeni çetelerin faaliyeti daha ziyade yerel, mevzii, lokal bir şiddet karakterini taşır. Yüzbinlerin ölebilmesi için ise bu büyüklükte bir nüfusun toplu halde bulunması gerekir ki, mezraları, köyleri dolaşarak bu rakama varılamaz. Ayrıca meselenin, Enver ve Talat Paşalar Ermenilerin katliamı talimatını o günün Yeşil’lerine, Çatlı’larına yazılı olarak verdi mi noktasına gelmesi de yanıltıcıdır. Hiçbir zaman bunu yazılı olarak vermemişlerdir ve böyle bir belge de hiçbir zaman bulunamaz. Burada dönemin tanıklıkları çok önemlidir. Ermeni olayıyla ilgili Türkiye kamuoyuna yansımayan muazzam bir tanıklık ve görsel malzeme yığını var. Almanya, İngiltere, Fransa ve Amerika’da insanların neler görüp, neler okuduğundan biraz habersiz yaşıyor Türkiye kamuoyu.
Osmanlı’yı yıkan Türkiye Cumhuriyeti neden bu olayı aydınlığa çıkarmadı da, aksine aynen Osmanlılar gibi bu olayı saklamaya çalıştı?
Bu çok ciddi bir sorundur. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin tayin edici bir hatasını oluşturur. Türkiye, Osmanlı’yla arasındaki siyasi ve hukuki 
ilişki konusunda kararsızdır. Cumhuriyet, Osmanlı eski düzeneni yıkmış, yerine modern bir cumhuriyet kurmuş olduğunu tam olarak idrak etmiş ve bunu içine sindirmiş değildir. Burada çok ciddi bir çelişki var. Bu olayın kendisinden Cumhuriyet sorumlu değildir. Bence Anadolu’daki direnişi örgütlemek üzere Mustafa Kemal’in lider seçilmesinde de bu çok önemli bir faktördür. 
Niye?
Mustafa Kemal’in ellerinin Ermeni olayına bulaşmamış olması çok önemlidir. Bu olay olurken Mustafa Kemal Doğu Anadolu’da değildi. Anafartalar’da çarpışıyordu. 1918-19 yıllarında Anadoluda’ki direnişi kimin yöneteceği, lider olacağı yeraltındaki İttihatçı çevrelerinde tartışılırken, Mustafa Kemal üzerinde karar kılındı. Mustafa Kemal hem savaş kahramanıydı, hem de Ermeni işine asla bulaşmamıştı. 
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İttihatçı liderleri Talat ve Cemal Paşaları öldürdüler. O zaman olaylar çok sıcaktı ve bu davranışın her şeye rağmen anlaşılır bir yanı var. Ama yıllar sonra Ermeniler yeniden bu kez Türkiye Cumhuriyeti’nin büyükelçilerini öldürdüler. Bunun hiç mantıklı bir açıklaması yok. Niye böyle vahşice bir eyleme kalkıştı Ermeniler sizce? Birisi mi onları kışkırttı yoksa hâlâ vahşi bir intikam duygusu mu hâkimdi bazı Ermenilere?
1980’lerdeki Asala saldırıları benim için bir muammadır. Ama olaydan 65 yıl sonra ortamı zehirleyerek sorunu içinden çıkılması imkânsız hale getiren bu suikastlar oldu. İnsanların, Ermeni sorununu tartışma konusunda soğukkanlılıklarını yitirmelerine, bu konunun tabu olmasına neden oldu. Dünyada böyle bir vahşi saldırıya maruz kalan her devlet yönetiminin yapacağı şey buna karşı topyekûn bir katılık içinde tavır almaktır. Türkiye de bunu yaptı. Bu saldırılar, paradoksal olarak Osmanlı eski rejimiyle ve geçmişiyle özdeşleşme duygularını çok artıran bir defansiflik yarattı. 
Şimdi neden Ermeni soykırımı yeniden dünyanın gündemine geldi? Bu manevi bir ödeşme isteği mi yoksa arkasından bir toprak ve bir tazminat talebi ortaya sürmek için bir hazırlık mı?
Kestirmek çok zor. Ama bu girişimler Türkiye devletini ve toplumunu bu konuda gitgide daha defansif kılmaya ve içine kapanmaya, katılaşmaya zorluyor. Bu konudaki siyasi kutuplaşmalar öyle kuvvetli ki, konuşma cesareti bulmak bile muazzam bir mesele. Çünkü ortada çok şiddetli bir politik tavır kutuplaşması var. Bu iki kutuptan biri ‘soykırımı tasdik ve tescil ettirme’ siyasası, değeri de ‘soykırımı inkâr etme’ siyasası. Entelektüel teröre yol açan bu kutuplaşma ortamında ara zeminde konuşmak imkânsız hale geliyor. Ben Türkiye’nin özür dilemesinin yanlış olduğu kanısındayım. Amerikan Kongresi, tarihin bekâret kontrolünü yapan ahlak zabıtası gibi davranıyor. 85 yıl önce dünyanın bambaşka bir köşesinde cereyan etmiş olaylar hakkında Amerikan Kongresi’nden 
‘evet bu bir soykırımdır’ diye karar alması isteniyor. Herhangi bir parlamentonun, bilimin konusu olması gereken tarihsel olaylar hakkında böyle kararlar alma hakkını kendinde vehmetmesi inanılmaz bir safdilliktir. Aslında Türkiye Cumhuriyeti de Ermeni sorununu konuşmayı bırakmalıdır. 
Nasıl bırakmalıdır?
Türkiye bu konuda bir yığın pozisyon birden alıyor. ‘Olmadı’ da diyor. ‘Oldu ama ağır provokasyon vardı’ demeye de getiriyor. Cumhurbaşkanı ‘Konu tarihçilere bırakılmalıdır’ derken doğru söyledi. Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün diyebileceği çok basit bir şey var: Cumhuriyet 1923’te kuruldu. Bu olay 1915’te cereyan etti. Bunu Cumhuriyet’in orduları, örgütleri yapmış değildir. Türkiye Cumhuriyeti yeni bir devlettir, ne Osmanlı’nın, ne de hukuki anlamda İttihat ve Terakki iktidarının devamıdır. 1915’te Birinci Dünya Savaşı’nın hengâmesi içinde ne olup ne olmadığı bizi devlet, hükümet olarak ilgilendirmemektedir. Olayları biz yapmış değiliz, biz sorumlu değiliz. Ama bu konuda tartışma özgürdür. İsteyen istediği gibi tartışır. Bizim resmi bir pozisyonumuz yoktur.

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın