BEHZAT ŞAHİN
Meyhâne mukassî görünür taşradan amma
Bir başka ferah, başka letâfet var içinde Nedim
Sizce de Kurtuluş İstanbul’un özel semtlerinden biri değil mi? Her katmanında farklı hayatlar, kültürler, tarzlar var. Hele de iş yeme-içmeye gelince, bir lezzet merkezi. Semtin tarihine bakınca gayet normal tabii.
Eski adı Tatavla, Rumca at ahırı anlamına gelen ‘tavla‘dan türemiş. Yaklaşık 470 yıl önce kurulan semt, 1929 yılındaki büyük yangından sonra Kurtuluş ismini aldı. Bu yıllarda baskın Rum nüfusunun yanı sıra Ermeni ve Yahudiler de semtin gövdesini oluşturuyordu. 6-7 Eylül 1955’te gayrimüslimlere yönelik saldırılardan sonrası malûm, semtin demografisi değişti, Rum, Ermeni ve Yahudilerin yoğunluğu azaldı.
Bu trajediye rağmen çok kültürlülüğünü kısmen de olsa bugüne taşımış bir semt Kurtuluş. Meyhaneleri, halâ ayakta kalan mücevheratçı gibi şarküterileri, iddialı esnaf lokantaları, pastaneleri… Say sayabildiğin kadar.
Her mekânını iyi kötü bildiğimi düşündüğüm Kurtuluş’ta, adını ilk kez duyduğum bir meyhane Yenigün. Yeni açıldığından değil. Zira 1960’tan beri aynı yerde.
Sevgili dostum gazeteci-yazar Hüseyin Irmak önerdi. Son durakta, semtin dik yokuşlu sokaklarından Marsık’ta.
Hafta arası bir gün, erken akşam gidiyorum. Sokağın başlarında, bir apartmanın yarı bodrum girişinde… Perdeler sımsıkı kapalı, sadece camlı kapıdan içerisi görünüyor.
Selam verip patron masasının yanında bilgisayarına gömülmüş beyefendiye müsait masa soruyorum, mutfağı işaret ediyor. Ortada görevli yok. Girişin solunda ikinci sıradaki dört kişilik masada tek başına rakı içen beyefendi istediğim yere oturabileceğimi söylüyor; belli ki işleyişi bilecek kadar müdavimi. Yanındaki masaya çöküp komşu oluyorum. Mutfaktan çıkan aşçı önlüklü beyefendiye (sonradan Iraklı olduğunu öğreniyorum) bira ve fıstık sipariş ediyorum. Tabelanın kurumsal renginden bildiğimiz tek çeşit bira servis ediyorlar.
Fonda Havva Öğüt’ten ‘Deli Gibi Yüreğim Zorsun‘ çalıyor.
Girişin sağında patron masası, mutfak ile o masanın arasında da dörtlü iki masa var. Mutfağı geniş bir meze dolabı ayırıyor. Solda da tek kabinli alafranga tuvalet.
Girişin solunda bira kasaları, yanında ben, yanımdaki masada bana gönüllü teşrifatçılık yapan beyefendi Kamil Koç (ben de sordum, o değil), onun yanında hararetli bir muhabbet içindeki dört beş kişilik grup. Kulak misafiri olacak kadar zaman geçince anlıyorum ki ana konu at yarışları. Zaten duvardaki tek televizyon ekranında TJK TV kanalı açık. Neyse ki sessizde.
Şimdi Muhlis Akarsu’dan ‘Benim Yaradanım Sensin Sevdiğim‘i dinliyoruz.
Televizyonun yanında Mustafa Kemal Atatürk’ün halıya dokunmuş portresi (60 yıllıkmış), diğer tarafında tatlı su akvaryumu, meze dolabının üstündeki duvarda kabartma Osmanlı tuğrası, solunda yine halı dokuma gondollu bir Venedik görseli, diğer duvarda canlı renkleriyle iki keklik ve dağ evi posteri, çeşitli yerlerde de aslan, kuzu, kartal heykelcikleri var.
Taksim Trio&Ecem Erkek’ten ‘Nereden Bileceksiniz‘ çalıyor.
Biram bitince bir 35’lik rakı sipariş ediyorum. Siparişi patron alıyor. Tek çeşit servis ediyorlar ama başka marka isteyene bakkaldan aldırıyorlarmış. Ellerindekine razıyım. Komşum Kamil beyin tavsiyesiyle zeytinyağlı enginar, ayrıca yaprak dolma, yoğurtlu semizotu, Arnavut ciğer, acılı ezme sipariş ediyorum. “Mezeleri kendileri yapıyor” diyor Kamil bey. Malûm, bazı yerler büyük marketlerden kovayla aldığı hazır ve ucuz mezeleri servis ediyor.
Şimdi de fonda Aysel Yılmaz’dan ‘Nideyim‘, hemen ardından da Bağlalı Ali’den ‘Yar‘ı dinliyoruz.
Türki cumhuriyetlerden olduğunu düşündüğüm bir hanımefendi alışveriş poşetleriyle içeri girip sıcakkanlılıkla herkesi selamlıyor. Böylelikle patron dahil üç kişilik ekip tamam.
Bu sırada Ebru Gündeş ‘Vakitsiz Geldin‘ diyor.
Kamil bey mahallenin de mekanın da eskilerinden, Malatya kökenli. O herkesi tanıyor, herkes de onu. “Çocukluğumdan beri bilirim burayı. Öğleden sonraya kadar sulu yemek verir, iki buçuk gibi de meyhaneye dönerdi” diyor.
Despina’dan daha eski
Tarihçesini patron Nuri Gürbüz’den (65) öğreniyorum sonra. “Erzincan İliç, Boyalık köyündeniz. 1960’ta amcam Mustafa Gürbüz kurmuş burayı. Ondan önce 10 sene Dolapdere’de meyhanecilik yapmış. Ben de onun yanında başladım, 1984’ten beri meyhaneciyim. Halen ayakta duran en eski meyhane burası Kurtuluş’ta. Despina’dan eski.”
Bilgiyi kontrol ediyorum, Despina 1970’lerin başlarında Esentepe’den taşınmış Kurtuluş’a.
Masama dönerken Enes Yıldırım ‘Bir Zalim‘i söylüyor.
Kamil bey muhabbetli bir insan. Maziye hakim. “İbrahim Tatlıses’in ‘Kal Benim İçin’klibi burada çekildi” deyip YouTube’dan izletiyor.
Hayatta çıkmış da batmış da. “Armatördüm ben. Türkiye’ye yağ taşıyan üç firmadan biriydik. O zamanlar takılmazdım buralara, hep Etiler’deydim. 13-15 sene önce ayda 250 bin lira harcardım. At yarışına düştüm sonra. 50 atım vardı bir ara. Yarışların peşinde, atların masrafları, etrafımdaki insanlara yedir-içir, battık sonra.”
Bir yandan da yan masadakilerle ganyan kuponu karşılaştırıyor.
– 1, 3, 8 var bende.
– Makineye mi oynattın sen?
– Üçüncü ayak…
– Beşinci ayak…
Hiç anlamadığım bir jargon.
Neyse, battıktan sonra sağ gözü görmez olunca malûlen emekli olmuş. Ha, bu arada, bütün bunları ah vah ederek değil, yaşanmış bir durum, anekdot olarak anlatıyor.
İçeri giren beyefendinin selamını aldıktan sonra, “Bu Şaban Abi. Havaalanından emekli. Bak şimdi, üç bira söyleyecek, 200 lira verip para üstünü aldıktan sonra şişeden içmeye başlayacak” diyor. Tam anlattığı gibi, servise de bakan hanımefendi üç şişe birayı aynı anda getiriyor. Para üstünü aldıktan sonra şişeden içmeye başlıyor Şaban bey.
Fonda Emine Yavuz ‘Işıkları Söndürün‘ü söylerken yeni gelen bir beyefendi Kamil beyin karşısına oturuyor. Belli ki eskilerden. Kamil bey rakısından ikram ederken biz de tanışıyoruz.
Yan masadaki çarpışan araba tamircisi
Erol Barın 65 yaşında. Dedesi Bingöl’den gelmiş. Babası da kendisi de burada doğmuş. “Dedem kahvehanede otururken, Bomonti Bira Fabrikası’ndan gelen üç kravatlı, ‘Artık burada çalışacaksınız’ deyip iş vermişler. Babam da oradaydı. Ben de ilk içkiye kaşık kaşık bira mayası içerek başladım.”
Asıl bomba sonra geliyor. Tanıştığım en özgün meslek sahiplerinden biriymiş meğer; 13 yaşından beri lunapark kuruyor, çarpışan otomobil tamir ediyor.
Lunaparklar ikiye ayrılırmış: Sabit olanlar, hareketli olanlar. “Türkiye’nin her yerine giderim. Yol, otel, yemek, sigara paramı ve servis ücretimi onlar öder. Beğenmediğim otelde de kalmam.”
Fonda Erol Berxweden’den ‘Delala Dilê Min Yarê‘ çalarken ayrı masalardan kalkan üç beyefendi halaya durup ortadaki kolonun etrafında dönüyor.
Üç kişi halaya durmuş.
Hoşgeldin Minik
Kamil beyin yanına gelen üçüncü kişi İsmail Öztürk (54), tekstilci, Osmanbey’de tekstil atölyelerini denetleyip danışmanlık veriyormuş.
O sırada en az 2 metre boyunda, kapı gibi bir beyefendi giriyor içeri. Herkes, “Hoş geldin Minik” deyip sevgiyle karşılıyor. Özel şoförmüş. Yan masadaki gruptan takım elbiseli, janti bir beyefendinin yanına oturuyor, o da taksici imiş.
Zara’dan ‘Seni Yazdım Kalbime‘yi dinlerken içeri ellerinde bira, votka ve çerez dolu poşetlerle Ortadoğulu beş beyefendi giriyor. Kendi içkilerini getirip içiyor, açma parası ödüyorlarmış. Kurtuluş’un son zamanlardaki sakinlerinden imişler.
Bir anda kapıdan giren ‘Mafya’
Güler Duman ‘Aldılar Elimden Kaşı Karamı‘yı söylerken içeri bu kez örme mavi kaşkol takan, kabanının yakasında üç hilalli rozet bulunan bir başka beyefendi giriyor: “Mafya, hoş geldin” diye karşılıyorlar onu da. Şaban beyle selamlaşıp masasına oturuyor. Üç birasını bitirmiş Şaban Bey, arkadaşıyla kendine iki bira daha söyleyip parasını yine peşin ödüyor.
Gece yarısına doğru Kamil bey ve masa arkadaşları kalkıyor. Hala rakım var. Ayrılmak da istemiyorum.
‘Mafya’ beyin asıl adı Nihat Mürekkepçi. 51 yaşında. İç mimarlık, dekorasyon işiyle iştigal ediyor. Memleketi Erzincan’da da mandırası var.
‘Mafya’ beyle arkadaş olup fotoğraf çektiriyoruz.
Bütün bunları nereden mi biliyorum? Fonda Xece Herdem’den ‘Tu Li Kuyî’ çalarken rakımı alıp izin isteyerek ‘Mafya’ beyin yanına oturuyorum. Kendimi tanıtıp amacımı da söylüyorum. 40 yıllık dostmuşuz gibi karşılıyor. Kimse ikiyüzlü davranmıyor. Ben açıkça lakabının nereden geldiğini soruyorum, o da açık yüreklilikle cevaplıyor:
“Yeraltı dünyasına çok girdim çıktım. Oturmam, kalkmam, yürümem, içmemle, her şeyiyle bu işi yapan adamım. Vukuatım çok ama devlete en küçük yanlışım yok. Vatan, millet sevdalısıyım. Sen bu toprağın adamıysan, senin için canımı veririm.”
Telefonlarımızı alıp veriyor, bir de hatıra fotoğrafı çektiriyoruz.
Ben de demimi aldım. Bir duble rakıyla birlikte hesabı da istiyorum. Bira 60, 35’lik rakı 480, duble rakı 130, enginar 100, yarım ezme 50, sonradan söylediğim (tavsiyedir) piyaz 50, köfte 200, et sote 300 lira. Benim hesabım 1100 lira.
Her gün 12:00’de başlayan servis, 02:00’de bitiyor. Seçim dışında kapalı oldukları gün yok.
Fonda Ali Rıza Gültekin ‘Sana Kolay Gelir‘i söylerken çıkıp yürümeye başlıyorum. Altı saatten fazla kalmışım içeride, farkında değilim.
İlk yorum yapan siz olun