Güven Bayar
Doğup büyüdüğü Ordu Ermeni mahallesini onunla beraber adımlamak da çok isterdim ama olmadı. Bugüne kadar görüştüğüm tüm aileler Araksi Teyze için şöyle dedi: “Düğünler, cenazeler onsuz olmaz!” Bana da bir gün konuşurken: “Düğün, cenaze insansız olmaz oğlum!” demişti. Biz onun 100 yıllık yaşam hikâyesine dönelim ve Araksi Teyze’den dinleyelim kendi hikâyesini
Ordu Ermeni cemaatinin büyüğü, sevgili Araksi Çitçiyan’ın Paskalya bayramının ikinci günü yani Merelots’ta Balıklı Ermeni Mezarlığı’nda 40 duası vardı. Hikayesini 24 Nisan’da yazmanın daha anlamlı olacağını düşündüm çünkü soykırımdan asla sağ çıkılamaz. Fiziki olarak kurtulabilirsiniz, ama zihniniz ve ruhunuz sonsuza dek işkence çeker. Çehov: “Yazarın görevi bir durumu en gerçekçi şekilde anlatmaktır; öyle ki okur göz ardı edemesin artık onu…” der. Ama ben yetim bırakılmış bir halkın çocuklarına merhametle bakan bir orta sınıf hümanist olarak: “Hadi anlat bakalım, ne acılar yaşadın, ne hissediyorsun, bir yerde olmamak nedir?” ajitasyonuna girmeyeceğim. O yüzden son görüşmemizde anlattıklarını onun dilinden aktarmak en doğrusu. Hafızası son ana kadar öyle berrak ve temizdi ki hepimize ışık oldu. İstanbul’da beraber olup uzun uzun konuşmak tek tesellim. İçimde kalanlar da var tabii, mesela; Ordu Ermenilerinden İmast Mazmanyanla Araksi Çitçiyan yakın arkadaşlardı ve onları buluşturmak çok istedim ama sağlık durumları buna müsaade etmedi.
Kapak Fotoğrafı: Dilan Bozyel
Doğup büyüdüğü Ordu Ermeni mahallesini onunla beraber adımlamak da çok isterdim ama olmadı. Bugüne kadar görüştüğüm tüm aileler Araksi Teyze için şöyle dedi: “Düğünler, cenazeler onsuz olmaz!” Bana da bir gün konuşurken: “Düğün, cenaze insansız olmaz oğlum!” demişti. Bu söz başlık olsun istedim, çünkü bu sözün alt okuması, zaten bir elin parmağı kadar kalan Ordu Ermeni Cemaatini yalnız bırakmamak, derleyip toplamak üzerine söylenmiş bir söz. Araksi Teyze’nin elinin değdiği, zor gününde yanında olduğu kişilerden nice hikayeler dinledim, bunları da aktarabilirim ama biz onun 100 yıllık yaşam hikayesine dönelim ve Araksi Teyze’den dinleyelim kendi hikâyesini:
“Ben bugün Zaferimilli Mahallesi olarak geçen Ordu Ermeni Mahallesi’nde, 1926 yılında doğmuşum. Esas doğumum 5 Mart ama nüfus kağıdımda 15 Mayıs olarak geçer. Annem Ordu Ermenilerinden Lusik Dertliyan. Annemin babası Avedis, Ulubey’in Kadıncık Köyü’nden, Annemin annesi, yayam Marta Dertliyan ise Sayaca Köyü’nden. Terzi Karabet ve Yervant Dertliyan da dayım olur. Biz 4 kız kardeşiz, en büyükleri benim, sonra Koharik; o vefat etti. Ondan sonra Bayzar; babam tehcirde ölen babaannemin ismini ona koydu ve en küçüğümüz ise Fransa’da olan Karzuhi. Allah sizin sevdiklerinize ömür versin.
Araksi, Koharik, Bayzar, Karzuhi Leylekyan
Leylekyan ve Çitciyan Aileleri; Soldan; Araksi Çitciyan, Koharik Leylekyan (Eyüboğlu), eşi Şefik Eyüboğlu, Karzuhi Leylekyan (Kalpak), Bayzar Leylekyan (Açıkgöz) Melanuş Çitciyan (Diradisoğlu), Lusik Leylekyan, Levon Leylekyan, Harutyun Çitciyan, bebek Elmas Eyüboğlu (Aydın)
1915 Ermeni Tehciri’nde yayam Marta, dedem Avedis annem Lusik, dayılarım Yervant ve Karabet sürgüne gitmekten Ordu’nun bir dağ köyünde, tanıdıklarının yardımıyla saklanarak kurtuluyor. O süreçte aileye Araksi isminde bir bebek de ekleniyor. 1915 Ermeni Tehciri’nin 2. yılında artık koşullar saklanmalarına müsaade etmiyor ve Dertliyan ailesi Ordu’nun Gürcü ailelerinden olan Özel ailesinde Hüsnü Efendi’den çocuklarından iki oğluna dönene kadar sahip çıkmasını istiyor. Bunun üzerine Hüsnü Efendi, Avedis’in iki oğlunu Yervant ve Karabet’i himayesine alarak aile tehcirden gelene kadar saklıyor. Büyükbabam Avedis, yayam Marta, annem Lusik ve daha bebek olan Araksi Bitlis’e doğru yola çıkıyorlar. Yolda susuzluktan ölüyor Araksi. Büyükannem çok üzülürdü, doğunca bana onun ismini vermiş. Bitlis’te geçen 3 yıllık esirlik sürecinin sonunda büyükbabam Avedis ile yayam Marta ve annem Lusik Dertliyan yaya olarak önce Trabzon’a geliyorlar. Yol iz bilmiyorlar orada ama onları Agop Efendi (Çitçiyan) tanıyor ve onun vasıtasıyla bir motorla denizden Ordu’ya geliyorlar. Bu sırada Ordu’da Hüsnü Efendi’ye emanet ettikleri oğulları Yervant ve Karabet zanaatı sebebiyle tehcire yollanmayan Nalbant Mıgır Usta’nın (Kalyonciyan, soyadı kanunu sonrası Danış) yanında çırak olarak çalışıyorlarmış. Daha sonra dayım Yervant ve Karabet Dertliyan Ordu’nun en iyi terzileri oldular. Ermeni Tehciri’nden sonra bu sefer de 1919 -1922 Rum Kırımı’nda büyükbabam Avedis’i Amasya’da kurulan İstiklal Mahkemesi’nde hiçbir suçu günahı olmamasına rağmen asıyorlar. Ziyan olup gidiyor. (Pontos’ta kurulan İstiklal Mahkemeleri değişik tarihlerde değişik adlarla anılmıştır. Resmî olarak isimleri Sivas İstiklal Mahkemesi ve Samsun İstiklal Mahkemesi olsa da bu iki mahkemenin adı birçok belgede Amasya İstiklal Mahkemeleri olarak geçer. Bu kurumlar mahkeme değil, savaş ve ihtilal gibi özel durumlarda isyancı ve karşı devrimcilerin yargılandığı anti-demokratik “infaz kurulları”dır.) Marta Yayam ise bu süreçte çocuklarını toparlayıp Ordu’da düzen kurmaya çalışıyor ve 1972 yılına kadar evlatlarının yanında yaşıyor.
Babam Levon Leylekyan ise Sivas’ın Ulaş İlçesi’nin Kurtlukaya Köyü’nden, Ordulu değil. 1915 Ermeni Tehciri’nde, 12 yaşında iken babası Oskiyan (1874) ve annesi Bayzar’ı (1879) kaybediyor. Tehcir yolunda susuzluktan vefat eden bir kız kardeşi de varmış. Rahmetlik babam yaşarken şöyle derdi: “Birisi avucunu açıp dileniyorsa vermeyin ama aç, susuzum derse doyurun mutlaka” derdi. Biz ilk İstanbul’a geldiğimizde evimiz Topkapı’da idi. Eşim rahmetlik, Allah nur içinde yatırsın, evimizin bahçesine çeşme yaptırmıştı, bir tarafı dışarıda, komşular gelsin, kardeşinin ruhuna, oradan su alsın diye. Babam, ailesinden hayatta kalan Vahan isminde kardeşinin yaşadığını yıllar sonra öğrenmişti. Yetimhane ile Yunanistan’a götürülmüş, Pire’de yaşadı ve öldü. Babam 1935’de Yunanistan’a gidip amcamı Pire’de gördü. Amcam da 1970 yılında babam vefat edince cenazesine gelmişti. Babam 1915 Tehciri’nden Sivas’ın bir köyünde bir ağanın yanına sığınarak canını kurtarıyor ama bakıyor ağanın yanında olacak gibi değil oradan ayrılıyor ve Karadeniz’e doğru yürümeye başlıyor. Ordu’ya gelmesi tamamen tesadüf, kimsesi yok burada aslında. Ordu’da Ohancan Ağa diye sözü geçen bir adam varmış. O zaman rakı çıkartmak yasak ve kaçak değil, babamı görüyor Ohancan Ağa bakıyor ki topukları yürümekten yarılmış, yara bere içinde bir yetim, yanına alıyor onu, sahip çıkıyor ve Ordu günleri böyle başlıyor babamın ve 1924 yılında Ordu Ermeni Kilisesi’nde (Surp Asdvadzadzin, 1852) annem Lusik Dertliyanla evleniyorlar. Ben Ermeni Kilisesi’ni çok iyi hatırlıyorum. Dönemin Ordu Valisi Bekir Sami Baran tarafından 1938’de yıktırıldı. Kilise yıkıldığında kayınvalidem evim yıkılsa bu kadar üzülmezdim derdi. Kilise yıkılacak gibi değildi, öyle derli toplu öyle güzel bir kiliseydi ki çatısı ahşap, duvarlarında çok güzel duvar resimleri, freskler vardı. Yıkılınca kampanasını (Çan) Askerlik Şubesi’nin önüne koydular okula gidip gelirken görürdük. Ordu Ermeni Kilisesi’nin kampanası (çan) 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında pasif korunma için kullanıldı. Ermeniler görmek için önünden geçerlerdi. Vartan Çakıryan, Sarkis Takvoryan çok almak istediler ama vermemişler. Ordu Ermeni Kilisesi’nin çanı askerlik şubesi deposunda duruyor olmalı!
Eşim Ordu Ermenilerinden Varujan Çitçiyan’ın hikayesi de tüm Ermeniler gibi 1915 Ermeni Tehciri ile başlıyor. Babası Misak Bey, annesi Paranzem Hanım babasının ikiz kardeşi Setrak da dahil olmak üzere tüm kardeşleri ve eşleri, büyükbabası ve büyükannesi Ordu’dan Musul’a yürüyerek gidiyorlar ama yolda tüm erkekler ölüyor. Paranzem Hanım 4 yıl sürgünde kalıyor orada. Varujan o zaman 1,5 yaşında, ablası Melanuş 4, Keğanuş 6 yaşında. Paranzem Hanım Ordu’dan giderken Varujan’ı Tokcan Ailesi alıyor ve 6 yaşına kadar onlar büyütüyor. Gürcü Tokcan ailesi 1,5 yaşındaki Varujan’a, Ermeni olduğu anlaşılıp götürülmesin diye “Osman” ismini veriyor. Keğanuş’u bir köye bırakıyorlar ama orada sıtma geçirip ölüyor. Melanuş ise yine Tokcan Ailesi’nin başka bir evinden alınarak Ordu’dan bir sandala bindirilip yola çıkarılıyor. Açık denizde gemiden atılan Ermenileri, her ailenin böyle bir kayıp yaşadığını duymuşsunuzdur. Asıl üzücü olan Melanuş’un alınıp sandala bindirilmeden önce kardeşi Varujan’ı Tokcan Ailesi’nin evinde görüp tanıması, onunla Ermenice konuşması ve tekrar kardeşinden koparılması… Kayınvalidem anlatırdı bunları tüm gün, kızıma halası Melanuş’un ismini o verdi. Paranzem Hanım 4 yıl sonra Musul’dan Ordu’ya geldiğinde hayatta olan tek çocuğu Varujan’ı Tokcan Ailesi’nden alıyor ve bir süre sonra İstanbul’a gidiyor. Varujan’ı okutmak için çok mücadele ediyor. Önce Hintliyan’a veriyor sonra Karagözyan’a yatılı veriyor, Eseyan’a da gidiyor ama Varujan biraz yaramaz. Paranzem Hanım 1938’de İstanbul’dan Ordu’ya geldiğinde Varujan Bomonti’de Aynalı Bakkal isminde bir yer işletiyordu. Askere gitmek zorunda kaldığı için dükkân batıyor ve bir süre sonra o da annesinin yanına Ordu’ya geliyor. Ben o sırada 1941’de ortaokulu bitirdim. Ordu’da lise yoktu o zaman. Babamın da maddi durumu yoktu okutmaya, kaldım Ordu’da. Varujan’da Ordu’ya gelince aileler kendi arasında karar veriyor ve 1942 yılında nişanlanıyoruz, 1943 yılında da evleniyoruz. 1939 yılında Ermeni Kilisesi’ni yıktıkları için kilise düğünü olmadı. Kayınvalidem Paranzem Hanım çok sevilen ve çalışkan bir kadındı. Varujan İstanbul’dan gelince boşluğa düştü iş konusunda. Önce Rizeli Ahmet Kurtuluş vardı, onun yanında marangoz olarak çalıştı, ilk ustası oydu. İki oğlu vardı Ahmet Usta’nın. Avcılar Irmağı vardır Perşembe yolunda, orada kereste atölyesi kurmuşlardı o zaman, biz de nişanlıydık, orada çalışıyordu marangoz olarak Varujan. Çok para almıyordu ama meslek öğrenmişti. Evlendikten sonra eşim ve annesi Paranzem Hanımla Movsesyan Ermeni Okulu’na bakan evlerinde beraber yaşamaya başladık. Bize en yakın komşu, Paranzem Hanım’ın dayısının oğlu Vartan ve Meline Bakırlardı.
(Ordu Ermeni Mahallesi’nde, 1989 tarihli fotoğrafta önde görülen ve bugüne gelemeyen ev Misak Çitciyan ve Paranzem Emeksizyan’ın evi. Çitciyanların evinin arkasındaki ev ise, Bakırcı Vartan Bakır ve Meline Hanım’ın evi.)
Oğlum Harutyun 1945’te, kızım Melanuş 1948’de Ordu’da doğdu. Vaftiz babaları Keğam Kurtboğan O zaman Ermeni Kilisesi yıkılmıştı ama Papaz Efendi, zavallı cemaati bırakıp gitmemişti, ev damlarını aktarıp kiremitleri elden geçirerek Ordu’da yaşardı. Çocukların vaftizini de Papaz Der Kevork Sahagyan yapmıştı. Ordu’da 1942’de yaşanan Varlık Vergisi’nde ailemizin durumu iyi olmadığından daha iyi olanlar kadar etkilenmedik ama her şeyini kaybedip Ordu’dan giden çok Ermeni aile oldu. 1949’un sonunda biz de Ordu’dan ayrıldık. Eşim İstanbul’da büyüdüğü için Ordu’ya alışamamıştı zaten. İlk önce İstanbul Topkapı’ya geldik. Bostanlar vardı, cadde çok sonra açıldı. Tahta bir köprüden Karagümrük’e geçilirdi. 22-23 yaşındayım herhalde o zaman. Yürüyorum pazara doğru. Bir kömürcü dükkânı vardı orada. Bir gün bir adam kömürcüyle tartışıyordu, yanmamış kömürü, ıslakmış. Böyle işte insanın aklında kalıyor… Domates aldım pazardan, kaç kilo bilmem. Gücüm varmış, Karagümrük’ten Topkapı’ya, eve kadar taşıdım getirdim. Salça çıkardım kavanoz kavanoz. Ordu’ya da gönderdim onlardan. Şaşırdılar o zaman… Bakırcı Vartan Usta’nın oğulları Hrant ve Ohannik Bakır da Topkapı’ya gelmişlerdi, taksicilik yaparlardı o zaman, bekar evlerine yemek götürür çamaşırları varsa alır yıkardım zorluk yaşamasınlar diye. Hrant hayırlı çocuktu, ölene kadar telefonunu eksik etmedi, başka severdim onu. Varujan marangozluk mesleğine Surp Pirgiç Ermeni Hastanesi’nin marangozhanesinde devam etti, emekli olana kadar. 1978’de vefat etti. O zaman Suriçi’nde kilise dolduracak kadar Ermeni ve Rum cemaati vardı. Topkapı’da Ordu Ermenilerinden Süren Zaduryan ve eşi Kayane vardı. Çocukları yoktu. 1978 yılında Bakırköy İskele Caddesi’ne taşındık. O zaman Bakırköy’de Ordu Ermenilerinden Mıgırdiç Yaylaoğlu ve ailesi de vardı.
Yıllar yılları kovaladı, kimler geldi kimler geçti. Çok acı kayıplar yaşadık, hüzünlü hikayeler dinleyerek büyüdük. 6-7 Eylül Olayları gibi nice üzücü şey yaşadık ama hiç vazgeçmedik bu toprakları ve insanları sevmekten. Ben şanslı olanlardanım. Torunlarımın çocuklarını gördüm. Onlar daha güzel, daha iyi bir hayat yaşarlar umarım.”
Bizler; ayrı gayrı gözetmeyen Türkler, egemen kesimin iyi yürekli çocukları; kendini efendi sanmanın umursamazlık zırhına bürünmüş olanlar; kim olduklarını bilenlerin kim olduklarını umursamayacak kadar kendileriyle dolu olanlar: bizler bilmezdik dedik yıllarca ama bir kentin belleğindeki zamanı kazıyıp atmanız ne mümkün! Yaşadıkça bunlar bir bir ortaya çıkıp o kentin dokusunu yeniden kuracaktır. İster buna tarih deyin, ister kanayan bellek izleri.
Işıklarda uyu Araksi Teyze…
Balıklı Ermeni Mezarlığı
Yorumlar kapatıldı.