İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

O ŞİMDİ YAHUDİ (1)

Hatice SANCAKTAR

(Aşağıdaki yazı “Evet ben Selanikliyim” kitabının yazarı Ilgaz Zorlu ile Hatice Sancaktar’ın yapmış olduğu, sabetaycılık üzerine bir ropörtajdır.)

ILGAZ ZORLU: Nükhet ipekçi’yi kanal 7 deki programında izlediyseniz, orada görmüşsünüzdür. N.İpekçi bu konu ile ilgili hiçbirşey bilmediğini söyleyerek ortaya çıktı. Önce ailesinde, mesela babasının farklı dualar okuduğundan bahsetti, sonra büyükbabasının sofularla mücadele ettiğini söyledi. Bunlar doğru 1960-70 lerde Sabetaycılığın dindar kesimleri ile yani sofu sabetaycılarla, Abdi İpekçi, İsmail Cem İpekçi gibi o dönem sabetaycı cemaat içinden gelen fakat yurtdışında kalmış bir takım insanların mücadelesi oldu. Bunlar zaten biliniyordu.Tanrı’ya şükürler olsun ki bu konu üzerinde hakikatten sizin gibi bir kaç kişi daha profosyonel anlamda durmaya başladı.
Eskiden Sabetaycılık nasıldı? İslâmcı kesim Sabetaycılığı bir problem olarak görüyordu. Yahudi-Siyonizm-Sabetaycılık üçgeninde bir yeri vardı. Ve onlar Sabetaycılığın bir Yahudi tarikatı olduğuna inanıyorlardı. Gelzaman-gitzaman bir şeyi farkettiler ki,Yahudilikle Sabetaycılık arasında bir bağlantı var ama Yahudilerle Sabetaycılar arasında bir bağlantı yok.Yani Sabetaycıların Yahudilerle bir ilişkisi yok. Biz Avram Galante’nin kitabını özellikle bastık. Avram Galante kitabında çok baskın olarak bir takım şeyler yazıyor.Bu baskınca yazılan şeylerden biri, Abdülhamit dönemini çok sert bir şekilde eleştiriyor. Çünkü Abdülhamit’e sabetaycılığı jurnal ediyorlar kendi de bu olayın içinde. O dönemki hahambaşılık da bunun içerisinde.
Benim hahamla bir tartışmamızda farkettiğim birşey var, Yahudilik Dini çevresinde TİKUN denilen bir kavram var. Tikun Kurtulmak demek.Yani Dünya hep kötülüklerle kaplı ve Dünya’da herşey kötü oluyor.Fakat en sonunda bu kötülüklrden kurtulmak için bir an gelecek bu an “Mesih” in gelişidir. Buna İbranicede biz “MASİAH” diyoruz.Dünya’da bütün Yahudi Cemiyetleri bugün Mesihi bekliyorlar.Aynı durum Hıristiyanlıkta da var,aynı mesih beklentisi Müslümanlık içindeki bir gurubta Mehdi olarak var.Bazı iddialar var ki, bu Mesih kavramı Yahudilikten geçti o da bir düşünce tabii..tartışılır. Şuraya geleceğim:
Tikun kavramı tamir anlamına geliyor, Dünyanın tamiri demek anlamında. Tikun’un gerçekleşebilmesi için bütün Yahudilerin bir araya gelmesi gerekir ve bütün Yahudi ruhlarının bir beden bularak dünya üzerine inmeleri lazım. Şimdi bu gerçekleştiği taktirde bütün Dünya bir araya gelecek yani Yahudilik-Müslümanlık-Hıristiyanlık bunların hiçbir önemi yok. Çünkü Yahudi dininde bütün insanlar eşit.Her ne kadar Yahudilerin üstün ırk olduklarına dair birtakım iddialar varsa da bunun doğru olmadığını belirtmeliyim.Tevratta kesinlikle böyle birşey yok.Tanrı bütün eski topluluklar içerisinde ki bunlar puta tapan topluluklar içerisinde İsrailoğullarını o topluluklar içerisinden ayırdı ve Tanrı onlara göründü ve onlara bir görev verildi. Tanrı, benim tek Tanrı olduğumu bütün insanlığa bildireceksiniz dedi.
Şimdi, Tikunun gerçekleşebilmesi için yani Masiah’nın geri gelebilmesi için bütün yahudilerin bir araya gelmeleri lazım.İşte burda Sabetaycılar hiç istenmeyen bir şekilde başka dine geçmişlerdir.Ama onlar Yahudiliklerini muhafaza ediyorlar.Böyle bir durumda yani Tikunun gerçekleşebilmesi için bütün Sabetaycıların Yahudiliğe dönmeleri gerekirken,bence 4.Mehmet’in Sabetay Sevi’yi affetmesi ve Sabetay Sevi’nin ve müritlerinin Müslüman olmalarının çok önemli bir işaret olduğunu düşünüyorum.
Bence Sabetaycılık çok katı ve sofu bir Yahudi milliyetçiliğine dönüşüyor.Bunun sebebi de gizlenmek..Yani bu gizlilik öyle bir noktaya gelmiş ki artık Sabetaycılar Yahudiliği reddetmişlerdir.Öyle bir noktaya gelinmiş ki,ikiye ayrılmışlardır.Maminin(mümin) ve Koferim (kâfir) olarak.Sabetaycılar kendilerini Maminin yani inanan derler, Yahudileri ise Koferim yani kafirler derler. Düşünebiliyor musunuz, bir topluluğun birbirinden bu kadar ayrı olmasını.İşte burada teolojik bir takım olaylar var.Teolojik olayların en büyük problemi şudur. Teolojik hadiselerde size tartışma ortamı sağlanmaz.Böyle bir problem var.Yani ben hiçbir Sabetaycı toplulukta bunun tartışıldığını grmedim.Hep şu söylenir-sizin aklınız ermez,-siz bunu bilmezsiniz-tanrı orda ne söylemek istiyor siz bunu anlamazsınız – Niye anlamayayım ki,sen anlıyorsan benim senden ne farkım var. Belki benden IQ olarak on-yirmi puan yüksek olabiilirsin ama seninle aynı cemaatte aynı IQ ya sahip başkaları da vardır.senin nasıl bir özelliğin olabilir ki? Din tamamen bir inançtır,kişinin içinde olan birşeydir. Benim Sabetaycı cemaat içinde olduğum sırada şimdi Yahudi olacağım inşaallah ve sizinle bir Yahudi olarak konuşacağım.  Ben öncelikle teolojik bir kavga yapıyorum. Benim ortaya çıkış noktam da budur.

HATİCE SANCAKTAR: Nasıl baskılar yaşadınız, biraz açmanız mümkün mü?

ILGAZ ZORLU: Bir baskı olduğunu hissediyorsunuz bu baskının adı da konmamıştır. Bu baskı nedir,işte bu baskı belli bir yaşa kadar Müslüman arkadaşlarınız vardır. Taki evlenmek için bir kız arkadaş bulursunuz işte orda karşınıza çıkar. Bu baskı nedir,işte okuldaki Yahudi arkadaşınız gelir size der ki. Sen Selânikliymişsin aslında sen de Yahudisin, bunu bana annem söyledi. Hayatınız allak bullak olur.Bu baskı, ABD de eğitim alan bir Sabetaycının başına gelecek bir baskıdır.İşte bu sabetaycı genç Yolda bir hahamla karşılaşır ve haham ona Selânikli olduğunu dolayısı ile bir Yahudi olduğunu söyler. O çocuk ilk uçakla Türkiye’ye döner ve bunu araştırmaya başlar. İşte o baskı insanların hayatında olumsuz bir etki yapıyor. Düşünebiliyor musunuz? Çift kimlikle yaşıyorsunuz. Evinizde yaşamış olduğunuz bir kimlik ve dışarıda yaşamak zorunda olduğunuz başka bir kimlik var.

HATİCE SANCAKTAR: Açıklamanızdan yeni neslin bunu bilmediği sonucunu çıkarıyorum. Ne olduklarını, kimliklerini tesadüflerle mi öğreniyorlar?

ILGAZ ZORLU: Nesil bunu bilmiyor derken, şöyle bir yanlışlık var. Genellikle şöyle deniyor. Biz farklıyız. Çocuk bunu görüyor ama şöyle görüyor.Türkiye’de o kadar fazla etnik gurup bir arada içiçe yaşıyor ki ve bu etnik gurubların arasında birbirleri ile bağlantı var. Diyelim ki, Tunceli’li bir adam İstanbul’a geliyor.İlk yaptığı şey Tuncelilileri arıyor ve bu toplukta yerini bbuluyor. İşte bir Sabetaycının ait olabileceği bir yer yok. Sorduğu zaman ona ne deniyor? Biz Selânikliyiz deniyor, bunlar çok açık söylenmiyor tabii, hiç kimse ona sen Selânikli olduğunu söyle demiyor. Bu birtakım arkadaş konuşmalarında ortaya çıkıyor.S elâniklilerin asimile olmamalarının en önemli sebebi şuydu.Sabetaycılar hep belli bir coğrafyada yaşadılar. Bu coğrafya İstanbul’da Şişli-Teşvikiye-Osmanbey üçgenidir. Ve bu üçgende onların yanında olan aileler Yahudi,Ermeni ve Rumlardır.Rumlar ve Ermeniler derken onlarla herhangi birşey paylaşılamazdı. Rum ve Ermeni cemaatleri zaten hem Yahudi cemaati ile problem yaşadı hem de kendi aralarında problem yaşadılar.Fakat Selaniklilerin Yahudi arkadaşları var ve çok ilginç her Yahudi Selanikli aileleri tanır fakat konuşmaz. Hiçbirşey anlatmaz ve bilmez.

HATİCE SANCAKTAR: Karşılıklı bir reddediş gibi mi?

ILGAZ ZORLU: Denilebilir, Bu benim de çok başıma geldi. Mesela ben Musevi arkadaşlarımla aramızda bunu söylediğimiz zaman onlar böyle bir şey olduğunu bilirler fakat hiçbir zaman konuşmazlardı.

HATİCE SANCAKTAR: Sanki gizli bir anlaşma yapılmış gibi?

ILGAZ ZORLU: Evet, gizli bir anlaşma gibi ama şöyle; Yahudi cemaati Sabetaycılığın kendi içinden çıkmasını hazmedemediler ve çok üzüldüler, buna eminim. Çünkü düşünsenize bu çok büyük bir hareket.Yani büyük bir hareket, büyük bir gürültü ve gürültüden sonra insanlar bir anda ayrılıyorlar. Fakat Sabetaycılar da hiçbir zaman için yahudileri desteklemediler. Yahudi kaldılar, Yahudi milliyetinin bir parçası oldular ama Kabbalistik bir yahudi anlayışı geliştirdiler.Sabetaycılık Ortodoks Yahudilikten farklı bunu kabul etmek lazım. Dini anlamda fark var bütünü ile farklı değil ama ciddi farkları olduğunu görmek gerek. Şuraya gelmek istiyorum.Bu insanlar ne yaptılar? Bu insanlar ortak bir kültür geliştirdiler,ortak bir hareket tarzı geliştirdiler. Çünkü kültür dediğimiz zaman bu o kadar baskın bir kavram ki, bu sizin evinizde yediğiniz yemekten,anneannenizin giydiği gece elbisesinden,babaannenizin başını bağlama şeklinden, dedenizin pipo içme biçimen kadar bir yaşam tarzıdır. Yani Balkanların,daha doğrusu Osmanlı coğrafyası içinde hep bir çekişme vardır. Rumeli ve Anadolu çekişmesi.Tabii bu çekişme 1924 Mübadelesinden sonra çok daha farklı boyutlara geldi. Çünkü Rumeliler mübadele ile Türkiye’ye gelmek zorunda kaldılar. O mübadele zaten Türkiye’nin vermiş olduğu en hatalı kararlardan biridir. 1924 Mübadelesi çok hatalı bir karardır bu karar neden verilmiştir. Bunun ciddi bir şekilde araştırılması gereklidir.

HATİCE SANCAKTAR: Sizce 1924 mübadelesi neden hatalı bir karardır?

ILGAZ ZORLU: Hatalı bir karar çünkü,bu insanlar Rumeli de farklı bir kültür altyapısına sahiptiler,buraya geldiklerinde hiçbir zaman kaynaşamadılar.Sadece Selanikli Sabetaycılar için söylemiyorum, Boşnakları da Türkiye’ye getirdikleri zaman kalkıp güneydoğu’ya yerleştirmediler. Afganistan’dan gelenleri güneydoğu’ya yerleştirdiler. Neden? Çünkü ikisi arasında korkunç bir kültürel fark var.Yani ben burada bir kültürün diğerine üstünlüğünden sözetmiyorum ama arada çok farklı bir yaşam tarzı var. Bu yaşam tarzını çok iy görmek lâzım.

HATİCE SANCAKTAR: 1924 Mübadelesinin en büyük nedeni ne olabilir?

ILGAZ ZORLU: En büyük neden şuydu,  Atatürk bunu bastıra bastıra söylüyorum,bunu kendi kurmuş olduğu ULUS-DEVLET sistemi içerisinde Sabetaycıların belkemiği olmasını istedi.Neden istedi,bunu araştırmak lâzım.1924 Mübadelesi Venizelos’un kafasından çıkmadı.Atatürk’ün kafasından çıktı.Amaç Balkanlardaki ve Rumelideki Türk topluluklarının getirilmesi idi.Ama bunu da çok garip bir şekilde Yunanistandaki Türk toplulukları tadad edildi. Onun yerine Anadolu’dan Türk asıllı bir çok hıristiyan yollandı.Bu da çok ilginç. Yani adam Türk ama hıristiyan olabilir,   her Türk Müslüman olacak diye bir kural yok.

HATİCE SANCAKTAR: Ulus-Devlet modeline dönersek !

ILGAZ ZORLU: Evet, Türkiye’de garip bir ulus-devlet modeli kuruldu. Öyle garip bir ulus-devlet modeli ki bu Osmanlı’nın tamamen reddine dayandı. Din yok sayıldı.Oysa 1930’lardaki aynı hareketlerie baktığınız zaman,bu tip teokratik rejimler o dönemde de var,diktatörlük rejimi mesela.1930 lar Hitler Almanyasına,Mussolini İtalyasına bakıyorsunuz din var.  Hitler halkın dinini ortadan kaldırmaya çalışmıyor, Alman protestan dini devam ediyor, Hitler dine karşı değil. Mussolini İtalyasında da bu yok. Mussolini Papaya saygı gösteriyor. Ama Türkiye’de garip bir mantık geliştirildi ve ben ikiyıl boyunca 1930 ların gazeteleri üzerinde çalıştım.Ve şunu gördüm.1930 larda öyle garip bir milliyetçilik anlayışı getirildi ki,ve Sabetaycılar bunda bilfiil görev aldılar. Bu işten bilfiil sorumludurlar.Hiçbir şekilde ağlamanın,sızlanmanın bir manası yok. Ve bu bizzat görev almış oldukları milliyetçilik anlayışı bugün bu ceemaati yüzde yetmiş asimilasyona götüren bir milliyetçilik anlayışıdır.

HATİCE SANCAKTAR: Bumerang gibi mi ?

ILGAZ ZORLU: Evet, bumerang gibi, geri döndü, mahvoldular.  Ve en büyük tokat 1942 Varlık Vergisinde geldi.O kadar garip ki,varlık vergisinde Sabetaycıların en büyük sıkıntısı şu oldu.Onlar Varlık vergisinin kendilerini bu şekilde çarpacağını düşünmediler.O geliştirilen milliyetçilik anlayışında kendini Türk kabul eden herkes Türktür. Anlayış buydu. Ondan sonra bir anda 1942 ye geldiler ne olduğunu anlamadan bu insanların Yahudi kökenleri ortaya çıkartıldı ve 1942 varlık vergisi ile Sabetaycılar büyük bir tokat yediler.Hiç beklemiyorlardı. Oh olsun hiç üzülmedim. Çünkü bu bir şekilde bu cemaatin vermiş olduğu kararın ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor.
1946’ya geliyorsunuz, Demokrat Parti hareketlerinde Ahmet Emin Yalman ve Abdurrahman Arif Bilgin başta olmak üzere Serteller de dahil olmak üzere Cumhuriyet Halk Partisine karşı korkunç bir siyasi karşıtlık başladı. Ve blok halinde Demokrat Parti desteklendi.Ve Demoktar Partinin 1950 seçimlerindeki galibiyeti için şu kadarını söyleyebilirim ki bu Sabetaycıların bilfiil Demokrat Parti içinde almış oldukları bir noktadır. İşte buna çok iyi bakmak lazım. Burada ikinci bir noktaya geleceğim,onu önemle belirtmek istiyorum.   Bu biraz kişisel birşey olacak ama bilinmesini istiyorum.Türkiye’de basında kuşkusuz Ahmet Emin Yalman’ın kuşkusuz çok büyük bir rolü var. Ve o dönemde hemen hemen diyebiliriz ki Atatürk’ün ambargosu kalktıktan sonra Ahmet Emin Yalman,Serteller ve Bilgin ailesi Türk basının çok önemli bir gurubu oldular.Ve Ahmet Emin Yalman’ın yaptığı en büyük olay Abdi İpekçiyi yetiştirmiş olmasıdır.Abdi İpekçi A.Emin Yalman’ın yanında yetiştirilmiştir ve bu bir Sabetaycı çizgidir. Bu çizginin üçüncü kişisi Mehmet Barlas olmuştur. Mehmet Barlas Sabetaycı olmadığı halde karısı Sabetaycı olduğu için Abdi İpekçi’den sonraki Milliyet Gazetesi başyazarı olması tesadüfi bir olay değildir. Şimdi bunun böyle olmadığını söylemek bana çok saçma gelir. Çünkü insanlar birbirini tutamazlar mı?   Bu insanlar birbirlerini tutabilirler ama bu şekilde dar kalıplarda birbirinizi tutarsanız topluluklar içinde dikkat çekmeye başlarsınız. İşte o zaman da topluluklar size düşman olur.Yani düşmanlığın arkasına inmek gerekir. Eğer size bir kişi düşmanlık gösteriyorsa bunu diyalogla çözmek gerekir.
1924 Mübadelesine dönersek;bu konunun başlı başına bir araştırma konusu yapılması gerekir. Bu müdaleye neden ihtiyaç duyuldu ve bu mübadele neden yapıldı?

HATİCE SANCAKTAR: Siz ne kadar araştırdınız ?

ILGAZ ZORLU: Benim bu konuda henüz çok büyük bir araştırmam yok.  1924 mübadelesini araştıran bazı tarihçilerle görüşüyorum,  onlarla çalışıyorum.  1924 Mübadelesi bence çok açık bir şekilde Türkiye’nin belkemiğini ortaya çıkartacak.

HATİCE SANCAKTAR: Henüz tam anlamı ile araştırmadım dediniz ama, 1924 mübadelesi ile ilgili sizin kafanızda oluşmuş bir neden var mı?

ILGAZ ZORLU: Bence bunun en büyük nedeni şu, Atatürk de Selânikli olduğu için, tabii Sabetaycı mıydı, bu hep bir soru işareti ve bana devamlı gelen bir soru bu. Ben açık açık söylüyorum bu konu ile ilgili bir belge bulsam bunu yayınlarım, hiç korkmam. Fakat benim elimde bunu ispat edebilecek tarihi nitelikte bir belge yok.  Ben yalnız şunu düşünüyorum Atatürk bir ittihatçı olduğu için İttihat ve <Terakkinin seçkin üyelerinden olduğu için o İttihat ve Terakki ekolünün Türkiye’ye gelmesini istedi.Yani modern Türkiye,ittihat ve ihtilaf hareketlerinin bir çarpışmasıydı ve ithilafçılar kaybettiler.1924’de ittihatçılar kazandı.Fakat ittihatçılar içindeki uç unsurlar yok edildi.Yani Cemal Paşa,Talat Paşa ve Enver Paşa gidince meydanda Atatürk kaldı ve onunla beraber birkaç ittihatçı daha kaldı.İttihat ve Terakkinin en son tasviyesi Maliye Naziri Cavit ÜN ve Dr.Nazım’ın öldürülmesi ile oldu. En son tasviye budur.

HATİCE SANCAKTAR: Bu konu ile ilgili olarak belge eksikliği olası mı?

ILGAZ ZORLU: Belge eksikliği şöyle, Osmanlı arşivlerinde bazı belgelerin tahrip edildiğine dair iddialar var.  Bir yerde okuduğuma göre ki sanıyorum Mim Kemal Öke’den İngiliz arşivlerinde de belgeler eksik.Gidip araştırıyorsunuz, bir yerde ilgili belgenin olmadığını görüyorsunuz ve İngiliz dışişlerinin bunu almış olduğunu görüyorsunuz.İşte bu her ülkenin resmi tarihinin yazılması sırasında yapılan çok ciddi bir karar verme mekanizmasıdır.Yanlıştır.Çünkü o zaman bugün Ermeni Sorununda olduğu gibi cahillerin yaptığı bir edebiyatla karşı karşıya kalırsınız. Yani Ermeni tarihi konusunda bugün Türkiye’de tarihçiler yeterli değilse bunun en büyük sebebi tarihi belgelere ulaşamamalarıdır.Belgelerin çoğunluğu ile ilgili araştırma yapılamıyor olmasıdır.Tarihten korktuğunuz zaman karşınıza hurafeler çıkar, tarihin böyle bir kötü tarafı vardır.Yani siz gerçekleri gizlediğiniz taktirde hurafelerle karşılaşacaksınız.

HATİCE SANCAKTAR: Ermeni sorununda arşivlere ulaşılamadığına inanamıyorum. Bunun altında da gizlenen bazı gerçeklerin olduğunu düşünüyorum. Burada da İttihat ve Terakki soru içerisinde tutmak gerek siz ne dersiniz ?

ILGAZ ZORLU: Bakın bunu sizinle paylaşıyorum. İttihat ve Terakki hareketinde öyle bir noktaya geliniyorki bunu Enver paşa,Cemal Paşa farkediyorlar. İttihatçıların üç unsur ile alakaları var. Mevleviler-mason Locaları ve Ordu. Fakat mason localarında çok ciddi bir Milliyetçilik kavgası başlıyor.
Bu Ermeni sorunda ciddi bir Ermeni-Sabetaycı çekişmesi yaşandığına inanıyorum. En büyük hata şuradan kaynaklanıyor.Alman arşivlerinde o dönemde Bağdat Demiryolu’nun olduğu Alman arşivleri çünkü o dönemde Almanya oralarda çok kuvvetli.Alman arşivleri 2. Dünya Savaşında yok oldu sanıyorum. Rusların arşivlerinde de aynı problem var.Osmanlı Arşxivlerinde de bu sorun var. Zaten şu anda bütün belgelrin açıklanması mümkün değil milyonlarca belgenin olduğundan söz ediliyor.Bu durumda boşa kürek sallanıyor bence. Araştırmacıların,tarihçilerin bir araya gelerek bunların araştırılması gerekiyor.
Ermeni sorunu çok ciddi bir sorun İttihat ve Terakki sorunu daha ciddi bir sorun.İttihat ve Terakki çözüldü anda Türkiye’de bir çok şeyin çözüleceğine inanıyorum.
Bir araştırmacı araştırmaları esnasında karşılaşabileceği ciddi bir sorun var.Araştırmada karşısına çıkan bilgileri gördüğü zaman acaba kendine ve cemaatine zarar verecek bilgileri yazmaktan kaçınmalı mı yoksa yazmalı mı?  Bu ciddi bir sorun. Ben burda her zaman için yazmalı mantığından hareket ediyorum. Çünkü siz bir şeyi gizleyip tarih yazarsanız o belge gelecekte nasıl olsa bulunacaktır ve bulunduğu zaman bu sizin başınıza kalacaktır.  Yahi siz orda tarihe kötü bir ün yaparak geçeceksiniz.
Eğer Selânikli yahidiler yani Selânikli Sabetaycılar Filistin’de Yahudilerin toprak alımını destekledilerse ve gerçekten böyle birşey oldu ise Maliye Nazırı Cavit bu iddialar yüzünden kabineden düşürüldü ise bunlar artık tartışılmalı.Çünkü bugün artık İsrail Devleti diye bir devlet var.Ama bunun haricined İttihat ve Terakki Ermeni olaylarından sonra Türkiye’ye getirilen çocukların asimilasyonu ve Türkleştirilmesi olayını yaptı ise bunun da bilinmesi gerekir. Bunlar da yapılmalı. Biz çok garip birşey yapıyoruz.Biz okumadan,belgeleri incelemeden hayali şeyler üzerinde tartışıyoruz.Özellikle Sabetaycılık konusunda bu ciddi bir sorun.İttihat ve Terakki konusunda bilgilerimiz çok kısıtlı. Bugün meselâ Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Cemiyet arşivleri açık değil. Ben bu locaların arşivlerinde çalışmış bir iki sabetaycı ile konuştuğumda onlar bazı belgelrin yakıldığını ve yok edildiğini söylediler. Bu doğru ise korkunç bir şey, Demek ki tarihin bir bölümü yakılıyor.Hani Masonluk açıktı? Masonlar açık olduklarını söylüyorlar.Şimdi bu arşivlerin açılması lazım.İstanbul’daki Rum,Ermeni Cemaatleri eminim ki o dönemdeki gazeteleri ve belgeleri tuttular.Bugün Fener Patrikhanesinde, Heybeliadadaki Ruhban Okulunda binlerce kitap var. Mutlaka bu kitapların içinde İttihat ve Terakki Dönemini anlatan kitaplar vardır.

HATİCE SANCAKTAR: Fakat tüm bu konuların kökenlerine indiğimiz zaman yine sabetay cemaatini görüyoruz. !

ILGAZ ZORLU: Bununla ilgili yapacak birşey yok.Dönüp dolaşıp bir kısırdöngü içerisine düşeriz.Bakın ABD kendi ülkesinde meydana gelen bütün olayları,CIA raporlarını sanıyorum 25 yıllık süreler içinde basıyorlar,yayınlıyorlar ve satıyorlar.Demek ki korkmuyorlar.Yani ABD hiçbir zaman derin devlet kavramında korkmuyor.ABD bir tek Kennedy olayında çok değiller.Artık biliyoruz ki,Reagen yönetimi Nikaraguadaki kontgerillerena silah satışından elde etmiş olduğu paralarla,İran’a bir takım şeyler yaptılar.Bunlar açıklandı.
Şimdi bazılarının Hz.Ali’ye, bazılarının Hz. Peygamber Muhammed’e atfettikleri bir söz var. “Bir şeyi iki kişi biliyorsa o sır olmaktan çıkmıştır” Tarihi bir olayı hiçbir zaman sadece iki kişi bilemez. Böyle bir şey mümkün değil. Bunlar ekiplerle olur.
Faik Ökte 1970’lerde VARLIK VERGİSİ FACİASI diye bir kitap yazıyor.  Faik Ökte dönemin İstanbul Defterdarıdır.
Faik Ökte1940 da yazamazdı, 1950 de yazamazdı, 1960 da yazabilirdi ama yazmadı. 1970 te oturup yazdı. Faik Ökte o dönemin birinci derecede vergi sorumlusu olarak Türkiye’de herşeyi yazıyor. İşte bunu her devlet görevlisinin yapması lazım.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Sabetaycı Ilgaz Zorlu, Müslüman değil, Yahudi olduklarını iddia ediyor.
Meltem ÖZDEMİR

İSTANBULLU genç bir muhasebeci, Türkiye’nin Osmanlı’dan devraldığı 300 yıllık bir vicdan ve din hürriyeti meselesini, tarihin tozlu sayfalarından ve ev içlerindeki gizli sinagog köşelerinden çıkarıp, mahkeme salonlarında taşıyor.
Tarihleri boyunca ne İsrail ne de Türkiye Hahambaşlığı tarafından Yahudi olarak kabul edilen, nüfus cüzdanlarının din hanesinde ‘İslam’ yazan Türkiyeli Sabetay cemaatinin genç üyesi Ilgaz Zorlu, cemaatinin pek çok elit üyesinin aksine Sabetaist olduğunu saklamıyor.
Saklamamakla kalmayıp, gerçek din kimliğinin resmen tanınması için 9 yıldır verdiği entelektüel mücadeleyi adli tatilin sona ermesinin ardından, İstanbul 9’uncu Asliye Hukuk Mahkemesi’nde yasal çerçeveye oturtmaya hazırlanıyor.
‘‘Ben Musa şeriatına bağlı Kabalist bir Yahudi’yim. Dinler tarihinde bize isnat edilen sıfat Sabetaistliktir. Genel olarak, Selanikli olarak ifade edilen gruba mensubum. Müslüman bir baba ve Sabetaist bir annenin çocuğu olarak ilk ve nihai tercihim bu yöndedir’’ diyen Ilgaz Zorlu, 13 Haziran’da Avukat Salih Döğücü aracılığıyla açtığı nüfus tescili davasında, nüfus cüzdanının din hanesindeki ‘İslam’ ibaresinin ‘Yahudi’ olarak değiştirilmesini talep ediyor.

DİNİ TERCİHİMİ TANIYIN
‘Evet, Ben Selanikliyim-Türkiye Sabetaycılığı’ kitabını yazarak dini kimliğinin tanınmasında ilk cesur adımı atan Zorlu, ekim ayında başlaması beklenen davadan, Sabetaistlerin tarihleri boyunca ilk kez Yahudi olarak varlığının resmen tescil edilmesini, böylece tarihe bir kayıt düşülmesini bekliyor.
Ilgaz Zorlu, Sabetaistlerin varlığını kabule yanaşmayan Türkiye Hahambaşlığı sinagoglarında özgürce ibadet etmek, bayram, düğün, cenaze ve yas gibi özel günlerde dini ritüellerine uygun yaşamak istiyor.
Öldüğünde nüfus cüzdanındaki ‘İslam’ hanesine bakılarak bir Müslüman gibi gömülmek istemediğini söyleyen Ilgaz Zorlu, ‘‘Bugün bana ‘Selanik’e dön o zaman’ deseniz, dönmek istemem. Ben Türkiyeli bir Yahudi’yim. Burası benim memleketim. Memleketimi seviyorum. Tek istediğim dini tercihimin resmen tanınması’’ diyor. Ilgaz Zorlu’nun avukatlığını üstlenen Salih Döğücü, din değiştirme davalarında tecrübeli bir avukat. Şimdiye kadar nüfus cüzdanının din hanesinde ‘Hıristiyan’ ibaresini ‘İslam’ olarak değiştirmek isteyen Türk vatandaşlarının davalarını üstlenmiş. Avukat Salih Döğücü, İslam ibaresini Yahudi’ye çevirmeyi talep etmesi bakımından Ilgaz Zorlu’nun davasının bir ilk olmasına karşın, diğer din değiştirme davalarından bir farkı olmadığını söylüyor. ‘‘Ben Müslüman’ım ama hangi dinden olursa olsun insanların din ve vicdan özgürlüğünü savunmaktan onur duyuyorum’’ diyen Avukat Döğücü ‘‘Hukuk tekniği açısından fark yok. Dinlerin bağlı bulunduğu teşkilatların vereceği cevaplar arasında farklılık olabilir’’ diyerek Zorlu davasının hassas bir noktasına dikkat çekiyor.
Çünkü İslam dinine geçmek isteyenin müftülükten aldığı onayı, Zorlu’nun Türkiye Hahambaşlığı’ndan alması gerekiyor. Hahambaşlığın şimdiye kadar varlığını bile kabule yanaşmadığı Sabetaist cemaatine mensup Ilgaz Zorlu’nun talebine vereceği yanıt merakla bekleniyor.
Avukat Döğücü
‘‘Laik bir ülkede yaşıyoruz. Kimse sen dinini değiştiremezsin diyemez. Talebimiz kabul edilecek’’ diye iddialı konuşuyor.

ÖZÜME NASIL DÖNEBİLİRİM?
Musevi cemaatinin tanınmış araştırmacı yazarlarından Moşe Grosman, hahambaşlığının tutumu hakkında şu ipucunu veriyor: ‘‘1924 yılının Ocak ayında Hahambaşı Hayim Moşe Becerano ‘Sabetaycılar’la Yahudiliğin ne derece ilgisi olduğunu’ soran gazetecilere şöyle bir yanıt veriyor: ‘Ben dinler konusunda çok tetkikat yaptım, ancak bu Selanikliler konusunda bilgim yoktur. Herkes ne kadar biliyorsa ben de o kadar biliyorum.’’
Türkiye’deki Musevi cemaatinin Sabetaycılar hakkında hiçbir şey bilmediğini söyleyen Moşe Grosman, ‘‘En azından benim dönemimde kendilerinden hiç söz etmediler. Bize kendilerini tanıtmadılar’’ diyor. Musevi cemaatinin Zorlu’nun kendi aralarına katılmak için attığı bu adıma henüz hiçbir tepki göstermediğini belirtip, ‘‘Davanın sonucunu bekleyip gelişmeleri göreceğiz’’ diye konuşuyor.
Yahudi kanı taşıdığını, hayatını Moşe’nin (Hz. Musa) getirdiği ilahi şeriata göre tanzim ettiğini, Koşer bir hayat yaşadığını belirtip,
‘‘Hal böyle iken siz beni Musevi kabul etmeyeceksiniz, Müslümanlar nasıl ve niçin Müslüman kabul etsin. O zaman ben kimim, neyim ve özüme nasıl dönebilirim?’’ diye soran Ilgaz Zorlu’nun ait olmadığını söylediği dini kimliği Müslümanlık’tan çıkıp, ait olduğunu iddia ettiği dini kimliği Yahudiliği’ni tescil ettirme mücadelesi sadece Türkiye’de değil, başta İsrail olmak üzere ABD ve diğer ülkelerdeki Yahudi ve Sabetay cemaatleri tarafından yakından izlenecek.

Sabetaycılar’ın 300 yıllık tarihi
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın Mayıs 1998’de Tiryaki Dergisi’nde yayınlanan araştırmasına göre, İzmirli bir Yahudi olan Sabetay Sevi, 17’inci yüzyılda heyecanla beklenen Mesih olduğunu ilan ettiğinde, yaşadığı İzmir’in sınırlarını aşan bir ilgi gördü. Kabala mistisizminden etkilenerek yola çıkan Sevi’nin, diğer Yahudiler üzerinde nüfuz kazanmaya başlaması hahamları telaşlandırdı.

SABETAY SEVİ YARGILANDI
Hahamların şikayeti üzerine devreye, Osmanlı yönetimi girdi. Sabetay Sevi yargılandı. Ölüme mahkum edileceğini anlayınca, Müslümanlığı kabul etti. Kendisine inananlarla birlikte hadiselere sebep olduğu İzmir’i terkederek, Selanik’e yerleşti. Sabetay cemaatine Türkler ‘dönme’ , eski dindaşları Yahudiler ise renkleri değişen bir balık olduğundan‘Sazanikos’ demeye başladı.
Cahit Uçuk’un ‘Bir İmparatorluk Çökerken’ adlı kitabında 19’uncu yüzyılda Selanik’te iktisadi ve kültürel bakımdan herkesi geçtiği anlaşılan Sabetaycılar’ın oruç tutup, namaz kıldıkları anlatılıyor.
Selanik’te Kapancılar, Yakubiler ve Karakaşlar olmak üzere 3 gruba ayrılan Sabetaycılar eğitime büyük önem verdiler. Feyziye ve Terakki gibi modern okullar açtılar. Atatürk’ün Selanik’teki ilkokul öğretmeni Şemsi Efendi (Şemsi Efendi, Ilgaz Zorlu’nun dedesinin dedesi) de bir Sabetaycı ve rivayete göre
Şemsi Efendi’nin okulunda Sabetaycı kökenden gelmeyen tek öğrenci de Mustafa Kemal’di.

MÜBADELEYLE GELDİLER
Sabetaycılar, 1924 yılında mübadeleyle Türkiye’ye geldiler. Prof. Dr. Ortaylı’ya göre,
‘‘Osmanlı İmparatorluğu’nda böyle bir millet grubu yoktu. Hele 20’nci yüzyılda kimin Sabetaycı olduğu kayıtla belli değildi. Bilhassa Kemalist laisizm Türk toplumunda bu meseleyi adamakıllı silmiş ve kıyıya itmiştir. Esasen geçmiş asırlarda da Sabetaycılar idare nezdinde Müslüman’dı ve 19’uncu yüzyıl modernleşmesi boyunca bu adı konmamış asimilasyon hadisesiz bir şekilde ilerleme kaydetti.’’
Osmanlı nüfus sayımlarında da Yahudiler arasında değil, Müslümanlar arasında kayıt edildiler. Ancak Varlık Vergisi uygulaması sırasında diğer gayrimüslimler gibi yüksek vergi dilimleri ödediler.
Prof. Dr. Ortaylı’ya göre sayıları geçmişte ve günümüzde kimsenin vakıf olamadığı bir sır. Ilgaz ise mübadele sırasında Türkiye’ye 25 bin kadar Sabetaycı’nın geldiğini, bugün İstanbul, Konya, Ankara, Bursa ve İzmir’de yaşayan cemaat üyelerinin sayılarının 100 bini bulduğunu tahmin ediyor.

ILGAZ ZORLU İSTİSNA
Prof. Dr. Ortaylı, kendilerini henüz açıklamayan ve bu inanç üzerinde bir araştırma yapıp yayınlamayan Sabetaycılar arasında tek istisna ama hakikaten tek istisnanın Tiryaki ve Toplumsal Tarih gibi dergilerde yazan Ilgaz Zorlu olduğunu takdirle belirtiyor ve ‘‘Herhalde son yetmiş yılın laik gelişmeleri ve kent kültürü içinde Sabetaycılık laik ideoloji fakat daha çok laik hayat tarzı içinde erimiştir. Üstelik laisizmin en ateşli öncüleri ve uygulayıcısı da bu grup olmuştur’’ diyor. Ilgaz Zorlu ise Sabetaycılar’ın aslında dışa yansıttıkları gibi Müslümanlığı tam olarak benimsemediklerini ve ev içlerindeki gizli sinagoglarında dini ritüellerini yüzyıllar boyunca sürdürdüklerini söylüyor. Ilgaz Zorlu, Sabetay cemaatinin elit üyelerinin bazılarının inançlı olmadıkları için, bazılarının da sosyal, ekonomik ve siyasi konumlarını kaybetme korkusuyla dini kimliklerini açıklamadıklarını söylüyor. Kendisi gibi ‘normal vatandaş’ olup da dini özüne dönmek isteyenlerin de ‘mavi kan’ taşıyan Sabetaycılar’ın bu tutumunun kurbanı olduğunu söylüyor. (25 Temmuz 2000 tarihli Hürriyet Gazetesi, sayfa: 26)


http://www.angelfire.com/wy/yaw/Ilgaz_Zorlu/Mulakat/mulakat.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın