Madde 40.-Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları hem hukuk bakımından hem de uygulamada diğer Türk vatandaşlarına uygulanan aynı muamele ve aynı güvencelerden (garantilerden) yararlanacaklardır. Bunlar özellikle giderleri kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır kurumuyla ,dinsel ya da sosyal kurumlar ,her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak,yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dini ayinleri serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.
Madde 41.-Genel (kamusal) eğitim konusunda ,Türk Hükümeti, Müslüman olmayan Türk vatandaşlarının önemli oranda oturdukları il ve ilçelerde, bu Türk vatandaşlarının çocuklarının ilk okullarda kendi dilleriyle eğitim yapmalarını sağlamak amacıyla uygun kolaylıklar gösterecektir. Bu hüküm Türk hükümetinin söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır.
Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşlarının önemli oranda bulundukları il ve ilçelerde,söz konusu azınlıklara devlet bütçesi,belediye ya da diğer bütçelerce ,eğitim,din ya da hayır için ayrılan tutarlardan ,hak gözetirliğe uygun ölçülerde pay ayrılacaktır.
Sözü geçen tutar ilgili kurumların yetkili temsilcilerine ödenecektir.
Madde 42.- Türk Hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkların aile durumlarıyla (statüleriyle,aile hukukuyla) kişisel durumları (statüleri, kişi halleri) konularında, bu sorunların adı geçen azınlığın görenek ve geleneklerine göre çözülmesine elverecek tedbirleri almayı kabul eder.
Bu tedbirler,Türk Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her birinin eşit sayıda temsilcilerden kurulu bir özel komisyonlarca düzenlenecektir. Anlaşmazlık çıkarsa Türk Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Avrupa hukukçuları arasından birlikte seçecekleri bir hakemi , üst hakem olarak atayacaklardır.
Türk Hükümeti sözü geçen azınlıklara ait kiliselere ,havralara ,mezarlıklara ve diğer dini kurumlara her türlü korumayı sağlamayı taahhüt eder. Aynı azınlıkların halı hazırda Türkiye’de bulunan vakıflarına dini ve hayır kurumlarına her türlü kolaylık sağlanacak ve izin verilecektir. Ve Türk Hükümeti yeni dini kurum ve hayır kurumu kurulması için, bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan,hiç birini esirgemeyecektir.
Madde 43.-Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları ,inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmağa zorlanamayacakları gibi, hafta tatili ( dini istirahat) günlerinde mahkemelerde bulunmadıkları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine getirmemeleri yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir.
Ancak bu hüküm,söz konusu Türk vatandaşlarını ,kamu düzeninin korunması için diğer Türk vatandaşlarına yükletilen yükümler dışında tutar anlamına gelmeyecektir.
44.- Türkiye bu Kesimin yukarıdaki maddelerinin Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde ,uluslararası nitelikte yükümler meydana getirmelerini ve Milletler Cemiyeti’nin güvencesi (garantisi) altına konulmalarını kabul eder. Bu hükümler ,Milletler Cemiyeti Meclisinin çoğunluğunca uygun bulunmadıkça değiştirilemeyecektir. Büyük Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japon Hükümetleri, Milletler Cemiyetinin Meclisi’nin çoğunluğunca razı olunacak herhangi bir değişikliği reddetmeği, bu antlaşma uyarınca kabul ederler.
Türkiye Cemiyeti Akvam Meclisi üyelerinden her birinin ,bu yükümlerden (taahhütlerden) herhangi birine aykırı herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta bulunma tehlikesini Meclise sunmağa yetkili olacağını, Meclisin duruma göre uygun ve etkili kabul edilecek bir hareket tarzı seçebileceğini ve gerekli göreceği yönergeleri ( talimatları) verebileceğini kabul eder.
Bundan başka Türkiye bu maddelere ilişkin olarak , hukuk bakımından ya da uygulamada, Türk Hükümeti ile imzacı öteki devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisine üye herhangi bir başka devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa ,Milletler Cemiyeti Misakının (Nizamnamesinin) 14.cü maddesi uyarınca uluslararası nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk Hükümeti böyle bir anlaşmazlığın , öteki taraf isterse , uluslararası Daimi Adalet Divanına götürülmesini kabul eder. Divanın kararı kesin Milletler Cemiyeti Misakının (Nizamnamesinin) 13.cü maddesi uyarınca verilmiş bir karar gücünde ve değerinde olacaktır.
Madde 45.-Bu Kesimdeki hükümlerle Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanımış olduğu haklar, Yunanistan tarafından kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlık için de tanınmıştır.
Kaynakça: Lozan Barış Konferansı Tutanaklar Belgeler Prof.Dr. Seha L.Meray
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No.338 1972 ANKARA
DİĞER LOZAN KAYNAKLARINDA AZINLIKLAR
İsmet İnönü’nün Hatıraları Lozan Antlaşması I- Yenigün haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. 1998
AZINLIK MESELESİ
….. Resmi konferans müzakerelerinin dışında, özel teşebbüslerle bilhassa benim üzerimde büyük baskılar
yapılmak isteniyordu. Bir gün eski Osmanlı hariciye nazırlarından Noradunkyan Efendi Lozan Palas’a gelmişti. Yanında birisi vardı, geldiler. Noradunkyan Efendi yanındaki zatı takdim etti. Zannediyorum Paşalyan isminde bir efendi idi. Eski Ermeni ihtilalcilerindenmiş.
Ermeniler Yurt İstiyorlar
Noradunkyan Efendi ile bu meselenin görüşülmesini iyi bir işaret saydım. Tahmin ettim ki devletin en yüksek makamında bulunmuş bir kimse sıfatıyla Türklerin hissiyatını ve ekalliyetler üzerindeki düşünüş tarzlarına en yüksek ölçüde , en samimi şekilde vakıf olan bir insandır. Onunla anlaşmak kolay olacaktır. Bunları itibarla karşıladım ve itibar ederek konuştum.
Ermenilerle aramızda çok şeyler geçtiğinden bahsettiler. Evet dedim, çok şeyler geçti.
Biz ne mazide , ne Birinci Cihan Harbi içinde Ermenilerle Türkler arasında geçen hadislerde herhangi surette bir ilişiği olmuş insanlar değildik. Bahsi edilen hadiselerin tamamıyla dışında kalmış yeni insanlarız. Devletimiz de tamamıyla yeni bir devlettir. Ermenilerle vatandaşlarımız olarak iyi yaşamak ve iyi münasebetlerde bulunmak emelimizdir.
Böyle ciddi ve samimi olarak hissiyatımızdan bahsediyorum. Meselenin nasıl hallolacağına ait misaller
söylüyorum. Geçmişi unutacağız. Bütün vatandaşlar arasında Ermenilerle beraber bir milletin fertleri olarak iyi bir hayat süreceğiz,müşterek bir vatanı beraber imar edip ilerleteceğiz. Ümidimiz budur dedim ve bu kanaatte olduğumu söyledim.
Noradunkyan Efendi ile münakaşa bu tarzda başladı. Paşalyan Efendi söze karıştı. Paşalyan Efendi, benim
bilmediğim hatta adını işitmediğim Ermeni ihtilali vakalarından bahsetti. İstanbul’da ilk Ermeni ihtilali Osmanlı Bankası’na karşı olmuş, onu anlattı. Sonra Ermeniler ne muamele görmüş , onları söyledi. Hiç işitmemişim. Bilmediğim vakalar. Nihayet Paşalyan Efendi’nin sözlerini ,Noradunkyan Efendi bağladı:
Biz Ermeni yurdu isteriz dedi. Nasıl bir şey o Ermeni yurdu diye sordum. Türkiye’nin bir yerini ayıracaksınız, tarzında izah etti. Sordum: Nerede istiyorsunuz ? Doğuda mı, güneyde mi, batıda mı ? …..
Noradunyan Efendi şöyle dedi: Nerede olursa olsun, Ermeni yurdu olarak bize bir yer verin. Biz orada toplanalım ,orada yaşayalım. Ne münasebet ,dedim, nasıl toplanacaksınız? Hiç görülmemiş bir şey. İçimizde
bulunuyorsunuz. Size ait olmayan yerlerde toplanacaksınız ve orada bir devlet olacaksınız. Nereden çıkardınız bunu ? Böyle yumuşak üslupla konuştum. Uzun boylu ısrar etti, çok ısrar etti. Çok tecrübe ettik, yapamayız dedi. Sözleri gittikçe sertleşti, tehdit edici ifadeler kullanmaya başladı. Elimizden geleni yapacağız, bırakmayacağız. Böyle söylüyordu.
Noradukyan Efendi tehdit edici ifadelerle yaptığı konuşmayı bitirince kendisine dedim ki:
“Dinle ! Şimdi ciddi olarak konuşalım. Sizin gelip benimle görüşmenizi ben ciddiye aldım. Bu vatanın evlatları olarak Türklerle Ermenilerin münasebetlerini bundan sonra iyi bir tarzda tanzim etmek için hakikaten faydalı olabilirsiniz zannettim. İstifade ederim ümidiyle sözlerinizi ciddi olarak dinledim. Fakat istekleriniz kabili tatbik olmayan, tasavvuru , kabulü caiz olmayan bir mahiyettedir. Memleketimizin bir kısmını ayırıp size suni bir vatan ve devlet olarak vermek gibi bir teklif ileri sürüyorsunuz. Biz bunu düşünemeyiz , kabul edemeyiz, yapamayız. Sizin başka bir sözünüz var mı?” Hayır,başka bir sözümüz yoktur dedi. Bunun üzerine ben konuşmamı şöyle tamamladım.
“Kesinlikle söylüyorum, biz bu talebinizi kabul etmeyiz. Mücadelenizde devam edecekseniz, böyle diyorsunuz, doğrudur. Anlıyorum ki siz şimdiye kadar böyle idealler takip etmişsiniz. Şimdi bu idealleri
tahakkuk ettirmek için tasavvur edebileceğiniz en büyük bir beynelmilel ortam meydana gelmiş. Bu konferans, imparatorluğun Türkiye’nin kaderini görüşmekte olan bir konferanstır. Bundan netice alacağınız ümit ediyorsunuz, bu fırsatı kaçırmak istemiyorsunuz. Bakınız , nihayete kadar uğraşacaksınız,
uğraşın. Yalnız bir şey söyleyeyim, nihayete kadar uğraşacaksınız, fakat aramızdaki her türlü itimat kalkacak. Uzun müddetten beri bir milli dava olarak takip ettiğiniz tezlerin karar zamanında benimle uyuşmayı çıkarlarınıza uygun görmediğinizi anlıyorum. Aramızdaki itimat ve samimi hava bozulduktan sonra siz tekrar geleceksiniz, beni arayacaksınız . Artık görüşmemize imkan olmayacak ve lüzum da kalmayacaktır. Unutmayın o zaman ben sizinle görüşmeyeceğim.
Noradukyan ve Paşalyan Efendilerle bu tarzda görüştük, sonunda bunlar ayrıldılar, gittiler. Hakikaten
tahmin ettiğim gibi oldu. Konferansın bundan sonraki safhalarında vakit vakit toplantıdan döndüğümde
veya otelden çıkacağım saatlerde , kapıcı gelir, bana , gözlüklü bir efendinin görmek istediğini söylerdi.
Hemen intikal eder, Mösyö Noradunkyan olmasın diye sorardım, kapıcı evet derdi. Vaktim yoktur, kendisi
ile görüşmeye imkan bulamıyorum. Sebebini sorarsa , kendisi bilir dediğimi söylersin derdim.
Ermeni İstekleri Üzerine Münakaşa
…… Sonradan öğrendim ki,konferansta ekalliyetler meselesi hallolduktan sonra,Ermeniler Lozan’da bir
kilisede veya diğer bir yerde toplantı yapmışlar. Müttefiklerden çok şikayet etmişler. Müttefiklere müracaat
edeceğimize, Türklere müracaat etseydik meselelerimizi daha iyi hallederdik, diye feryat etmişler. Benimle yaptıkları temasın bir neticeye varmaması için Noradukyan ve Ermeni davalarını takip eden dernekler, hocalar anlayış göstermemişlerdi. Konferansın en son safhasında umumi af münasebetiyle tekrar büyük bir sahne hazırlanmıştı. İşin bu kısmını geriye bırakacaklarını söylemişlerdi. Halbuki ben cevabımda , Türkiye’ye avdet meselesini hükümetin iznine ve rızasına bağlamıştım. Muahedeyi o şartla imza edeceğim, demiştim. İhtiraz-i kaydım kadar kuvvetliydi. Nitekim Lozan’dan sonra çıkan davalarda Birleşmiş Milletler’e müracaat ettiler, hakemlere gittiler. Hakemler de Birleşmiş Milletler de Türklerin konferansta verdikleri cevap kesindir, yapılacak bir şey yoktur, cevabını vererek meseleyi bağlamışlardır.
Ekalliyetle İlgili Fırtınalı Celse
….. Konferansta Ermeni davası ve Rum davası yüzünden yapılan propagandalar , tecavüzler vesaire sebebiyle , bir aralık İngilizlerin sulh yapmak isteyip istemediklerinden ciddi olarak şüpheye düşmüştüm.
İngiliz heyeti içinde çok müspet çalışan ve aklı başında, tecrübeli bir diplomat vardı. Onu çağırdım ve kendisi ile bu konuda hasbıhal ettim. Bu diplomatla aramızda iyi bir münasebet mevcuttu. Ona, ekalliyet
meselesinin devam eden müzakere ve münakaşasının bende ciddi bir şüphe uyandırdığını İngilizlerin bu yüzden konferansı inkıtaa (kesinti) uğratmak niyetinde olup olmadıklarından emin bulunmadığımı söyledim. Her zaman olduğu gibi, inandırıcı bir surette bana teminat veriyordu. Ciddi olarak sulh aradıklarını, müspet bir neticeye varmak istediklerini, ekalliyetler meselesindeki şiddetli gösterişleri ve büyük gürültüleri tabii görmemi tavsiye etti. Nasıl tabii göreceğim, bunu bana nasıl söylüyorsun dedim. Şu cevabı verdi. “İsmet Paşa ! senelerce çok şeyler söyledik, çok şeyler vaat ettik. Bütün dünyada çok taahhüt
altına girdik. Şimdi bunlara son verirken, bu kadar merasim yapılmasını neden yadırgıyorsun ?”
İngiliz diplomat bunları söyleyip vaziyeti hülasa ettikten sonra , sükunete gelmeye muvaffak oldum.
Dr. RIZA NUR’UN LOZAN HATIRALARI – Boğaziçi Yayınları A.Ş. Ağustos 1992
1.-Batılıların Azınlık Anlayışı
Frenkler bizde ekalliyet diye üç nevi biliyorlar: Irkça ekalliyet ,dilce ekalliyet, dince ekalliyet. Bu bizim için
gayet vahim bir şey,büyük bir tehlike. Aleyhimize olunca şu adamlar ne derin ve ne iyi düşünüyorlar… Irk
tabiri ile Çerkez, Abaza, Boşnak, Kürt, İlh… i Rum ve Ermeni’nin yanına koyacaklar. Dil tabiri ile Müslüman olup başka dil konuşanları da ekalliyet yapacaklar. Din tabiri ile halis Türk olan iki milyon Kızılbaşı da ekalliyet yapacaklar. Yani bizi hallaç pamuğu gibi dağıtıp atacaklar. Bu taksimi işittiğim vakit tüylerim ürperdi. Bilekleri sıvadım. Bütün kuvvetimi bu tabirleri kaldırmaya verdim. Pek uğraştım . Pek müşkilat ile fakat kaldırdım.
Bunun dersi : Vatanımızda başka ırkta, başka dilde, başka dinde adam bırakmamak en esaslı ,en adil, en hayati iştir.
Bu sebepledir ki, ben zaten Türkçülüğe, şiddetli Türk Nasyonalistliğine çok yıllardan beri dökülmüştüm
eserlerimle, makalelerimle buna çalıştığım gibi, bulunduğum memuriyetlerde de bunu tatbike gayret ediyordum. Bu sebepledir ki, Çerkez, Arnavut ,ilh… köylerini dağıtıp bunları Türkler ile karışık olarak
yerleştirmek en birinci iştir. Hala Anadolu’da Boşnak , Arnavut köyleri vardır ki, Boşnakça, Arnavutça
konuşur, Türkçe bilmezler. … Bunu diğer Sırp delegesi celsede de resmen söyledi “Sizin bizden alacağınız yok. Bizde Türk yoktur. Bizdeki Müslümanlar Sırp’tır. Ama bizim sizden alacağımız var. Anadolu’da 50.000 Boşnak var. Onlar Boşnak ama ırkça Sırp’tır.”Nereden nereye ?
2.- Azınlıklar Ve Askeri Hizmet
Bir aralık hiç olmazsa Hıristiyanların askerlikte müstakil taburlar olmasını ,biraz sonra da geri hizmette kullanılmasını teklif ettiler. Benim zorum:Behemehal asker olmalılar ve istenilen yerde kullanılmalılar. Bunda kararlıyım. Israrımın sebebi şu: Türkler askere gidiyor,dükkanını kapatıyor,ticareti gidiyor. Hıristiyan ise kalıp zengin oluyor. Türk karısının koynunda kalamıyor, çocuk yapamıyor. Hıristiyan yapıyor. Türk harpte kırılıyor, Rum kırılmıyor, çoğalıyorlar. Türkiye’nin çok yerinde Rum yok veya çok az iken bu suretle çoğalmışlardır. Beni nihayet celsede fena sıkıştırdılar. Ben de resmen söyledim. Hem cevap bulamadılar, hem de çocuk yapma meselesine güldüler. Keza Rum ve Ermeni askerlikten pek korkuyorlar.
Hele Harp-ı Umumide yapılan amele taburları gözlerini pek yıldırmış. Demek askerlik olursa,gençler askerlik çağına gelince Yunanistan’a kaçacaklar. Yirmiden yukarı yaştakiler de ecelleriyle öle öle bitecekler.
Demek kura yaşı Hıristiyanlar için bir hendikaptır. Bu suretle mübadele ile atamayacağımız Hıristiyanları da otuz yılda safra döker gibi dökeceğiz. Kır elli yıl içinde,bu askerlik onları bitirecektir. Bu hesabı yapıyorum,bu sebeple bu nokta üzerinde tutundum durdum. Asla sarsılmadım,beni yerimden sökemediler ve nihayet muvaffak oldum. Hakikaten sulhtan sonraki beş yıllık pratik , askerlik çağına gelen Rum Ermeni ve Yahudilerin ekseriyetle kaçtıklarını gösterdi. Bir askerlik kaçağı da ceza korkusuyla bir daha dönemiyor.
Bin şükür… Bu muvaffakiyetimden pek memnunum.
3.- Rumların Durumu
….. Fransız delegesi Laroş : “Avrupa Kanun-u medenisi tatbik edeceklermiş. Bu halde bu hususlarda bir takım imtiyazlar istemek doğru değildir. Hıristiyanlar da ona tabi olmalıdır.” Diyor ve diğerlerini susturuyor. Fakat Rumlar Fatih’ten aldıkları dini imtiyazları muhafaza ediyorlar. Ben de bunları kamilen kaldırmak azmindeyim. Memleketin siyasi ve idari ahvalini anladığım bir yaştan beri Rum Patrikhanesine ve imtiyazlarına pek düşman idim. Hele Türkçü olduğumdan beri bu düşmanlığım artmışta artmıştı. …
İçimden coşmuş bir maneviyat beni yürütüyor ve sevk ediyordu. Bu fırsatı kaybeder miyim ?Bunların imhasına uğraşıyorum.
İsmet benim kanun-i medeni işime kızıyor. Halbuki bunda büyük bir iyilik vardır. Kızlarımıza, erkeklerimize Türk ruhu verirsek, Hıristiyanlarla evlenince karı veya kocalarını , hiç olmazsa çocuklarını
Türk yaparlar. Mutaassıp Rumlar, kızları yetişince Türk’le evlenmesinden korkarak kızlarını alıp Yunanistan’a hicret ederler. Bu suretle İstanbul’daki kökleri kesilir. Vaktiyle Şeyhülislam Vani Efendi zamanında Türkler Hıristiyan kızlarıyla, Müslüman etmeksizin evleniyorlarmış. Rum Patriği görmüş ki Rumlar bitiyor, Vani Efendiye rüşvet vermiş, ondan şöyle bir fetva almış “Bu kadınlar gebelik esnasında domuz eti yiyip şarap içtiklerinden bu çocuklar Müslüman olamaz.” Bu suretle bu evlenmeyi hükümet menetmiş. Bu melun Şeyhülislam bunu yapmasaydı,Türkiye’de bugün Hıristiyan bulunmazdı. Devlet,
çektiği binlerce belaları görmez ve böyle yıkılmazdı.
4.- Ermeniler İçin Yurt İsteği
31 Aralık 1922 içtimaında Amerikan delegesi,Ermeniler için Ermeni Yurdu istedi ve bunun insaniyet namına lazım olduğunu söyledi. Ha !! Bulgar derken ,Ermeni hayali görmüştüm. Şimdi galiba hakikat oluyor. Ben de “Madem ki, Amerikalılar , insaniyet için Ermenilerin rahatlarını istiyorlar ve kendileri insaniyete hizmet gayretindedir. Bu halde onlara Amerika’da yurt versinler” dedim. “Niçin” dediler.
“Çünkü, Türkiye’de henüz konfor yoktur. Amerika tamamıyla teşkilatı yapılmış, rahat ve saadeti yerinde bir memlekettir. Ermeniler orada çok rahat olurlar” dedim. Herkes güldü.
ERMENİ YURDU MESELESİNDE BATILARA VURDUĞUM DARBE
… 17 Ocak 1923 celseleri sonlarında Montagna Ermeni Yurdu meselesine geçti. Bunun içinde yazdığı şeyi okumaya başladı. … Yine baktım benim daha aklıma gelmeyeni de ilave edip yapıyor. Mesela evvelce Bulgarları dinlemişler ya. Biz o celseye gitmedik , sözleri zabıtnameye (tutanak) geçmedi. Onu da “Türkler maatteessüf celseye gelmedilerdi. Ben vekaleten onların taleplerini Türk Heyetine iblağ (ulaştırma) edeyim” diye işe girişti. Demek üste tüy dikiyordu. Montagna tasavvur ettiğim tipin en mümtaz mahluku demek. İtiraz ettim kulak asmıyor. … o bitirdi. Rumbbold başladı. Yine itiraz ediyorum, söz istiyorum hiç aldırmıyorlar. O bitirdi. Fransız delegesi başladı. Bu sefer talebimi şiddetlendirdim. Ayağa kalktım, bende Montaga gibi birkaç kelimecik söyleyeceğim dedim. Söze Fransızlardan evvel başladım. Dedim ki: ” İhtilaf Devletleri Ermenileri kendilerine siyasi alet yapmışlar, ateşe saldırmışlardır. Kendi Devletleri aleyhine isyan ettirmişlerdir. Bunun neticesi onların te’dibi (terbiye etme) olmuştur. Te’dip ile sari hastalık açlık ve hicret ile kırılmışlardır. Bunun bütün mesuliyeti bize değil , İhtilaf Devletlerine aittir. Ermenilere mükafat lazımsa siz verin!.. El malı ile dost kazanılmaz. Ermeniler mazlum imiş, onlara Yurt, istiklal vermeliymiş. Biz bunlara kaniiz. Dünyada mazlum millet bir tane değildir. Mısır hürriyeti için birkaç defadır ve daha dün kan içinde çalkalandı.
Hindistan,Tunus, Cezayir, Fas hürriyetini, yurdunu istiyor. Hatta İrlandalılar yurtları, istiklalleri için kaç asırdır, ne kadar kan döktüler ? Siz bunlara istiklallerini, yurtlarını verin, biz de Ermenilere derhal verelim. Bütün bu okuduklarınız kenlemyekundur (Hiç olmamıştır,geçersizdir). Bu şart dahilinde burada durmayız. Celseyi terk ediyoruz dedim. Ayağa kalktım. Bu sözlerim çok ağırdı. Hepsi pancar gibi kıpkırmızı idi. Hele Rumbold!..
Zannımca İngiltere, İngiltere olalı diplomaside böyle şiddetli itham ve ağır söz işitmemişti.
Zabıtnameye sözlerimin bu son kısmını geçmemişler. Zabıtnamelerle istedikleri gibi oynuyor, tağşiş (karıştırma) yapıyorlardı. Ne kadar sahtekarlık ? …
… Tasavvur ettiğimi tamamıyla yaptığıma hükmediyorum, keyifliyim. Bakalım ne netice verecek ? Otele geldik İsmet’e , “Yine Ermenilerden bahsettiler. Ben de celseyi terk ettim. Celseyi terk etmemek için çok gayret ve telaş ettiler. Dinlemedim.” Dedim. Diğer tafsilatı anlattım. Bana sarıldı ve : “Seni bin kere tebrik ederim. Ermeni meselesini işte toprağa gömmüşsündür.” Dedi. Yüzümden öptü. Ben korkacak zannediyordum, bilakis cesaretle karşıladı ve çok keyiflendi. İsmet’in keyfi çok sürmedi. Montagna , Rumbold doğru Curzon’a gitmişler, işi hikaye etmişler. O da müttefikler namına kendi imzası ile bir nota yazmış, bize göndermiş. Bu notayı alınca İsmet telaş etmiş. Beni çağırtmış, gittim. Telaş içinde “Ya şimdi ne yapacağız ? Çok fazla ve ağır iş yapmışsındır” diyor. A, demin beni tebrik edip “Fevkalade bir iş yaptın, Ermeni meselesini öldürdün” diyen adam şimdi ne diyor, tamamıyla değişmiş. …. İsmet’e dedim ki “Ne telaş ediyorsunuz ? Hiçbir şey yok. Şimdi buna cevabı ben yazacağım. Sen imza et. Mesele biter. .. Bu notada dedim ki: “Bunda kabahat Rıza Nur’un değil ,Montagna’nındır. Çünkü Rıza Nur ,Montagna’nın ricasi üzerine sade reisin , Ermeni Yurdu hususunda ve ancak iki satırlık söz söylemesine razı olmuş ve bunu Montagna namusu ile temin etmiş. Halbuki celsede buna mugayir (karşıt) olarak herkes uzun kağıtlar okumuşlar. Evvelce defalarca bu meselenin müzakeresini asla kabul etmeyeceğimizi size bildirmiştik. Ben de Rıza Nur’un yerinde olsa idim, böyle yapardım. Mamafih mesele yoktu, kapanmıştır.” Notayı İsmet’e imzalattım. Yolladım. Hakikaten mesele kapandı.
5.- Ermeniler Terör Peşinde
Bu bir taraftan Ermenilere bir derstir. Çünkü Avrupalılar onları kendi menfaatleri için ileri sürüp kırdırıyorlar, sonra onlara bir şey vermiyorlar. Bu bir değil, birçok olmuştur. Harb-ı Umumi ile Ermenilerin felaketi doğrusu pek büyüktür. Sebebi de İngiltere, Rusya ve Fransa’dır. Bu kadar kırılım ve felaketten sonra bu üç devlet mutlaka bunlara bir yurt vermeli idiler. Hatta kendi iş ve menfaatlerini terk edip yerine bunu almalı idiler. Bilakis kendi işlerine baktılar. Sade Ermenilere lafla “Yurt lazımdır” deyip geçtiler. Bu söyledikleri Ermeniliğe Avrupa diplomatları tarafından söylenmiş bir mersiyedir. Bir kitabe-i seng -i mezardır ( Mezar taşı yazısı).
Avrupalılar daima Ermenileri doktorların laboratuarlarda ada tavşanı, hintdomuzu gibi harcamaları gibi harcamışlardır. .. Ama o millet bunu anlayamayacak kadar akılsızlık gösterir. Hem de Ermenilerin Türkiye’de tarihi bir hakları yoktur. Eğer Adana’da eski küçük Ermenistan’ı hak sanıyorlarsa orada Türkler Ermenilerden çok oturmuşlardır. Hatta Hetom Ropen ve Loziyon Naharar ve ailelerinin sonuncusu Fransız’dır. Nitekim Fransa Hariciye nazırı Pişon bunu Fransız Mebuslar Meclisinde açıkça söyleyip Kilikya’da Fransız hakkını ileri sürmüştür. Ora ahalisi ise Türk’tür. Ermeniler hiçbir vakit ekseriyet yapmamışlardır. Selçuklular “Ani”yi alınca Ermenilerden bir kısmı Bizans’a dehalet etmişti. Bunlar 20.000 kadar insandır. İşte Ermenilerin Adana’da zuhurunun menşei budur. Hem bir millete iki yurt ne oluyor?
Ararat da var ya !..
Konferansın ilk içtimaından az bir müddet sonra idi. Ermenilerin İsmet’i , beni vuracakları şayi olmuş idi.
… Cenevre’de “Comitee Philarmenienne” adında bir cemiyet varmış, görüşmek istediler. Bir odaya aldım.
… Hulasa Ermenilere Kilikya’da yer verilmeliymiş. Dedim ki “Bu olmaz bir şeydir, Türk Milleti bunu yapamaz ” . Amerikalı adam kızdı ,dedi ki “Siz eğer Ermeniler yurt vermezseniz sizi vuracaklar”. … Dedim ki “Mösyö … Dünyada hiçbir kimseye ,hiçbir millete badihava (bedava), insaniyet namına , laf ile yurt vermezler. Bunun tarihte misali yoktur. Yurt ve hürriyet almaya layık bir millet bunu kan dökerek alır. Nitekim Türkler yaptılar. Ermeniler de şimdiye kadar bu yolda idiler. Bir çok defa isyan ettiler. Türkleri kırdılar geçirdiler, harplerde Türk düşmanına iltihak ettiler. Sokaklarda Türk ricalini (Rütbeli mevki sahibi kimseler) vurdular. Vakıa kan döktüler bu usulü tecrübe ettiler, ama kudretleri yetişmedi. Her isyanlarında tedip edildiler. Demek ki bu milletin yurt ve hürriyet almaya henüz kuvveti, yani hakkı yoktur. … Sözle olmayacağını benden aldığınız cevapla öğrenince beni ölüm ile tehdit ediyorsunuz. Sizi bir adi katil, eşkıya tabiatında görüyorum. Efendi! Pek sevdiğin Ermenilere söyle!.. Şimdiye kadar Türk ricallerinden birkaç kişi vurdular. Bundan böyle bir Türk’ün canına kıysınlar, Türkiye’de bu bir Türk yerine on bin Ermeni katliam etmeye ahali yemin etmiştir. Cihan ve insaniyet buna bir şey diyemez. Tamamıyla meşrudur. …” Herif şaşaladı. … Bu sözlerim Ermeniler ‘de büyük bir intibaa (izlenim,iz) bırakmış. Bunu bu sefer Paris’te öğrendim. Baş komitacılardan Terminasyan ile görüşüyordum. Yanında birisi de vardı. O, Ermeni’ye Mustafa Kemal’i vurmalarını tavsiye etti. Ermeni ” Sonra İstanbul’daki Ermenileri katliam ederler. yapamayız” dedi. Çok memnun oldum.
… Suikast, Ermeni Milletinin sipesyalitesidir. Yine bunlar bu yolda devam ederlerse Türkler de bir gizli komite yapıp Ermeni politikacı, komitacı vesaire ileri gelenleri mukabele bilmisl (misilleme ) olarak öldürülmelidir.
…Nihayet içime korku girdi. Bir gün İsmet’e dedim ki: “Ben sokağa çıkınca arkamdan biri muhafaza etse iyi olur. Bu Ermenilerden korkmalıdır.” Bütün bu hikaye ettiğim şeyleri bilen İsmet bana ne derse beğenirsiniz “Ermeniler seni vurmazlar” Bu arkadaş mı ? Bu adamdan bir kat daha soğudum.
AHALİ MÜBADELESİ
…. Düşündüm,bir pazarlık payı lazım. Frenklerin zihniyetini okşamalı yani onlara bir yem göstermeli. O da pek kıymetli bir şey olmalı ki ağızlarının suyu aksın, bunları yola getirebilsin. Bu da Patriği ve Patrikhaneyi
İstanbul’dan kovmak. Kovmaktan feragat edince (vazgeçince) bu müspet (olumlu,pozitif) bir veriş değil menfi (olumsuz) bir veriş olur. Tam münasip . Bütün Hıristiyanlık alemi çalkalayacak bir şey. Sonra bunu almak için istediğim o muallakta şeyleri derhal verirler. Meseleyi iyice düşündüm. Halbuki Patrikhanenin İstanbul’dan gitmesi bizim zararımızadır. Çünkü bu yılan yuvası pençemiz altında durmalıdır. O vakit deliğinden çıkarmayız. Eğer Kovarsak Aynoraz’a yerleşir,istediği gibi zehir saçar.
…
Patrikhanenin tardı (kovma) bize hükümetçe verilen talimatnamede yok. Akla gelmiş bir şey değil. Sonra tarddan vazgeçtiği vakit Frenkler de bizimkiler de şaştılar. Bana “Bu şiddet ne idi ? İş muvafakat olmak kabiliyetini de göstermişti. Sonra birden vazgeçiverdin” dediler. Ne yapayım, askerlik, ırki, dini, lisani ekalliyetler ve emsali daha mühim.
Yahudiler Oyun Peşinde
Muslihiddin Adil adında biri Lozan’a gelmiş. İstanbul Darülfünununda (üniversite) profesör olup,Selanik dönmelerinden imiş. .. Dedi ki: “Biz Türkler Makedonya’da ekseriyet yapıyoruz. Orada kalırsak istiklal yapacağız. Bir Türk Hükümeti teşekkül eder. Bu büyük bir menfaattir.” … Gittikçe daha ziyade saçmalıyor. “Olamaz”Deyip kesmekten başka çare bulamadım.
Bana müessir ve kuvvetli bir yalanla Yahudi Dolabı yapıyordu. … Kandıracak…Gayesi sırf Selanik dönmelerini mübadeleden istifade ettirmektir. Demek ki dönmeler Selanik’te kalmak istiyorlardı.
İşin felaketi bunlar Türk görünüyorlar. Rumlar Ermeniler bunlardan çok iyi. Çünkü hiç olmazsa Rum’dur Ermeni’dir diye biliriz. Bu ecnebi unsur , bu parazit kanımızda saklanıyorlar. Böyle bir zümreden birini sivriltmek, Darülfünuna profesör yapmak fena şey!..
Hahambaşı Nayim Naum Efendi Müşavirimiz oldu ( ! )
Bir müddettir İstanbul eski Hahambaşısı (Hayim) Naum bizim otelde görülmeye başaldı…. İsmet bunu müşavir tayin etti. Derken Hahambaşını soframıza da aldı. İsmet’e dedim ki: Bu Yahudi de başımıza nereden çıktı ? Senin böyle bir Yahudi ile laubali görüşmen haysiyetini ve Türk Milletinin heyetinin haysiyetini de kırar. Bu kadar yüz verme , hiç olmazsa herkesin içinde yüz verme.” Bana kızdı.
Herif azdıkça azdı. Benim önüme geçip önümde yürüyor. Fakat ben durur muyum ? Zaten Yahudileri hiç sevmem. Hahama önüme geçtiği vakit hakaret ettim ve kolundan tutup arkama çektim. Bir daha burada yürü dedim. Herkes gördü, herif bitti.
Türk Tezi Kabul Ediliyor
Daha naz etmek , güçlük göstermek işi bozacaktı. Ben “…Bizim birtakım muallakta ve ufak tefek işlerimiz var. Onların hallini vaat edin . Bu suretle Ankara’ya bu teklifi yapmaya yüzümüz olsun.
“peki nedir onlar ?” Askerlik işi, istimlak işi, ırk tabiri, ilh… saydım. Bir de patrik kalsın. Devlet içinde devlete tahammül edemeyiz. Curzon zabıtnameye geçmek üzere “Patrik yalnız dini kalacaktır. Hiçbir vakit siyasete karışmayacak, idari bir iş görmeyecek, siyasi müessese ve alet olmayacak. Türk Hükümeti böyle bir
şeyini sezerse tard etme hakkını haizdir.” Desin dedim,hepsini not edip kabul etti.
Bu suretle patrik ve müessese gitmeden ve pençemiz altında kalarak onu bütün imtiyaz ve kuvvetlerinden tecrid (soyma ,ayırma) edip sıfır haline getirmiş oldum. Zaten Anadolu Rumları gideceklerinden Patrikhanedeki meclislerini teşkil edecek adette metropolit kalmayacak.
Patrik meselesini (s.263’te) Curzon hikaye ediyor: “Montagna,halledemeyip hallini kendisine rica etmiş.
İlh… Okunmasını tavsiye ederim. Bu nutukta Curzon Patrikhanenin bütün idari ve siyasi hukuk ve işlerinden tecrid edildiğini müttefikleri namına beyan etmiştir. İsmet Paşa da Patrik İstanbul’da kalsın demiştir. İşte bunlar Nicolson mülakatı neticesidir. Curzon “Patriğin İstanbul’da bırakılması konferansca büyük bir sevinçle karşılandığı gibi bütün dünyada büyük bir tesir yapacaktır” dedi.
Venizilos’un da canına minnet imiş. “Madem ki Patriği bırakıyorlar, artık hiçbir güçlük kalmamıştır.” Diyor. Önce şiddetle müdafaa ettiği Patriğin siyasi ve idari hukukundan sevine sevine vazgeçmiştir. Hem geçmesin de Curzon ona ne yapar görsün!.. Venizelos’un büyük bir dikkat ve itina ile uzun uzun ibkasını (yerinde bırakma) müdafaa ettiği Patrikhanenin imtiyazları kağıttan bina gibi yıkılıp gitti. Patrikhane ve Patrik basit bir hane ve şahıs gibi kaldı. Patrik artık adi bir papazdır. … Eğer hükümetimiz,bu patrikhane işini iyi halledip, nihai tasfiyeye (temizleme) varamazsa yine bu başımıza bela olur. Şimdi bununla bu tasfiyenin bütün hazırlıkları ve vasıtaları vücuda getirilmiştir.
Kolejler Hıristiyan Yuvasıdır
Avrupalılar Türkiye’deki mekteplerine ,eski eser araştırmasına (asar-ı atika taharriyatına) ,hele Amerikalılar çok ehemmiyet verdiler. Bunlar için adeta kapitülasyon tarzında şeyler istiyorlardı. Ne ise, onları da kaldırdık. Robert Kolej, Cizvit mektepleri memleketimizin irfanı için çok mühimdir, lazımdır. Ancak bu mektepler dini ve siyasidir. Memleketimizde sırf bu maksatla yapılmışlardır. Talebeyi Katolik ve Protestan yapmak istiyorlar. Koloni işinin mukaddemesi (önde giden), mektep, yetimhane ve hastanedir. … Bir de eskiden bu mekteplere Rum ve Ermeniler dolardı. Yahudiler de Alliance İsraelite denilen cemiyetin mekteplerine giderlerdi. Bu müessese Fransız Yahudilerinindir ve Fransız emellerine hadimdir(hizmet eden). Bu mekteplere, bilhassa Amerikan mekteplerine Türk çocukları doldurulmalı . Ancak din ve akidelerine(inanılan şey) , milliyetin muhafazasına dikkat etmeli.
TBMM GİZLİ ZABITLARINDA LOZAN MÜZAKERELERİ
Zapt-ı sabık hulasası- İki yüzüncü inikat -27 Şubat 1339
….
RIZA NUR BEY- …. Bu mesele biliyorsunuz ki bu münakaşat (tartışmalar) esnasında ekalliyetler meselesinde birçok asırlardan beri gelen Patrikhanenin imtiyazatı mezhebiyesi (mezhep ayrıcalıkları) meselesi vardır. Arz ettiğim beynelmilel muahedatta (antlaşmalar) olmayan derecede bu imtiyazatı mezhebiyeyi ifa etmek ve hem teşdiden (sağlamlaştırarak) ifa etmek (yapmak) istiyorlardı.
Yunanlılar da bunu şiddetle arzu ediyorlardı. Halbuki bu bizim için esas meselelerden idi. Halbuki biz
Patrikhanenin bütün tevabii ile memleketten çıkıp gitmesini teklif ettik. Nihayet bir çok münakaşattan sonra, biliyorsunuz ki; Patrikhanede siyasi,idari,adli,dini vazaif (görevler) vardı. Asırlardan beri gelen mahkemeleri vardır. Bir papaz bilmem kimi mahkum eder ve hükümete tebliğ eder. Hükümette icra eder. O kadar vahim bir meseledir. Patrik gelir, vezir makamında askerimiz ona selam verirdi. Bunların hepsini kaldırmak istedik. Fakat büsbütün Patrikhaneyi çıkartmak mümkün olmadı ve bütün İngilizler, kiliselerinin tazyik sütresi (perdesi) altında bunu kurtarmak istediler ve bizzat bu mesele hakkında da müracaatta bulundular. İmtiyazat-ı mezhebiye meselesi ancak bizim için mühim olduğundan buna muvaffak olduk.
Bugün Patrikhanenin dini bir hassasından başka hiçbir şeyi kalmamıştır. Muhakeme bilmem ne yapamayacaktır ve siyasi bir mesele ile uğraşacak olursa hudut haricine atabileceğiz. Asırlardan beri
Bu devlet ve millet aleyhine bütün Rumları teşvik etmek gibi idareye karışmak mahakim filan gibi bunları kaldırdıktan sonra zaten hükmü kalmadı. Bu gün adi bir köy papazı haline geçmiştir. Bir sıfatı resmiyesi (resmi sıfatı) kalmamıştır.
ETHEM FİKRİ BEY (Menteşe) -Hala sefirler gönderiyor.
RIZA NUR BEY- Halen muahede mevki i icraya konmamıştır… Bizi bu noktada ısrar etmemeye mecbur etmiştir ki fakat mesele dev zaten, Patrikhane gider de Aynaroz’a oturursa idare aleyhimizde faaliyette bulunacağına şüphe yoktur. Fakat pençemiz altında bir papaz gibi İstanbul’da her şeyden tecrit edilmiş bir halde en güzel bir tariftir.
OSMAN BEY (Kayseri)- Patrikhane unvanı kalıyor mu?
RIZA NUR BEY (Kayseri) – Hatta biz bunda başka şekilde de düşündük, bir piskopos haşinde olsun ve böylelikle kalmıştır. Efendiler her türlü evsafı gittikten sonra hiçbir meziyeti kalmamıştır.
….
RIZA NUR BEY- … Şimdi efendiler, bu ekalliyetler mesaili en mühim meseledendir ve Misak- ı millimizce kabul edilmiştir. Kabul etmek istemediğimiz zamanlarda misak-ı millimizi gözümüze dayamışlardır. Biz de kabul ettik. Mevcut olanlardan daha azdır. V öyle de olmasa mübadele-i ahaliyi kabul ettik,cebri olarak. Ekalliyetler kalmayacaktır. Yalnız İstanbul müstesna olmak üzere … (Ermeniler sesleri) Fakat arkadaşlar kaç Ermeni vardır? (Yahudiler sesleri) İstanbul’da otuz bin Yahudi vardır. Museviler malum, nereye çekilirlerse oraya giden insanlardır. Tabii olmasalardı daha iyi olurdu derdim.
ALİ SAİP BEY ( Urfa ) – Ermeniler affı umumiden sonra gelmeyecekler mi ?
RIZA NUR BEY- Efendiler, sonra Ermenilere bir yurt istediler. Ermenilere biz yurt vermedik.. Türkiye’de
Bunlara yurt olamaz dedik. Kimisi Kilikya’da ,kimisi Van’da dedik hepsini attık. Baktılar ki olmuyor, müzakereyi bile kabul etmiyoruz. En sonunda dediler ki , bunlar Protestan dır ve bunlar gelsin dediler. Olamaz onlar da gelmeyecektir dedik.
…
RIZA NUR BEY- Efendim,bunlar burada demiyor ki, nokta-i nazarlarına göre köyde mektep yapacaklar,
Lisanlarını kullanabilecekler. Yine teftişimiz altında olacaklardır. Fakat mübadele olduktan sonra bu ekseriyet nerede olacaktır ? Meseleyi kökünden halleden mübadele-i ahalidir.
AVNİ BEY (Saruhan)- Mesela bütçeden para ayırıyorsunuz. İstanbul bütçesinden veya hususi bütçelerden yine onlara para verilecektir.
RIZA NUR BEY- Verilecek. Kabul Etmiştir, Misak ı milli. O mevcut muahedatta ,daha şiddetli bir surette mevcuttur. Ne yapalım?
LOZAN ZAFER Mİ HEZİMET Mİ ?
Kadir Mısırlıoğlu -Sebil Yayınevi İstanbul 1971
Kitap yayınevi tarafından şöyle tanıtılıyor : “Lozan ; Muazzam bir İmparatorluk mirasının han-ı yağmasıdır. Türkün şahsında İslam’dan intikam alınarak , bütün bir İslam dünyasının başsız bırakılmasıdır !..
Lozan’ın getirdiği ; Adalarla Yunan Stratejik çemberine alınmış iktisadi kaynaklardan mahrum, her türlü
Unvan ve sıfatı yolunmuş, gayrı tabii hudutların çizdiği küçük bir Türkiye’dir.
Sebil yayınevi, takrir- i sükun kanunu ile Lozan’ın üzerine çekilmiş olan şalı kaldıran ve onu milli misak önünde ilk olarak muhasebe eden böyle bir eseri yayınlamaktan şeref duyar.”
Tahmin edileceği gibi kitap Lozan’ın bir hezimet olduğu iddiasında. Atatürk ve İnönü hakkında yazılanlardan dolayı sanırım kitap birkaç kez toplatıldı.
Kadir Mısırlıoğlu, Lozan’ın azınlıklara tanıdığı hakları ve Patrikhanelerin İstanbul’da kalmasını manevi kayıplar arasında saymaktadır. Yine aynı yazar, Hilafetin kaldırılmasından İstanbul Hahambaşı Hayim Naum efendiyi sorumlu tutmaktadır.
Patrikhane konusunda düşünceleri ise şöyle “İsmet Paşa ,(..) Ancak patrikhane müessese -i hazırasının ikpasına (yerinde bırakılmasına) imkan olmadığı gibi , Patrik efendinin artık İstanbul’da işi yoktur, bu bir şahsi mesele değildir, dediği halde müteakip (takip eden) on sekiz gün içinde neler cereyan etmiştir ki, patrikhane yerinde kalmıştır. Bunun hakiki sebebi , İnönü’nün bu direnişten vazgeçmesi hiçbir mukabil tavizle de alakalı değildir. Lozan Palas’ın sigara dumanlarına bürünmüş odalarında, İnönü dessas (hilekar) İngiliz diplomatı Lord Gürzon’un ısrar ve ricalarına boyun eğerek Patrikhaneyi bütün günahlarından beraet ettirmiştir. Çünkü o gün Lord Gürzon Cenaplarının doğum günüydü. İsmet Paşa’dan patrikhaneyi bir doğum günü hediyesi olarak talep eden İngiliz diplomatı ona boyun eğdirmiş bulunuyordu.
Bu meselede maalesef Dr. Rıza Nur’un da günahı vardır. Patrikhanenin “pençemizin altında bulunması” gibi yanlış bir görüşe bel bağlayan Dr.Rıza Nur , bu meselede kendi ifadesiyle kasten ısrar edip sonra da mukabilinde bir şeyler koparma umuduyla vazgeçmiştir. Patrikhanenin “pençemiz altında bulundurulması” belki Fatih devri için çok yerinde bir görüştü. Fakat bu günkü Türkiye’nin bir pençesi olup olmadığını
Okuyucunun takdirine bırakırız.
(..) Lozan Muahedenamesi metnine patrikhane hakkında hiçbir madde konulmayarak kulisteki bir anlaşma ile iktifa edilmiş ve patrikhane mevzuu müzakereden kaldırılmış oldu.”
NUTUK -Mustafa Kemal Atatürk
Amerika Güdümü İçin Propagandalar
… Bu bilgiler ,Erzurum’dan beri başlayan birtakım yazışmalardan daha iyi anlaşılacağı için , onları olduğu gibi sunacağım. …
On Beşinci Kolordu Komutanlığı’na Afyonkarahisar 13.08.1919
Mustafa Kemal Paşa’ya özeldir. İstanbul’daki değişik partilerin birleşerek Amerika Komisyonuna verilmek üzere , aldıkları kararlar aşağıdaki gibidir.
1.- Ermenistan için Türkiye’nin doğu sınırları üzerinde Ermenilerin işine yarayacak bir toprak parçasını vermeyi ,doğu illerindeki Türklerin ve orada işbaşında bulunan büyüklerin, gelecekteki esenliklerini ve özgür gelişmelerini düşünerek benimseyebilecekleri kanısında olduklarını; yalnız bu kanılarını oradaki Kürtlerle işbirliği yapmış olmaları ve Kürtleri de Ermenilere toprak vermek düşüncesine yanaşmayacaklarını bildikleri için açığa vurmak istemediklerini ;açığa vursalar bile oradaki Türk aşağıdaki koşullara uyma konusunda kendilerine güvence verilmedikçe, bu düşüncede Kürtlerden ayrılamayacaklarını sandıklarını, saptamışlardır. Şöyle ki: Önce, Türk ve Kürt çoğunluğu ile bunlar
arasındaki başka azınlıkların oturdukları toprakların bütünlüğü; ikinci olarak Türk tam bağımsızlığı sağlanmak ve yürürlüğe konularak pekiştirilmesi;üçüncüsü Türkiye’nin çağdaş uygarlığa erişebilmesi için, özgürce gelişimini engelleyen etmenlerin kaldırılmasıyla Wilson ilkelerine uygun olarak bağımsızlık ve haklarından en güvenilir bir biçimde yararlanmasına olanak sağlanması ; dördüncü olarak, bu konularda ve Türklerin hızlandırılmasında yardımcı olacağını Amerika’nın Uluslar Cemiyetine (cemiyet-i akvam)
karşı üstlenmesi.
2.- Boşaltılacak topraklardan çıkarılacak olan Türk ve Kürtlerin yeni gönderilecekleri topraklarda hemen yerleştirilmesi ve hemen yeni topraklardan yararlanmalarını sağlamak için Amerika’nın yardım etmesi.
3.- O bölgede ve özellikle Erzincan ve Sivas arasında yoğun olarak yaşayan Ermenilerin de yeni Ermenistan sınırları içine gönderilmesinin sağlanması.
4.- Ermenistan adına yapılacağını olası gördüğümüz toprak verme işi , bağımsız bir Ermenistan adına değil,
ancak büyük ve uygar bir devletin güdümü altında gelişecek yeni bir devlet adına olacaktır. Çünkü bugünkü
Ermenistan’a toprak vermek, Türkiye’nin başına ikinci bir Makedonya yapmak demek olduğu gibi, Kafkasya için de bir etmen yaratmak demektir.
5.- Bütün bunlar tartışılabilir bir öneri niteliğindedir. Bunların kesinleşmesi ancak yurttaki kurallarla ilişki kurulabilirse Amerika komisyonundan bir kişinin gönderilmesi çok gereklidir.
6.- Ve en son olarak, sorunun yasaya ve tüzeye uygun duruma getirilmesi için Osmanlı Millet Meclisi’ne bırakılması gerekir. On ikinci Kolordu Komutanı Salahattin
On ikinci Kolordu Komutanlığı’na, Yirminci Kolordu Komutanlığı’na Erzurum,21.08.1919
… İstanbul’da değişik partilerin Amerika Komisyonu’na vermek üzere aldıkları kararlar burada Temsilciler Kurulumuzca pek çok üzüntüye ve acınmaya değer görüldü. Çünkü 1. Maddede Ermenistan’a
doğu illerinden toprak verilmesi söz konusu olmaktadır. Oysa ezici çoğunluğu Türk ve Kürt olan bu illerden bir karış toprağın bile Ermeniler adına geçirilemeyeceği bugün için olanaksız olduğu şöyle dursun, değişik soydan gelen halk arasındaki tiksinti ve öç alma duygusunun korkunçluğu ve baskısı, Osmanlı Ermenileri’nin geri gelmeleri durumunda bile iller içinde yoğun olarak yerleştirilmelerini kaygı verici bulmaktadır. Bu duruma göre suçlu olmayan Osmanlı Ermenileri’ne yapılacak en büyük kolaylık, eşit
ve dengeli koşullar altında yurtlarına dönmelerini onaylamaktan başka bir şey olmayacaktır.
Üçüncü maddede Erzincan ve Sivas arasında yoğun bir Ermeni topluluğu bulunduğu kuruntusu bilgisizlik ve anlamazlıktan başka bir şey değildir. Savaştan önce bile buralarda oturanların büyük bir bölümü Türk birazı Zaza denilen Kürt ve pek azı da Ermeni idi. Bu gün ise varlığından söz edilebilecek sayıda Ermeni
yoktur, bundan dolayı bu gibi dernekler yetkilerini bilmeli ve bir şey yapmak isterlerse hiç olmasa Harbiye
ve Hariciye Nazırlıkları’nın barış hazırlıkları için yaptıkları resmi istatistik ve grafiklere olsun başvurma sıkıntısından kaçınmamalıdırlar. İşbu telin olduğu gibi İstanbul’a gönderilmesini dileriz.
Mustafa Kemal
Mondros Ateşkes Antlaşmasından Sonra Türkiye’ye Yapılan Dört Barış Önerisi Arasında Bir Karşılaştırma:
7.- Azınlıkların Korunması
Sevr’de : 1918 Ateşkes Antlaşmasından sonra yapılan bütün antlaşmalarda bulunan hükümlerden başka Türkiye’ye özellikle aşağıdaki yükümlülükler kabul ettirilmek istenmiştir:
a) Yerlerinden ayrılmış olan ve Türk olmayan bütün halkın eski yerlerine gönderilmesi :
Başkanları Uluslar Cemiyetince atanacak olan yargıcı kurulları aracılığıyla bunların haklarının geri verilmesi; bu kurallar isterlerse, Türk olmayan halkın yıkılmış olan emlakının onarımı konusunda, günlükleri
hükümetçe ödenmek üzere işçiler sağlanması göç ettirme ve buna benzer işlerde etkisi olduğu , adı geçen kurullarca ileri sürülen herkesin sürgüne gönderilmesi.
b) Türk Hükümeti , azınlıkların , Millet Meclisinde kendi sayıları oranında temsilci bulundurmalarını
sağlayacak bir seçim yasası tasarısını iki yıl içinde İtilaf devletlerine sunacaktır.
c) Patrikhanelerde bunlara benzer kurumlarla ilgili bütün ayrıcalıklar artırılıp güçlendirilmekte ,
bunların yönettikleri okul, öksüzler yurdu ve benzerleri üzerinde o güne değin Hükümetin korumuş olduğu az etkili bir denetleme hakkı bile kaldırılmaktadır.
d) İtilaf devletleri, Uluslar Cemiyeti Kuruluna danışarak, bu kararların yürütülmesini sağlamak için alınması gereken önlemler saptayacaklardır. Türkiye, bu konuda, daha sonra alınacak her önlemi benimseyeceğini şimdiden üstlenecektir.
Mart 1921 Önerisinde : Azınlıklardan söz edilmemiştir. Bu öneri Sevr’de yapılacak değişiklikleri içerdiği
için , bundan adı geçen antlaşmanın azınlıklarla ilgili bölümünün değiştirilmeyeceği anlamı çıkarılabilir.
Mart 1922 Önerisinde : Türkiye ve Yunanistan’daki azınlıklarla ilgili bir dizi önlem ileri sürüleceği ve bunların iyi uygulanmasını denetlemek için Uluslar Cemiyetince görevliler atanacağı yazılıdır. Önlemler
dizisinin ne olacağı belirtilmemiştir.
Lozan’da : Ulusal Andımızda benimsediğimiz üzere ve yalnız Müslüman olmayanlara uygulanmak için, Genel Savaştan sonra yapılan bütün uluslar arası antlaşmalarda yer alan hükümler.
Yorumlar kapatıldı.