İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

3. Bin Yıla Girerken

BENIAMINO ANDREATTA (İtalya eski dişişleri bakanı 17.9.1994)
ULUSAL DEVLET,KÜRESEL YAŞAM

Yeni Binyıl’ı anlayabilmek için insanoğlunun bir noktaya özellikle dikkat etmesi gerekir. Bu nokta,çokuluslu duruma dönüşen ekonomi,bilim, teknoloji ve ekolojiyle,karşısında gün geçtikçe daha güçlü duruma gelen “ulusal kimliğin”çatışması. İnsanlık bu çatışmayı yatay sentezler yerine, gerçekçi politikalar üreterek yaşamalı ve aşmalı. Konunun altını özellikle çizmek istiyorum,çünkü 2.Binyıl’ın son yüzyılında bu iki ucun varlığı gözardı edildiğinde ne gibi sonuçların doğduğunu hep
beraber gördük.
Bireysel ve ulusal kimlikler göz ardı edildiğinde, özgürlükler engellendiğinde ideolojik anlamda imparatorluk arzusu gündeme geldiğinde neler yaşandığını somut olarak biliyoruz. Bu arayışlar sonuçta,baskı, insan hakları ihlalleri ve savaş getiriyor dünyaya. ..
Ancak ulusal kimliklerin aşırı güçlenmesi, üniter yaşam düşüncesinin terk edilmesi de insanlığı felakete sürükleyebilir. Hatta şu anda görülen o ki ülkelerde büyük anlaşmazlıklar doğuracak bir “kabile içgüdüsü” geliştirmekte. Bu bilimkurgu bir senaryo değil,ne yazık ki gerçeğin ta kendisi. Bu iki dürtü arasında kalan “ulusal devlet” ise yakın tarihte üretilen bir olgu. Ümit ederim ki ulusal devlet 3.binyıl’da da seçeneksiz bir yönetim biçimi olarak benimsenir ve sürer. Aksi takdirde toplumların ufalanması kaçınılmazdır.
…Hedef ulusal devlet aracılığıyla küresel beklentilerle kimlik arayışlarına aynı anda yanıt vermekse (2.Binyıl’ın sonunda insanların birlikte yaşamasının temel formülü) Avrupa’nın deneyiminden
yararlanmakta büyük yarar görüyorum.
3.Binyıl’da barış içinde yaşayacak bir dünyayı şöyle düşünüyorum: Toplumu oluşturan bireylerin değişik kökleri tanınacak ve bunun ışığında çok renkli bir yönetim biçimi geliştirilecek. Aynı zaman bir grubun ön plana çıkıp diğerlerini egemenliği altına alması önlenecek.
Bunu sağlayacak belirgin bir model yok,bazı durumlarda görüldüğü gibi federal,bölgesel, komüniter ya da teritoryal bir yönetim biçimi olabilir.
Geleneklerin ve dillerin homojen duruma gelmesine de karşı çıkmalıyız. Halkların gerçekleri dile getirmelerine,kendilerini anlatmalarına olanak tanınmalı,iletişim teknolojisinin bu kadar geliştiği bir ortamda kültürleri ulusal ve uluslararası platformlara açmalıyız. ..3.Binyıl’da değişik kültürlere saygı duymalı,onları korumalı desteklemeli ve insanlığın bu konuda “ortak görüş”e varmasını sağlamalıyız.

PROF. STEWART ROSS SUTHERLAND (Felsefeci,tiyatro ve caz meraklısı-20.09.1994)
DEMOKRASİ EĞİTİMLE GÜÇLENİR

Özgürlük ve eğitim birbirleri ile sıkı bir ilişki içindedirler. … Yirminci yüzyılın çok yaygın olan mitoslarında “soylu vahşiliğin” ya da ilkel doğa koşullarında yaşayan ve bu nedenle teknolojik gelişim ve tüketimin yönlendiği bir tür toplumsal yaşam gelişmesi ile bozulmamış bir masumiyet içinde yaşamakta olan bireyin olası bir özgürlük düşü vardır. Ancak bu yalnızca bir göz boyamadır. Çünkü insanlar araçları kullanmayı ve çakmak taşından ateş yakmayı öğrendikleri zaman kendilerini, acımasız ve ayrım gözetmeyen doğanın kendilerine sunduğu mirasın geliştirilmesinin içinde buldular. İşte bu noktada insanlar, karıncaları,mikropları,kuşları,filleri,eşekleri,yüksek düzeydeki maymunları ve yunusları geride bıraktılar. Eğitim, bir kuşağın insan ufkunun gelişme ve büyüme araçlarını bir sonraki kuşağa devretmesi çabalarından biridir.
Bu,özgürlüğün iki temel biçiminin gelişmesi içindir. İçinde yaşadığımız fiziksel dünya tarafından çepeçevre kuşatılmışlıktan özgürlük,yeni ufuklar ve fırsatlar geliştirilmesi için özgürlük.
… Eğer çocuklarıza vermekte olduğumuz eğitim sağlam temeller üzerine oturtulmuşsa, çocuklarımızın yaşamı bizimkilerden çok daha zengin olacaktır,aksi durumda onların ufukları bizimkilerden hem daha karmaşık hem de sınırlı olacaktır. Bu ise bizim başarısızlığımız demektir. Özgürlük ve eğitimin ortak olan en azından iki niteliği vardır. Başlangıçta,ilke olarak her birinin kapsamı sınırsızdır.İkinci olara, uygulamada ve genişlettiğimizde her birinin gerçek sınırları olduğunu görürüz.
Özgürlük,uygulamada,bireyler için,gerek fiziksel gerek tinsel olarak sınırlanmıştır. Aynı şey kıyaslama yoluyla eğitim için de geçerlidir.
Çocuklarımıza kendimizin bilmediği ve anlayamadığımız şeyleri geçiremeyeceğimiz için eğitim,bizim aklımızın sınırlarıyla sınırlanmıştır. …
Sonuç olarak,her ikisi de ekonomik etkiler ile sınırlandırılmıştır. Uygun teknolojiyi geliştirmek için gektiği kadar kaynak ayıramayan bir toplum,Ay’a insan göndermek konusunda uygulamada özgür değildir; kütüphaneleri ya da bilgisayarları sağlamak için gerçekte uygulamada ayrılabilecek iken, gerektiği kadar kaynak ayırmayan bir toplum eğitim konularında ciddi biçimde sınırlı olacaktır.
Eğitim,iki özellikli yoldan özgürlüğün geliştirilmesinde eleştirel yönden çok önemlidir. Bunların birincisi,bireylerin özgürlüğü ile ilgilidir. Müzik yapma ya da şiir yazma özgürlüğü kişinin müziksel nota anlayışı ya da dil yapısı olasılıklarıyla sınırlıdır. …
İkinci olarak,demokrasinin gelişmesi ile olası bir duruma gelmiş olan siyasal ve toplumsal özgürlük biçimleri ile ilgi-li olarak eğitimin yaşamsal bir rolü vardır. Demokrasi uygulaması,bilgilendirme, anlayış ve eleştirel değerlendirmeye dayanır. …
Demokrasi aklın bir oligarşisi değildir;ama eğitimin,okur yazarlığın, hesaplamanın ve iletişimin temel ilkeleri olan aklın temel becerilerinin yokluğu durumunda güvenli olarak çalışamaz. Resmi eğitimin evrensel olandan tümüyle değişik olduğu,gelişmekte olan ülkelerde, erken ve nazik kökleri olan demokrasi örnekleri kuşkusuz bulunabilir. …
…Ekonomik büyümenin temel taşlarından biri olan eğitimin bu türden bir büyümesinin meyvelerinin aynı zamanda demokrasinin gelişmesinde de zekice ve uzak görüşlü olarak kullanılmasının bize yardımcı olacağı umudumuz olmalıdır.

PROF. ERNEST GELLNER (Fransız sosyal antropolog, İslam tarihi araştırmacısı.-21.09.1994)
DEMOKRASİNİN 3.BİNYIL SINAVI

Yirminci yüzyıl,1945 ve 1989-91 yıllarında demokrasi adına iki büyük zafer kazandı. İlk olayda demokrasi,sanayileşmiş bir toplumunki -o zaman bu deyim pek yaygın değildi- nasıl yönetileceği konusunda rakip bir teoriyi yenilgiye uğrattı. Seçenek görüş akrabalık,saldırganlık ve
bölgesellik gibi değerlere dönüşü öngörmekteydi “Blut Und Boden-Kan ve Toprak.” Bununla birlikte Naziler kendi seçimleri olan bir mahkeme ile -savaşarak- yenilgiye uğratıldılar. Savaşı övdüler ve savaşla yenildiler . …
Zenginliğin ve onurun toprak ve kahramanlığa değil,daha çok büyüme oranına bağlı olduğu gerçeği,1945 yılının iki önemli yenilmişinin dünyaya öğrettiği bir gerçektir. Yitirenler zenginleştiler, kazananlar ise en az onlar kadar geliştiler. Naziler gibi Marksistler de kendi seçmiş oldukları bir alanda yenilgiye uğratıldılar. Onların doktrini, tarihin gizemlerinin savaş alanlarında değil,ama üretim güçlerinin geliştirilmesinde aranması gerektiğini öğretiyordu. Bu üretim güçlerini artırmanın gizemini bildiklerini düşünüyorlardı ve her geçen gün daha da çağdışı bir konuma gelen üretim örgütlenmeleriyle Batı’yı geride bırakmaya yöneldiler.
Ancak,Batı ile komünist sistem arasındaki bu ekonomik yarış hayret uyandıracak ölçüde kesin bir karar ile kazananı da yitireni de şaşırtacak bir biçimde sona erdi. …
…Eğer Naziler tarımsal toplumun saldırgan kökenli eski değerlerini canlandırmak çabalarında başarısız oldularsa, Marksistler de, kesin başarısızlıkları ile dünya üzerinde laik değerlerin dünyada egemen olmasına ilişkin Aydınlanma rüyasının uygulanmasının olanaksız olduğunu kanıtladılar.
Cennet kentinin dünyasal herhangi bir türü olası değildir. Dinsel seleflerin başarısız olduğu bir ortamda hiçbir laik kurtarıcılık başarıya ulaşamaz. Sadece kuşku,uzlaşma, deneysellik ve çoğulculuk
vardır. …
Sivil toplumun gelecek yüzyılda karşılaşacağı tehlikeler nelerdir ? …
Bir düzeyden sonra,mal sahibi olmak doğal bir istek olmaktan çok,bir konum simgesi durumuna gelir. Bunlar daha sonra hem verimliliği düşürür hem de çevresel felaket durumuna gelir. ..
İnsanoğlu görünüşte toplumsal eşitlik üzerine kurulmuş bir toplumda varsıllığı konum sahibi olmanın yolu olmaktan vazgeçebilir mi ? “Homojenlik” gerektiren,ama aynı zamanda “homojenliği” engelleyen ulusçuluk da,endüstriyel toplum için önemli bir sorun durumundadır.
Toplumun devingenliği ve modern “iş”in anlamsal niteliği,eski kültürel yamaların yerini alacak olan kültürel yönden “homojen” siyasal birimleri; “Ulus Devletleri” ortaya çıkarttı. Fakat tam da aynı zamanda, dünya üzerindeki ekonomik gelişmenin eşit bir biçimde dağıtılmamış olması nedeniyle, “homojenliği” bozan ve şiddetli gerilimler yaratan yoğun bir işgücü göçüne neden oldu. Yeni toplum bunlarla başa çıkabilir mi? Geçmişten günümüze miras kalan etnik iş bölümü son biçimine,şimdi
bölgeler arası zenginlik farklılıklarının neden olduğu göçlerden dolayı kavuşmaktadır. …
Tam anlamıyla çoğulcu bir uluslararası sistemde herhangi bir devlet, ekolojik sınırlamaları uygulamayı ya da silah ticaretinden,uyuşturucu ticaretinden ve terörizmi desteklemekten vazgeçmeyi daha avantajlı bulacaktır. Kendi varlıklarına yönelik bir tehlike ile soyut ahlak arasında bir seçim yapmak durumunda kaldıklarında ise pek azı önceki seçimlerinde ısrarcı olacak ve geleceğe yönelik tehlike taşımayı kabul edecektir. Soyut ahlak bunları daha iyi davranmaları için ikna
edemeyecektir. Ancak ikna edemediği sürece de,hepimiz felaket ile yüz yüze gelebiliriz.
Ancak,eğer burada sergilediğimiz tartışmanın ardından daha merkezi ve küresel bir merci ortaya çıkarsa,insanlık çoğulcu sistemin kendisine daha önce verdiği güvencelerden vazgeçebilir. Çok sayıda devletin yerini tek bir tanesi alacaktır. Bu noktada yapılacak çok önemli bir hata ise hepimiz için felaketle sonuçlanabilir.

PROF. YVES BONNEFEY (Fransız şair,Shakespeare çevrileri ustası-22.09.1994)
YÜZYILIN SON FİLMİ:BUNALIM (Fotoğrafın etkileri)

20.ci yüzyılın sonu,insanlığın bu güne değin tanık olduğundan daha yoğun bir bunalıma tanıklık edecektir. Batı’nın mekanik tablosunun tüm göstergeleri,kırmızı ışığa tırmanmıştır. Makineye işlerlik kazandırmış olan Batı,artık onu denetlemekten acizdir. Nüfusbilim,ekonomi,sağlık, çevrebilim, silahlanma konularında olsun;üst düzey ilerleme göstermiş olan teknolojinin anarşistçe çoğalmasında tehlike göstergeleri belirgindir. İnsan kuşağı tehdit altındadır. Yönetim kısa vadede olanaksız gözükmekte, nihilist ideolojiler artmakta, kargaşa günbegün doruğa tırmanmaktadır. Yalnızca uygarlık ölümcülleşmemiştir, uzun süre Tanrının bağışı sanılan dil ve yazın da ölüm döşeğindedir. …
Böylesi bir ortamda,zorunlu olarak bir soru gündeme geliyor. Bu duruma nasıl gelindi ?… Bilim günümüzde sanayi ve tıp dalındaki uygulamalarla çevreyi kirletmiş,onun dengesini bozmuştur. Gene de tek neden bu olamaz. …Başka sebepler var ve bunları tanımak zorundayız.
Görüntüdeki Zıtlıklar:
Görüntü ile gerçek ve onu sorgulayan düşünce arasında yer alan resmi ya da anıyı kast ediyorum. Dünyada var olan herhangi bir nesne ya da olay; var olabilecek bir nesne ve bir olaydan, bunların yansımalarından söz ediyorum. Görüntü pek tabii görseldir,ama sözel duruma da dönüşebilir. Hatta tiyatroda,sahne üzerinde sözel ve görsel birleşmektedir. Oysa bu eylem, gerçek olmayanı harakete
geçirdiğinden,dünyasal ilişkileri sarsabileceğinden,onunla yarışabileceğinden,insanlığın geçmişinde sakıncalı bir eylem, hatta din düşmanı bir eylem,denetim altında tutulması gereken bir eylem olarak değerlendirile geldi. Bizans’da öyle dönemler yaşandı ki tanrısal kimlikleri görüntülemek,resimlemek yasaktı. İslam dini ise bu yasağı,daha geniş bir çerçeveye yaydı.20.yüzyıla kadar hiçbir uygarlık,
her şeyin görüntülenebileceğini kabul etmemişti denebilir.
Toplumun İkiyüzlülüğü:
Neden bunca kısıtlanmıştı görüntünün bağımsızlığı ? Bu konudaki bağımsızlık,düşsel ya da gerçek dışı olana belirgin bir biçim verebilirdi. Acaba toplumun ikiyüzlülüğünden davranışlarını
saklama isteğinden söz edilebilir mi? Her zaman şiddeti anımsarken frene basılmış;cinsel olandan, ölümden ölçüyle söz edilmiş, bu konular kısıtlı olarak görüntülenmiştir. Bu resimlere bakıldığında, ünlü ustaların resimleri irdelendiğinde sansür izine rastlanmaz. Yalancılık söz konusu değildir; tamamen tersine sanatçının bağımsız kararı onları yumuşatmıştır. Sanatçı,deneyimlerinin ışığında böylesi bir yolu benimsemiştir. Bu davranış da topluluğun ahlakını oluşturmuş,insanlar arası ilişkileri
derinleştirmiştir. …
İşte görüntüdeki bu özdenetim 18.yüzyıldan beri azalmaya başladı (Sade-Goya) ve özellikle 2.Dünya Savaşı’ndan sonra bu yana giderek tümden yok oldu. Demek ki bu evrimi çağcıl bunalımımızın önemli
nedenleri arasında görmek,onu tanımlamak gerek. …
İşte fotoğrafçılığa değinmememin nedeni de bu….Ressam gördüğünü yorumlar sergileyeceğini seçer. Fotoğrafçı ise yalnızca binlerce ayrıntıyı saptayabilir.
İKİRCİKLİ GÖSTERGELER:
İlk fotoğrafçılar,görüntünün madde tarafından istila edilişine karşı mücadele etmeyi denediler. Dış gerçeği fotoğraflarken ondan bir öykü çıkarmayı denediler;önemli bir kanıtı sergileme tutkusuna kapıldılar.
İkircikli göstergelerle tıpkı akademik ressamların ya da tiyatro oyuncularının yaptıklarını denediler. …
Fotoğrafçılar bundan böyle her şeyi gösterme tutkusuna kapıldılar. Ortaklaşa değerleri koruyan tabuları yıkıp kutsal boyutlara da baş kaldırdılar. …gözünü kırpmadan en kapsamlı yaraları sergiler günümüz ressam ve fotoğrafçıları. Dayanılmaz katlanılmaz olan sıradanlaşmıştır, ama bunun bedeli, sonuçları hesap edilebilinemez bir moral bozukluğudur.
Giderek diğer sanat dallarına da yayıldılar. Anlamsız olanı taçlandırıp, anlamlı olanı ortaya çıkarmak, derleyip toparlamaktan onarmaktan caydılar. Bu arada tarih de son zamanlarda,önceki dönemlerde eşi benzerine rastlanmamış ölçüde,kendi olaylarını yorumlarken aynı onların
tıkanıklığını sergiler oldu. En gereksiz savaşlar iktidarda artık. …Fotoğrafçılık sanatı,mimari nesneyi,malzemeyi anlamın hizmetine sunardı;bunu yaparken boyutlar ve sayılarda iğretilemeyi kullanırdı ve böylelikle duvar resimlerinde olsun ;heykelde,müzikte,dansta olsun boyutu, insancıl ve toplumsal bağlamda hizmete sunardı.
Böyle bakıldığında fotoğrafçılık,görüntünün içine sıkışmış olduğu çağcıl bunalımın nedenlerinden biridir….Sanat eninde sonunda görüntünün düşsel boyutudur;onun yaratıldığı alandır ve toplumun
geleceğini örgütleme,değiştirme gücüne sahiptir. Buna Solon’un Yunanistan’ında tanık olduk…. Akıl,nasıl kendi yanlışlarını eleştirebilirse,tasarımlarında reform gerçekleştirebilirse sanat da
kendini sorgulayabilir.

SERGEY BONDARCUK (Rus film yönetmeni-25.09.1994)
TOPLUM İDEOLOJİSİZ OLAMAZ

Daha on yıl önce dünya gergin bir istikrar ortamında gelişmekteydi. Kötü de olsa,sistemlerin kendi gelişmeleri için koşullar vardı. SSCB’nin çöküşü ile birlikte bu koşullar yok oldu. Eşitlik ve istikrar çöktü. Dünya dağılmaya başladı. Bu ise kaçınılmaz yeni sınırlar,etki alanı bölüşümü, pazarlar için savaş,eskinin yıkılması ve yeni devletlerin ortaya çıkması anlamına geliyor. Savaşın hayaleti Avrupa da kol geziyor. Eski SSCB dahil,dünyada yaşanan ulusçuluğun artması,sadece kendi ulusal toprakları dışında yaşayan insanların değil,her şeyden önce o ulusun felaketi; ulus,bir yandan o ulusu birleştirmekte .Öte yandan ise yine o halkı,moral olarak, ahlaksal ve tinsel olarak bozmaktadır. Çünkü ulusçuluk bir halkı öteki halktan üstün tutar;bir kökten,aynı kandan ve insancıl kardeşlik duygularından yoksul kılar. …
… Kökenlerimiz,derilerimizin renkleri,dinlerimiz,dünya anlayışımız ve bu dünyadaki kendimiz hakkındaki düşüncülerimiz farklı. Birbirimize çok benziyoruz,çünkü betimlemesine ve özdeşliğine göre her şeyden üstün olanın yarattığı tek bir kökene,insanoğluna bağlıyız,insanoğluyuz.
Dünyamızın çevresel durumu beni kaygılandırıyor. Hammadde kaynakları tükenmekte. Uzmanlar, her dakika yirmi hektar ormanın yok edildiğini söylüyorlar. Dünyada yaşayan her beş kişiden biri temiz su bulamıyor.
Toprağın verimli katmanları yok edildi. …
Toplumun yaşamında önerilen ortamlar,iktidarca oluşturulur. İktidar ne kadar fazla doğal yasalara uyarsa bir yandan akılla erdemle,sevme duygusuyla yapılmış ve yakınına üzülen, öte yandan ise öldürmeye ve yıkmaya muktedir hayvansal tüm içgüdülere sahip insanın özelliklerini hangi iktidar daha fazla hesaba katarsa o iktidar insanın ve toplumun kendi gelişimini ve kendini olgunlaştırması koşullarını daha fazla yaratır….
Benim görüşüme göre insanın başlıca ahlaksal ve vicdansal ilkelerini çiğneyen sınırsız demokrasi de düşleriyle bireyin özgür girişimini engelleyen diktatörlük de insanlık için zararlıdır.
Modern demokrasiler sadece yetersiz değil, eninde sonunda insanlık için yok edicidirler. …
…Dünya değişti ve kendi kendini sınırlama olmadan daha fazla yaşanamayacağı ortaya çıktı. Sınırsız tüketim diktatörlüğünün yerine, bilincine varılmış kendi kendini sınırlama diktatörlüğünün iktidarı
olmalıdır. …
Hiçbir toplum ideolojisiz olamaz. … İlkel toplumlarda bile ideolojiler ve ideologlar vardır. İdeal ve ahlaksal kendini dizginleme olmadan toplum kokuşur ve kendi kendine yıkılır. Buna en iyi örnek
olarak Batı demokrasilerinin hızla insancıllıktan uzaklaşması gösterilebilir. İdeolojilerin biçimleri de değişik olabilir. Bu, din ya da öteki biçimler olabilir. Önemli olan insanların doğayı küçümsememesidir.

PROF.DANIEL BOORSTIN (ABD,Pulitzer ödüllü tarihçi-26.09.94)
DEĞİŞİK MEZHEPLERİN LABORATUVARI

Yeni Dünyanın gerçek “keşfi”ni,ne 1492 yılında Kristof Kolomb ne de Amerigo Vespuci yapmıştır, gerçek “keşfi”,bu tarihten sonraki 5 yüzyıl içinde Amerika’ya gelen milyonlarca insan gerçekleştirmişti. Bugün, Avrupa’nın kendi kendine vermiş olduğu cezaların acısını,Sovyet
İmparatorluğunun dağılmasını etnik ve dinci köktencilerin savaşlarını izlemek bu Yeni Dünya keşiflerini bir kez daha hatırımıza getirmektedir.
Amerika deneyiminin insancıl mesajı,doğal olarak ne ideolojinin havarileri ne de şovenizmin ve gerçek inancın şampiyonlarınca memnuniyetle karşılanmaktadır. İnsanlar, Amerikan deneyimini yalnızca ulusal bir övünç kaynağı olarak nitelendirerek omuz silkmeye yöneltmek kolaydır. Ancak bizim deneyimimiz,Eski Dünya’nın çok iyi farkına varması gereken Rönesans için insan kapasitesini açıklar…Amerika Rönesansı’ nda dramatize edilmiş olan insanlığın özellikleri nelerdir ?
1.-ABD’de hiçbir zaman dinsel bir savaş olmamıştır.
2.-Bizim tek iç savaşımız,bazı insanların özgürlüğü için büyük boyutlarda gerçekleştirilmiştir.
3.-Bu göçmenler ulusu,hiçbir zaman düşman istilası ile karşılaşmamıştır.
4.-Bu ulus,ödünç alınan bir dil ile gelişen bir kültür yaratmıştır.
5.-Amerikalılar haraketli insanlar olmuşlardır.
6.-Toplumun kurulması,ABD’nin en başından beri ayırt edici özelliği olmuştur.
…Amerika’da,bir ulusun kurulması için insanların kesin dogmatik ideoloji ya da ortodoks bir doktrine gereksinimi olmadığını öğrendik. Bizim -başkalarınca anlaşılması zor olan- siyasal federalizmimiz, özellikle ideolojik olmayan politikalarımız,değişik insanların,değişik dinsel mezheplerin ve farklı tarihlerin yan ürünü olmuştur…
-Siyasal becerinin en dayanaklı ve etkili çalışmalarından biri olan- anayasamız, bir ideolojinin açıklaması değildir.

BARONES TESSA BLACKSTONE (Lordlar Kamarası dış ilişkiler sözcüsü 1.10.1994)
BARIŞ VE ADALET İÇİN İŞBİRLİĞİ

“Üçüncü Binyıl”ın hem varsıl hem de yoksul ülkelerin siyasal önderlerine,dünyada barış ve adaleti yerleştirmek için elbirliği yapmalarına büyük bir fırsattır.Bu yalnızca savaşı ve askersel
çatışmaları önlemek anlamına gelmiyor. Aynı zamanda dünya nimetlerinin daha eşit dağılımı, insan haklarının yaygınlaşması,azınlıkların korunması ve kadınlara fırsat eşitliği tanınmasını da içeriyor. …
Ne yazık ki demokrasinin yaygınlaşması,kendi başına anlatım özgürlüğünü güvence altına almadığı gibi haksız yere hapsedilmeyi ve işkenceyi de ortadan kaldırmıyor;ülkelerin serbest ticarete ve pazar
ekonomisine açılması da bunları sağlamıyor. …eski baskı düzenlerinden kurtulup eski sınırlara karşı çıkılan bazı bölgelerde,yeni ve tehlikeli ulusçuluk akımları ve gerilimler baş gösterdi.
Yirmi birinci yüzyıla girerken yeni fırsatları değerlendirmek için neler yapılabilir ? “Kuzey” ve “Güney” ülkelerinin arasındaki uçurum öncelikle giderilmelidir.”Kuzey” gelişmekte olan ülkelere, çekici ticari anlaşmalar,borç ertelemesi,yeni tarım yöntemleri,kadınlara yönelik sağlık ve eğitim programlarını destekleyerek yardım etmekle yükümlüdür.
Öncelikle ilk iki konuda yardım,ülkenin insan hakları sicilindeki gelişme koşuluna bağlanabilir. Yardımın silah satışına bağlanması, vazgeçilmesi gereken çirkin bir yöntemdir. Gelişmekte olan ülkelerin borçlarının yüzde 40’ını silah satışlarının oluşturduğu ve bu miktarın savunma ihtiyaçlarını fazlasıyla aştığı biliniyor.
İkinci olarak,yeni yüzyıla girerken Birleşmiş Milletler’in,barışı koruma ve insan haklarını geliştirme görevini daha iyi yürütebilmesi için ona yeni destekler sağlanmalıdır. Yeni ulusçuluk akımlarının
yarattığı sınır çatışmaları yoğunlaşıp kontrolden çıkmadan hızla müdahaleyi gerektiriyor. Çatışma çıkınca Birleşmiş Milletler,üye ülkelerin askersel gücünden önceden belirlenmiş bölümleri hemen
harekete geçirerek barışı korumalıdır. ..Azınlık gruplarına hoşgörü gösterip haklarının korunmasının, onları hoşgörüsüzlükle ayrılıkçılığa itmekten daha iyi bir yol olduğu artık anlaşılmıştır.
İki yaşındaki torunum,2001 yılında onuncu yaş gününü kutlayacak. Umarım ki ne kadar ayrıcalıklı olduğunun bilincine vararak büyür ve dünyada, yaşamda şansları onunkinden daha az olan milyonlarca on yaşında çocuğun,haklarını kazanması için savaşmaya istekli olur.

PROF.DANKWART A.RUSTOW (ABD’li siyasal bilimci-2.10.1994)
GERÇEK İNSANLIK TARİHİ BAŞLIYOR

20.yüzyılın sonunda,komünizmin çökmesi ile demokrasi, insanlık tarihinde ilk kez karşı çıkılamayan siyasal bir ideoloji olarak görünmektedir.
… Karl Marx ve Frederich Engels’in 1848 yılında “Komünist Manifesto”da kehanette bulunurcasına belirtikleri gibi: “Burjuvazi,bütün üretim araçlarının hızlı gelişimi ve iletişimin gelişmiş araçları ile … bütün ulusları uygarlığa doğru sürüklemektedir. Mallarının ucuz fiyatı ise bütün Çin setlerini yıkmakta olan ağır toplarıdır….Ortadan kaldırma korkusu ile bütün ulusları….burjuva durumuna gelmeye zorlamaktır. Tek sözcük ile kendi görüntüsüne uygun bir dünya yaratmaktadır.”
Ancak demokrasinin ilan edilmesinin,kurulmasından çok daha kolay olduğu açıktır….
…uğranılan düş kırıklıkları Polonya’da olduğu gibi eski komünist partilerin ya da Rusya’da olduğu gibi aşırı ulusçu yarı faşist V.Jirinovski’nin seçim zaferleri kazanmalarına yardımcı olmuştur.
Araştırmacılar bu sonuçları çok değişik nedenlere bağlamaktadırlar. Francis Fukuyama,tarihsel değişimin dinamik gücü olan ideolojik çatışmaların çözümlenmiş olması nedeni ile tarihin sonuna ulaştığımızı savlamıştır. Samuel P.Huntington, Bosna’daki sıcak savaş gibi bunalımların Doğu ve Batı Hırıstiyanları,Müslümanlar ve Konfiçyus dinine inanlar arasında gelecekte bir “uygarlıkların çarpışması”nın habercisi olduğunu bildirmiştir.

Yüzyılın son yarısında,neredeyse tümü endüstriyel ülkelerden alınan silahlar ile yapılan askeri darbeler ve iç savaşlar Üçüncü Dünya’da demokrasiye karşı en büyük tehdit olmuştur. Bu nedenle ABD ve öteki Avrupalı güçler,
a)Silah endüstrilerinin çoğunun tecimsel uçaklar,yüksek hızlı demiryolları ve üstün bilgisayarlar gibi uygarlık ürünlerine dönüştürmek.
b)Kararlaştırılmış bir tarifeye bağlı olarak silah dışsatımlarını gitgide düşürmek.
c)Çin,Rusya ve K.Kore gibi öteki silah satıcılarını böyle davrandıkları sürece IMF ve Dünya Bankası olanaklarından yoksun bırakılmak gibi cezalar uygulamak yolu ile bu plana katılmaya zorlamak, konularında anlaşmaya varılmalıdır.
Sonuç olarak,önde gelen demokratik ülkeler,karmaşık olan bürokrasisini daha basit duruma getirerek; birçok barışı koruma görevinde kullanılmak üzere önceden saptanmış ve eğitilmiş
askeri güçleri sağlayarak;BM’yi kronik duruma gelmiş mali bunalımını çözmek için IMF ve D.Bankası ile daha sıkı içine sokarak ve Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’ni alt komiteler ve bölgesel örgütlerde ve üst komisyonlarda bütün ulusların temsil edileceği bir konuma getirerek
BM’i güçlendirmek için planlar geliştirilmelidir.
… Komünizmin çöküşünün bizleri insanlık tarihinin gerçek başlangıcına getirdiğini söyleyebilirim.

DR.MELVIN SCHWARTZ (Nobel fizik ödüllü bilim adamı-8.10.94)
BİLİM SİYASETE KURBAN EDİLMEMELİDİR

…İster fizik,biyoloji,kimya ya da bilimin herhangi bir dalında olsun, araştırma çalışmaları için iki önemli dürtünün etken olduğunu anlamak önem taşımaktadır. Bilimciler, bilinen yasaları çevremizdeki
sorunların çözümlerine uygulama isteği ile araştırma yapabilir. Buna uygulamalı araştırma denmektedir. Öte yanda,bilimciler bu temel yasaları gözlemlediğimiz olayları ne biçimde açıkladıklarını anlamaya çalışabilirler.
Buna da temel araştırma denmektedir. Temel ile uygulamalı araştırma arasındaki ayırıcı çizgi, hiçbir zaman kesin olarak tanımlanmamıştır. ..
Newton,ünlü denklemlerini gezegenlerin hareketini ortaya çıkarmak için kullandığında,toplumun uygulamadaki bir gereksinimini karşılamayı hedeflemiyordu. Bunun nedeni daha çok doğanın temel yasalarını anlamaya karşı duyduğu sonsuz bir meraktı. Aradan geçen zaman içinde, Newton
yasaları için sayısız uygulama alanı bulunduğundan söz etmeye gerek yok. …
…Einstein da,özel görecelik teorisini,Maxwell’in elektrodinamik hakkındaki denklemlerinin temel özelliklerinin açıklayabilmek için geliştirmişti….Onun çalışmaları “meraka dayalı araştırmanın” en
yüksek nitelikteki bir örneğini oluşturmaktadır. Biyokimya alanında “meraka dayalı araştırma” ile ilgili en önemli örnek,gen yapısının keşfedilmesidir. Crick ve Watson adlı araştırmacılar,genetik bilgilerin çift sarmal biçiminde DNA’da bulunduğunu kanıtlamışlardır. Kuşkusuz her iki
iki araştırmacının da çalışmalarının sayısız uygulama alanları bulacağını kesinlikle bilmelerine karşın,esin kaynakları sadece yörelerindeki dünyayı anlama isteği olmuştur. …
Townes ve Schawmow,laseri bir takım genel quantum mekaniği ilkelerini açıklamak için icad etmişlerdir.
İnsanoğlu en yüksek hedeflere ancak yöresindeki dünya hakkındaki bilgilerini artırarak ulaşacaktır. En parlak bilimcilerimizi siyasal çıkarlara kurban etmeyelim.

JEAN DANIEL (Fransız Gazeteci ve yazarı-9.10.1994)
GENETİK BİLİMİ İNSAN YARATABİLİR

Son on yılda dünyada olup bitmiş hiçbir önemli olay,uzmanlarca tahmin edilememiştir diyebiliriz. Tam tersine söz konusu uzmanlar,çoğu zaman bu olayların gerçekleşemeyeceklerini ileri sürmüşlerdir.
Nixon’un Mao’yu Pekin’de ziyareti,Mısırlı Sedat’ın Kudüs’e gidişi, iki Almanya’nın birleşmesi, Ukrayna ve Gürcistan’ın bağımsızlığına kavuşması….
Sorunumuzun beni ne denli tedirgin ettiğini açıklamak için saydım bütün bunları XXl. yüzyılda neler olacağını tahmin etmeye kalkışırsam, kendi kendimle çelişkiye düşeceğimi biliyorum. Bir kez daha, tüm ciddi yaklaşım ve çalışmaların, bilinmezlikle kaynaşmasının koşul olduğunu ileri sürüyorum.
…Artık ölçütler işlerliklerini yitirdiklerine göre, artık hiçbir şeyi önceden kestiremeyeceğimize göre,her şeyin kötüye gideceğini de kestirmek olanaklı değildir. Dolayısıyla düşünü bile kuramadığımız kimi nedenlerin,daha güzel yarınlar oluşturabileceğini düşünmek mantıksızlık
sayılmaz. …
Bin yılımızın son aşamasında insan, kendisinde Tanrısal özellikler görmüştür. Herhangi bir hayvan gibi yalnızca yakın komşusunu öldürmekle yetinmeyip, nükleer silahlarla türünü yok edebilir. Kimi hastalıkları tedavi etmekle yeterince mutlu olmayıp,Tanrı örneği genetik bilim aracılığı ile istediği gibi bir insan yaratabilir. Aynı anda her yerde olabilme yeteneğine de sahiptir. Telekomünikasyon aracılığıyla gerçekleten de aynı anda,birkaç yerde birden bulunabilir insanoğlu.

MUHAMMED ENİS MANSUR (Mısırlı gazeteci ve yazar-11.10.1994)
NUH’UN GEMİSİNİ BEKLERKEN

İnsanın aklına gelen bütün ünlü dizeler,yaklaşmakta olan yeni çağın başlangıcını betimlemekte yetersiz kalıyor. Bu sav, Dante’nin insanlık komedyasının “Cehennem”bölümündeki dizeler için tümüyle geçerlidir.
“Buradan içeri adımınızı atarken sizler,Umutlarınızı dışarıda bırakın”
Bundan başka Heraclius’un ünlü özdeyişi vardır: Çelişki, her şeyin anasıdır.
…İnsanoğlunun varlığı milyonlarca yıl öncesine dayansa bile, aile biçiminde,son yüzbin yıldır yaşamaktadır. Tarihin gelişimi içerisinde “aile” hep bir bağlayıcı,birleştirici doku olarak kalmıştır. Alman şairi Brecht kısaca şöyle demiş: Bana ye ve iç diyorlar. Bunları yapabildiğin için kendini mutlu say. Fakat yediklerimi aç adamın elinden kapmış ve içtiğim bir bardak suyu susuzluktan ölen birisinden esirgerken ,Nasıl olur da yiyip içebilirim ? Ama … yine de yiyip içiyorum.
İnsanoğlu kendi ırkını kötüye kullanıp ihanet ederek birbirinin kanı ve eti üzerinde yürüyerek günümüze değin yaşamıştır.
..
İnsaoğlu daha uzun ve daha sağlıklı yaşayacak,hastalıklara karşı daha dayanıklı olacak ve bu yüzyıl bitmeden kurulacak olan uzay kentlerinde karşılaşacağı denge kayıplarına karşı daha dayanıklı olacaktır.Ay’ın ve Mars’ın yüzeyinde yaşayacak ama kişiliği büyük bir değişikliğe uğramadan aynı kalacak. ..
…eğer insanoğlu,ışık hızına ulaşabilmeyi başarırsa,şu anda mucize gibi gözüken enerjiyi kütleye dönüştürme düşünü de gerçekleştirebilir. Bununla birlikte,bunu gerçekleştirmeyi başarsak bile,evren yine de geniş, boş, derin ve bilinmez olmayı sürdürecektir….
Newton’un zamanında evrenin çok kesin çizgilerle çizilmiş bir geometrik düzen olduğuna ve Tanrı’nın en görkemli matematikçi olduğuna inanılırdı. Görelilik teorisini Einstein keşfettiğinde insanlar neredeyse Tanrı’ya olan inançlarını yitireceklerdi ve bazıları gerçekten de yitirdi. Bu teori dördüncü boyutu zaman olan yeni bir evren kavramını ele alıyordu. Alman fizikçi Reisenberg’in ele aldığı bir başka teori ise “Belirsizlik Teorisi” adı altında yayımlandı. Bu teori evrenin,bizim,üzerinde hiçbir düşünce sahibi olmadığımız, birbiriyle çelişen ve hiçbir fizik ve matematik yasası çerçevesinde
tanımlanmayacak bölümleri olduğunu savlıyordu. …
… İnsanoğlunun sürekli Nuh’un gemisini araması kendisini bu dünyada ya da başka gezegenlerde kendisinden kurtaracak bir peygamberin özlemi içinde olmasından kaynaklanıyordur. Yaşam giderek dah iyiye daha güzele ve daha üst düzeye doğru ilerliyor. İnsan ise Tanrı’nın büyüklüğünün küçük bir yansıması olan evrenin büyüklüğü karşısında daha inançlı,daha emin ve daha alçak gönüllü
oluyor.

MAGDEALENA ABAKANOWICZ (Polonya’lı Yontu sanatçısı-12.10.94)
İNSAN,DܞLERİNİN DÜNYASI İLE VARDIR

Size sanatın,insanlığın en zararsız etkinliği olduğunu söylemeyi istedim. Ama birde,bütüncül sistemlerde sanatın sık sık propaganda amacıyla kullanıldığını anımsadım. Size sanatçının olağanüstü duyarlılığından da söz etmek istedim, ancak Hitler’in bir ressam olduğu ve Stalin’in soneler yazdığı aklıma geldi.
Sanat;akıllılıkla deliliğin,düşüncemizdeki düşle gerçeğin mücadelesinden doğan,insanlığın en şaşırtıcı etkinliği olarak kalacaktır. …
Sanatçı toplumun yol göstericisi mi, yoksa dekoratörü mü;öğretmeni mi yoksa eğlendiricisi mi olmalı? Çevresinde olan her şeyi gözleyecek ve bunları kendi bildiğince tanımlayacak mı,yoksa tüm insan dehşetine sırtını dönüp yanıtları yalnız başına mı arayacak?
…Düşünme ve düşüncelilik eğilimleriyle insan gerçekte düşlerinin dünyası ile vardır.

DR. HANS STRECKEN (Alman-Türk Dostluk Derneği başkanı, parlamenter-14.10.1994)
SORUNLAR KÜRESEL BAKIŞLA ÇÖZÜLÜR

…Çatışma ve savaşlara karşı en iyi güvence,işleyen bir demokrasidir. Ancak ne var ki demokrasi, günümüzde bile çok rastlanmayan bir kavram. …
Demokratik rejimlerde kişinin sürekli olarak insan haklarını tartışmasına gerek yoktur. İnsanların işkence görmeleri,kendilerine özgü niteliklerinin,bu nitelikler sadece azınlıklara ait olsa bile,beğeni ve
saygı görmesi insan haklarının tamamlayıcı öğeleridir. Demokrasinin özünü insan hakları oluşturur.
Siyasanın doğal olarak güçle yakından ilişkisi vardır. Bu gücü kullanmadan hiçbir şey elde edilemez. Ancak yine işte bu nedenle kişide, gerektiğinde toplumun sorumluluğunu üstlenebilecek ahlaksal
sorumluluk ve mesleksel deneyimin bulunması gerekir.
Bu koşullar gelecek bin yılda da beklenmelidir. Daha da ötesi siyasacılar siyasal açıdan kime hizmet ettiklerini düşünmelidirler. Bunu bir formülle açıklamaya çalışacağım. Siyasa,işlemlerin değişmeyen
standartlara uygun yapılabilmesi için bağlayıcı sınırlar içinde tutulmalıdır. Siyasal koşulların toplumdaki herkese aynı gelişme şansını ve fırsatını sunması gerekir. Sadece hükümetlerin fazla
karışmadığı bir özgürlük,topluma yararlı olabilir.
Bir ülkenin kültürü açılma ve genişleme fırsatı bulduğunda daha da zenginleşir. Kültür için geçerli olan,ekonomi için de geçerlidir. … Düşüncelerin zenginliğini,yatırımcıların istekliliğini ne kadar
sınırlarsa bu özgürlüğü kullanma girişimleri de o kadar azalır. Çünkü, bireyler sadece kendilerini düşündüğünde ekonomi gelişemez. …
Toplumsal pazar ekonomisi doğal olarak insanı merkez almalıdır. Ancak dünya çapında bir ekonomi,sadece ayrıcalıklı kişileri zenginleştirecek önlemler almamalıdır. “Dayanışma” sözcüğü,tek başına yeterli değildir. Bunu destekleyecek kararlar da alınmalıdır.

RUDOLF SCHARPING (SDP genel başkanı-16.10.1994)
FARKLIKLAR DEĞİL,SINIRLAR KALKMALI

…Komünizmin çökmesi sonucunda oluşan tehlikelere en belirgin örnekler Yugoslavya ve Karabağ’da yaşanıyor. Yükselen ulusçuluk duyguları,halkları toplumsal,ekonomik ve ideolojik düzlemlerde
birbiriyle karşı karşıya getiriyor.
Askersel yöntemlerle geleceğin kurulması olanaklı değil. …Zengin ve yoksulun arasındaki uçurum her yerde kapatılmalı,güçlü ve yeteneği olanlar buna adil bir katkıda bulunmalı;yoksa zayıf olanlara yardım edilemez. …
…Bir sonraki binyılın eşiğinde çözümler çok yönlüdür ve çözümsüzlüğü kesin olarak kabul etmez. Temel ilke,insanların, demokrasinin ve toplumsal pazar siyasalarının değerlerini kavramalarında yatar. İdeolojiler ve bununla birlikte insan ve doğaya değer vermeyen basit ekonomik siyasalar dönemi kapanmıştır. Bir sonraki binyılın önündeki en önemli gereksinim,çocuklarımız ve
torunlarımız için doğal yaşam kaynaklarımızın güvence altına alınmasıdır….
Evrensel ölçülerdeki gelişme ancak sanayi ülkelerinin sanayilerinde çevresel bir değişimi,enerji ve hammadde kullanımlarında da kesin kısıtlamaları gerçekleştirmeleriyle olanaklıdır. …
…Siyasal,ideolojik ve dinsel köktencilik karşısında,Hıristiyan dünyası,İslam dünyası ve öteki dünyasal dinler ve evrensel kültürler arasındaki barışı ve birlikte yaşamın öğelerini yeniden yapabilecek,
ortak değerleri ve çıkarları bağlamında diyaloglar öneriyoruz.
Willy Brandt,”Barış her şey değildir,ancak barışsız hiçbir şeyin değeri yoktur” demişti. W.B.’ın bu cümlesi önümüzdeki yüzyılda ayakta kalmamızı sağlayacak sınırsız bir geçerlilik sağlayacak. …
Birçok yerde ortaya çıkmış olan askerci ulusçuluk gözlemleri karşısında, şiddetin insanlığın özgürlüğünü yok ettiğini söyleyebiliriz.
Ulusçu şiddet,içe ya da dışa yönelik olsun,sorunları çözmez,daha çözümsüz hale getirir.
Üçüncü Binyıl’ın eşiğinde,ulusların varlığını tehdit altına sokmamak koşulu ile ulusal azınlıkların hakları konusunda daha fazla sorumluluk almalıyız. Yarının Avrupa’sında üye devletlerin vatandaşları,kendi vatanlarındaki haklarla yaşamalıdırlar. Bu da kendi kültürlerini,
dillerini,toplumsal ve siyasal haklarını sürdürebilmelerine bağlıdır.
Halk grupları özgün kişilikleri ve kültürleri aracılığıyla birbirlerinden ayrılırlar,ötekilerden daha iyi olup olmadıkları aracılığı ile değil.
Dolaşımın ve çalışmanın,siyasal ve kültürel açıdan,uluslar arasılaştırılması sadece kaçınılmaz değil,zenginleştirici bir öğedir. Dolaşım,
toplum içi yakınlaşma ilişkileri bazında ele alındığında,yakınlaşma
dolayısıyla vatandaşlar arasında daha fazla hoşgörüye,anlayışa ve
birliğe,bu bağlamda da ekonomik ve siyasal katılıma katkıda bulunur.
Farklı ulus ve halkların insanlarına tanınacak eşitlik, Avrupa’nın
3.Binyılda ekonomik ve çevresel sorunların aşılması geleceğinin
önkoşuludur. Farklılıklar değil,ayıran sınırları ortadan kaldırmalıyız.

PROF. DONALT J.CRAM (ABDli Nobel kimya ödüllü profesör-22.10.94)
KÜRTAJDAN GENETİK SEÇİME

RNA ve DNA kimyasının genetik bilimle ortaya çıkışı tam da biz 3.Binyıl’a girerken oldu. Bu gelişmeler aracılığıyla genetik bozukluklar ve hastalıklara tanı koyma olasılığı elde edildi. ..
…İnsanlar seçimlerini gerek fiziksel gerek düşünsel bozuklukları olacak çocukları,dünyaya getirmeme yolunda yapacaklardır. Genlerin işlenebileceği günler yakın. …
Genç erkeğin güçlü,yağmacı özelliği olmasaydı “homo sapienler” asla ayakta kalamaz,benzer biçimde,bir araya toplanma eğilimi olmaksızın genetik açıdan yarışmacı olamazlardı…Her yeni doğan çocuğun,10-20 yıllık bir süre içinde topluma ayak uydurması ve uygarlaşması gerçeği bir çok sorunların da doğmasına yol açmaktadır. …
Birçok kişi evrensel sorunların çözümlenmesi için bir dünya hükümeti kurulmasını öneriyor. Kanımca aşırı çılgınca bir görüş. Kendisini koruma yolunda,böylesi bir dünya hükümeti ket vurmaya,farklı ideal kavramlar arasındaki rekabeti ortadan kaldırmaya ve genelde toplumsal evrime
karşı çıkmaya çalışacaktır. Bana sorarsanız,yarım yamalak örgütlenmiş uluslararası bir çekişmeyi, güvenli durağan ve tepkisiz tek bir bürokratik düzene yeğlerim. Düşüncelere gem vurmak demek, insanoğlunun sahip olduğu en büyük servetlerinin -keşfetme ve seçenekler arasından birini seçebilme yetisinin – boşa harcanması demektir. Ancak uluslararası sorunların çözümünde geçerli olabilecek uluslar arası yasaların konması olasıdır.

ALEXANDRE ZINOVIEV (Rus yazarı-29.10.94)
“POSTKOMÜNİZM ÇAĞI” TARTIŞMASI

Sovyetlere Birliği’nin çöküşünden ve bu ülkelerdeki komünist rejimlerin yıkılmasından sonra insanlık tarihinde “postkomünist çağ”ın başladığı varsayılmaktadır. Ancak bu görüş gülünç gözükmektedir. Çünkü Batı’da bir komünist çağ hiç olmamıştır. Ama basitçe bakarsak Batı’nın dünya komünizmi önünde korkudan titrediği çağı komünizm çağı olarak kabul etmek ve bu korkudan kurtulduğu dönemi de postkomünist çağ olarak ilan etmek olasıdır.
Özgün bir ideoloji olan komünizmle (ideolojik komünizm),toplumun özel bir organizasyonu olarak komünizmi (uygulamada-ki komünizm) birbirinden ayırmak gerekir. İdeolojik komünizm içinde de,yeri geldiğinde, onun Marksizm’de ve onun etkisi altında ne biçim aldığı ile Marksizm’den
bağımsız ne biçimde kaldığı ve olduğunu ayırt etmek gerekmektedir. İdeolojik komünizm Marksizmden çok önce ortaya çıkar. Atası Thomas More (1478-1535) ve Tommaso Campanalla’dır (1568-1535). Marksizm’in gerilemesinden hatta çöküşünden söz edilebilir.Ancak bu kesinlikle komünist ideolojinin sonu anlamına gelmemektedir.
Komünistlerin bir kısım görüşlerini her türden işçi,halk, sosyalist ve benzeri partiler,yığın hareketleri (“Yeşiller” ve “alternatif” gibi), sendikalar,hatta dinsel tarikatlar (Örneğin ABD’de) benimsemişlerdir. Komünist düşünceler çağın düşün bataklığında “erimişlerdir”.Tamamıyla yok olmamışlardır ve onları doğuran nedenler,yani kapitalizmin olumsuz olguları sürdükçe yok olmayacaklardır. …
Marksizm’in Sovyetler Birliği ve diğer komünist ülkelerin devlet ideolojisine dönüşmesi onun entelektüel düzeyinde keskin bir düşüşe yol açtı. Onu nefret ve alayın hedefi yaptı,gerçekten kopardı ve uygulamadaki komünizmin zorla dayatılan savunusuna dönüştürdü. Komünist dünyanın “soğuk savaş”ta yenilgisi Marksist ruhta sosyalist devrim görüşünün,yani sonuçta kapitalizmin ve özel mülkiyetin tamamıyla yok edilip proletarya diktatörlüğünün kurulacağı proleter devrimi görüşünü bile uzun bir süre için (belki sonsuza kadar) toprağa gömmüştür…Bu anlamda post revolution çağı başladı diyen düşünürlerin görüşüne katılmak olasıdır.
Çoğunluk postkomünist çağ vaizlerinde şu iki söylem yer alır: Uygulamadaki komünizmin olumsuz deneyimi ve Batı ülkelerinde Batılı toplumsal düzeni değiştirmekten çıkarı olan yeterince güçlü bir sosyal kesimin bulunmaması. Ben bu söyleme üç tane daha ekleyebilirim. Birincisi Batı’da tehlikeli yığın hareketlerini önlemeyi ve hatta onları yönlendirerek yakın geçmişteki komünist hareketleri tekrarlama girişimlerini baştan başarısızlığa mahkum etmeyi öğrenmişlerdir. İkincisi herhangi bir tutarlı kitle haraketini organize edebilmek hiçte az olmayan bir kaynağa gereksinim vardır…
Üçüncü olarak ise,Batı’nın kendisi toplumun dönüştürülmesi alanında girişimi komünistlerden alıp eline geçirmiştir. …
Komünist toplum büyük bir toplumsal organizasyon ve proje olarak, Marksist ideologların iradesine göre değil nesnel toplumsal yasalara göre ortaya çıkmıştır. …
Komünist ülkelerin yenilgisi,komünist düzenin eksikliklerinin rol oynadığı bir kısım karmaşık nedenler bütününce koşullandırılmıştır. Ancak bu durum henüz bu düzenin aczinin,yaşama gücünün olmadığının delili değildir.
…İstenirse komünizmin kapitalizme üstünlüğünün kanıtları olarak yorumlanabilecek sayısız örnekler göstermek olasıdır. Örneğin, otuzlu yıllarda Sovyetler Birliği’nin yıldırım hızıyla sanayileşmesi, Almanya ile savaş esnasında sanayinin reorganizasyonu ve zaferin kazanılması, kültür ve eğitimin benzersiz yükselmesi,temel yaşam gereksinimlerinin (iş,eğitim sağlık vb.) garantilenmesi ve pek çok diğer örnekler. …
…Kapitalizmin mi yoksa komünizmin mi zafer kazandığı hakkında bir karar verebilmek için karşıtların en azından toplumsal yapı dışında diğer alanlarda eşit koşullarda bulunması gerekirdi…
Batı tarihsel deneyim,birikmiş zenginlik, insan malzemesi ve genelde insan kaynakları,ekonomik güç,teknoloji düzeyi v.b. bütün açılardan Sovyetler Birliği’nden güçlüydü.
Komünist dünya,SB ve uyduları nezdinde acı bir tarihsel yenilgi yaşadı. Ancak bu henüz komünizmin bütünüyle ortadan kalktığını göstermez. Komünist Çin hala ayakta… Ayrıca üstelik eski komünist
ülkeler de tarih henüz son sözünü söylemedi. …
…Eski komünist ülkelerde beklendiği gibi sükunet ve daha iyi bir geleceğe güven değil,tersine tasa,şaşkınlık,daha kötü bir gelecekten duyulan korku başlamıştır.
Komünizm acı bir yenilgiye uğramış olsa da onun tarih önünde mahkum ettirilmesi başarılamamıştır. Antikomünistler, komünizmi Hitler Almanya’sının nasyonal sosyalizmiyle özdeşleştirmek için ne kadar çaba göstermişlerse de dünya bu görüşe pek eğilim göstermemiştir. Çünkü bu, tarihin çok kaba bir çarptırmasıdır.
Komünist dünyanın yenilmesinin en önemli sonucu Batı önderliğinde ve Batı tipinde “Yeni Dünya Düzeni” görüşüdür. Bu arada Batılı sosyoekonomik ve siyasal düzenin tüm insanlık için evrensel bir nimet olmadığı gerçeği göz ardı edilmektedir. …
Soğuk savaşta Sovyetle Birliği’nin yenilgisinden sonra dünya Napolyon Fransa’sının yenilgisinden sonra Avrupa’nın içine düştüğü duruma düştü. Yani global gericiliğe. Bu gericilik öfkeli ve kindar
antikomünizm biçimini almıştır.

ROLAND DUMAS (Fransız politikacı-30.10.94)
KOŞUL;ÖZGÜRLÜK,EŞİTLİK,KARDEŞLİK

Bu son yıllarda demokratik değerler ve insan hakları birçok devlet açısından büyük aşamalar kaydetmiştir. 1989 ve Berlin duvarının yıkılışı bizi doğrudan doğruya,1789 İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi’ni anımsatmaya zorluyor. Kanımca “özgürlük, eşitlik,kardeşlik” değerlerine saygı duyulması,önümüzdeki binyılın doğal olarak üreteceği isteklerin,özlemlerin gerçekleşebilmesinin belki
yetersiz ama kesinlikle gerekli bir koşulunu oluşturmaktadır.
…Fransa’da ya da başka yerde,eşitlik ve özgürlük gibi değerler arasında görünürdeki çelişkinin altını çizmek kimi zaman modaya uygun oldu. Eşitlik özgürlüğe bir engel,özgürlük ise eşitlik için bir tehdit
oluşturuyormuş. Kardeşliğe gelince ancak merhamet düşüncesiyle özdeşleştirebilecek belirsiz bir kavrammış.
Bu eleştiri,aralarındaki gerekli bağa kuşkuyla bakmakla tartışma konusu durumuna getirdiği değerlerin evrenselliğini tehlikeli bir biçimde göz ardı etmesi açısından bana temelsiz gözükmektedir. …Bu değerler hukuk devletince yönetilen her toplum için -devletlerden ya da halklardan oluşsun- uluslararası topluluk için,hep geçerli değerlerdir.
…Demokrasi,her türlü siyasal yaşam örgütlenişinin kabul edilebilir ve sürebilir tek biçimdir. Vatandaş ve insan hakları,her bireyin öncelikle insanlığın bir üyesi olduğu inancından kaynaklanır. İkincil, unutulabilir,es geçilebilir ölüm ya da acı yoktur. Camus’yü açıklayalım “Bir tek insan öldürüldüğünde incinen tüm insanlıktır.”

PROF. NORMAN STONE (İngiliz tarihçi -31.10.94)
HER ŞEY ÇOK KARMAŞIK VE ZOR

Zaman zaman yüzyılların ve binyılların bitip yenilerinin başladığı dönemlerde, acaba özel bir şey mi var diye düşünürüm Çünkü,örneğin 1900’lerin başında siyasadan matematiğe kadar pek çok birbirinden farklı konuda yeni düşünce ve buluşların ortaya atılmasının,yeni yüzyıla nasıl şekil verdiğini ve bu yeni görüşlerin nasıl artan bir heyecan ile kabul edildiğini görmek,biraz garip geliyor. Hepsi gerçekten yeni,hatta pek çoğu çarpıcı idi. Melodisiz müzik,anlamsız resim,birleşen paralel çizgiler,ahlak kurallarını tanımayan insanlar. Freud’un “Rüyaların Açıklanması”eseri 1897’de yayımlandı. Lenin, bolşevik Partisi’ni kurdu.1908’de Einstein,Görecelik Kuramı’nı buldu.
Schoenberg,Picasso ve başka benzer “ilkler” aynı kısa zaman diliminde ortaya çıktı. …
Francis Fukuyama,geniş çapta aşağılanan kitabında,özet olarak tarihin büyük hareketler döneminin kapandığını söylemiştir.Herkes Atlantik insanının bir kopyası olmalıdır. Atlantik kıyısında olmayan ülkelerde İngiliz modelini temel alan liberal devrimler bakımından kabaca böyle oldu.19.yüzyılın ortalarında Güney ve Orta Avrupa’ya bu uygarlık ulaştı. Genç Türkiye,bunun başka bir versiyonunu uyguladı.
Amerikan Marksisti Barrington Moore’ın dediği gibi, otokrasi ve kapitalizmin birleşmesinden pek çok yerde faşizm doğduğu için,bu devrim yarı yarıya başarılı oldu. Fakat arkasında Amerika’nın gücü olduğu için İkinci Dünya Savaşı’nda ve şimdi Soğuk Savaştan sonra Rusya’nın içlerine kadar ulaşarak iyice yerleşti. 21.Yüzyılda Avrupa Aydınlanması, Amerika’nın küreselleşmesine bağlı olarak bütün dünyayı saracak mı? Liberalleşme devrimlerinin sorunu,başarılı olabilmeleridir. Avrupa ve
başka yerlerin tarihinde,küçük ve orta büyüklükteki ülkeler toplumsal ilişkilerde başarılı olmuşlardı.
Batı toplumları,nüfus azlığı sorunu yüzünden ve kendi insanları pis işlerde çalışmaya istekli olmadıkları için,göçmensiz ayakta kalamazlar.
…yeni Avrupa için pek iyimser olamıyorum. Belki, eğer Avrupa, ABD gibi tek ve büyük bir devlet olabilirse durum daha ümit verici olabilir. Ama bu, Avrupa’nın doğasında yok. Kıtanın büyüklüğü birleşmesinden çok bölünmesinde yatmaktadır.
Zamanımızda oluşan neredeyse hiçbir bunalımda Avrupa iyi bir çözüm üretmedi. …Dokunduğu her konu,ortak tarım politikası örneğinde gördüğümüz gibi bürokratikleşiyor ve bozuluyor….
Bosna’da yaşanan felaketler,bu konu için iyi bir örnektir.
…Eğer liberal devrimler Avrupa Birliği yasalarına bağlı kalmak zorunda olsaydı, hiç gerçekleşmezdi. Nato’nun doğu kanadı olarak ve serbest ticaret bölgesi olan Avrupa’nın tek bir devlet çatısı altında
birleşeceği,ufukta görülmüyor. Fukuyama, serbest pazarın genel olarak kabul edileceğini tahmin ederken ne kadar başarılı idi? …şimdilerde demokrasinin karşıtı olan komünizmin ve faşizmin ideolojik içeriği yok. 1900’lerde her iki fikrin kendi teorisyenleri vardı, ama şimdi onları nereden bulacağız? Fukuyama haklıydı:Ülkeler ekonomik gelişmelerde belli bir seviyeye ulaştığında,demokrasi ve serbest pazar için uygun bir formül oluşturabilmektedir.

Yorumlar kapatıldı.