Buradaki temel sorun bence tarih ve arkeolojinin halen politik tartışmaların meşruluk dayanağı olarak görülmesi. Günümüzde Kürtlerin eşitlik talepleri var. Demokratik hakların genişletilmesi talepleri var. Bazı tarihçiler bu taleplerin meşruluğu Gutiler veya Hurrilerin Kürtlüğünün kanıtlanmasına bağlıymış gibi davranmaktalar. Bence bu konuyu gerçek alanından saptıran bir yol.
Bir yıldır Gazete Duvar’da ‘Pazar yazıları’ yazıyorum. Yazıların başlıkları ilk bakışta birbiri ile ilgisiz gibi duruyor. Ama aslında tek bir konu işledim. Bunlar özünde, yirmi küsur yıldır Türkiye’yi yöneten Parti-yi Sefid’in ve müttefiklerinin ideolojisini anlamaya çalışan yazılardı. Sonlara doğru kendi düşüncelerim de olgunlaştıkça bu ideolojinin Türk/İslam falanjizmi adıyla anılabileceğine ikna oldum. Bu hareketin ideolojisini anlamaya çalışırken de temelde şu gerçeklerin altını çizdim: Bu ideoloji ve onun pratik hareketi geleneğin arkasına saklanan post-modernist bir muhtevadadır, aslında Osmanlıyla, İslam tarihiyle gelenekle vb. ilişkisi yoktur. Coğrafyamıza ait olmayan, kökleri zayıf, ithal bir harekettir ama ‘yerli ve milli’ bir takım simgeleri, tıpkı tabiatta başka türleri taklit eden bir takım canlılar (taklitçi ahtapot mesela)gibi başarılı biçimde taklit etme yeteneğine sahip olduğundan destekçileri ve köstekçileri bu hareketi ‘gelenekçi, muhafazakâr’ vb sanmaktadır. Netice olarak vardığım nokta ‘kökleri dışarıda’ olan bu hareketin Küçük Asya denilen havuzda, geleceğe pek bir miras bırakmadan eriyip gideceğiydi.
Neyse yazılarımın bütününe bu bakış açısıyla yaklaşılabilir. Pek yakın bir zamanda bu ‘köşe’ uzun bir tatile çıkacağından çeşitli platformlarda sürekli bizden (arkeologlardan, eski çağ tarihçilerinden) beklenen önemli bir konuya değinmek istiyorum. Antik Kürt tarihi ve tarih yazıcılığı meselesine… Malum olduğu üzere bu konu akademinin sessizlikle geçiştirdiği, söz söylemekten imtina ettiği bir alan… Alanın uzmanları konuya karışmayınca da çok sayıda heyecanlı amatör yazar bu boşluğu kendince doldurmaya gayret ediyor. Bunların bir bölümü Kürtlerin tarihsel rollerini ve varlıklarını illüzyonistlere taş çıkartan yöntemlerle yok etme mücadelesi veriyorlar. Kimileri de Mezopotamya, Küçük Asya ve İran’daki bütün antik uygarlıkların Kürtlerce kurulduğunu savunuyor. İki taraf da abartı bir yol tutturduklarından kanıtlardan ziyade duygular devreye giriyor ve ne tartışıldığı bile bir süre sonra unutuluyor.
Şimdi Sezar’ın hakkı Sezar’a… Kürt tarihçilerin duygusal yaklaşımlarında anlaşılabilir noktalar var. Neticede eşit yurttaşlık talebinde olan her birey ve topluluk gibi Kürt tarihçilerin de uzun yüzyıllardır hakir görülmüş (özellikle Ortaçağ/Osmanlı tarihçilerince) ve yok sayılmış (Cumhuriyet tarihçilerince) bir toplumun kökenleri, gelişimi konusundaki kamu kültür kurumlarının sessizliği ve vurdumduymazlıkları karşısında tepki göstermeleri doğal. Öte yandan ben bu sessizliğine karşı gelişen romantik-milliyetçi tarih yazımı tepkisini de doğal görüyorum. Neticede aynısını Türk tarihçileri de yapmıştı ve kısmen de halen yapıyorlar. Osmanlı asırlarında Türkler ya yok sayılmış ya da hakir görülmüştü. Osmanlının gözünde Türk, etrak-ı biidrak adamdı. Türk medeniyet kuramaz, kültür inşa edemezdi. Atına binen Türk babasını tanımaz, Türk olana şehir zindan olur denilirdi. Sonunda Fuad Köprülü’nün dediği gibi bu kayıtsızlığın ve hor görünün aksülameli de pek sert oldu. Meşrutiyet ve Cumhuriyet tarihçileri bu sefer bütün dünya kültürünün, dillerinin Türklerden kaynaklandığı gibi reaksiyoner bir tarih anlayışına yöneldiler ve bu da olağandı.
Arkeoloji öğrencisiyken okuduğum Selahattin Mihotuli’nin Arya Uygarlıklarından Kürtlere adlı kitabı ya da Nergiza Tori, Welate Tori ya da Cemşid Bender gibi yazarların çalışmalarında da benzer bir dilin hakim olması da bana göre olağan. Bu kitaplarda Sümerlerden beri Mezopotamya, İran ve Küçük Asya’da kurulmuş hemen her uygarlık (Gutiler, Elamlar, Hurriler, Mitanniler, Urartular vb) Kürtlerin ataları veya doğrudan Kürt olarak kabul ediliyor, atın Kürtler tarafından evcilleştirildiği, tekerleğin Kürtler tarafından icat edildiği savunuluyordu. Mezopotamya’daki bazıları MÖ 9000’lere inen Neolitik yerleşimleri (Hallan Çemi, Çayönü, Nevali Çori vb) inşa edenlerin Kürtler oldukları ve tarımı onların başlattıkları ileri sürülüyordu vb. Bu bakımdan ‘Kürt Tarih Tezi’ birçok açıdan Türk Tarih Tezi’ne, Sümerlerin, Hattilerin, Kimmerlerin Türk ya da proto-Türk olarak kabul edilmelerine benzemekteydi.
Bu tür teorilerde genellikle farklı zamanlarda aynı coğrafyayı paylaşmış olan insanlar arasında lengüistik, genetik, antropolojik vb benzerlikler dede-torun rabıtası kurmak için kullanılır. Örneğin Hatti köylüsünün giydiği çarıkların Anadolu Türkmenleriyle benzer olması gibi kültürel devamlılık örnekleri ya da Hacılar Neolitik yerleşimindeki mezarlardan elde edilen genetik özelliklere aynı yörede günümüzde yaşayan köylülerde de rastlanması gibi kanıtlar söz konusudur. Anadolu Türkmenlerinin genetik kodlarında Hacılar veya Çatalhöyük Neolitik insanının bir parçası bulunduğu doğru. Zira Türkler Anadolu’ya geldiklerinde yerel nüfusla karıştılar ve yerliler de buhar olup gitmediler. Bu mantıkla Gutiler, Kassitler, Hurriler gibi antik halklar da modern Kürtlerin genetik ataları arasında sayılabilirler.
Öte yandan incelediğimiz özel olarak lengüistik atalar ise bu kadar kesin çıkarımlarda bulunmak zor. Yazı öncesi için zaten kesin çıkarımlarda bulunmuyoruz. Yazı sonrasında da bazı boşluklar olsa da biraz daha rahat hareket edebiliyoruz. Mesela Hurri ve Urartu dillerinin, Aryan dili olan Kürtçeyle bir ilgisi yok. Bu açıdan Hurriler sonradan Aryanlar içinde erimiş ‘genetik bir ata ‘olabilirler ama lengüistik ata değiller. Aynı sorun Ermeni tarihçilerini de meşgul etmişti. Klasik Ermeni coğrafyası ile antik Hurri/Urartu coğrafyası büyük ölçüde örtüştüğünden Ermeni tarihçileri uzun süre Hurri/Urartu uygarlıklarını kendi ataları olarak kabul ettiler. Ancak sonuçta Ermeniler de Aryan kökenli olduklarından Hurri/Urartuların onların lengüistik ataları olmaları –ki Ermenicenin Hurriceden çok sözcük aldığını tahmin etmemize rağmen- mümkün değildi. Bu durumda Hurrilerin evlilikler ve asimilasyon yoluyla Ermenilerin içinde erimeleri (Bulgar Türklerinin Slavlaşması gibi) elbette modern Ermenileri Aryanların ve yerli Hurrilerin melezleşmiş torunları yapar. Ya da Ermenileri Hurri kökenli yapar da diyebiliriz. Ama bu formülasyon tersinden işlemez yani Hurrileri Ermeni yapmaz. Başka bir deyişle dedesi torununa benzemez, torun dedeye benzer.
Ermeni, Türk veya Kürt tarihçilerinin temel hatalarından biri bugünkü coğrafi yayılımlardan yola çıkarak antik çağlardaki uygarlık yayılımları arasında paralellik kurmalarıydı. Halbuki halklar sürekli bir sirkülasyon halinde olduklarından bu çakışma her zaman tutarlı sonuçlar vermiyor. Mesela daha yüzyıl öncesine kadar günümüzde Kürt nüfusunun baskın olduğu bölgelerin önemli bir kısmında Ermeni ve Süryani topluluklar baskın nüfusu temsil ediyordu. Daha eski yüzyıllara indikçe bu sirkülasyonun nasıl gelişim gösterdiği kimi zaman ancak tahmin edilebilir. MÖ 5000’lere 10.000’lere indiğimizde ise bu insanların etnolojik özellikleri için bir şey söylemek imkansız gibi.
Öte yandan Kürtlerin lengüistik ataları olan Aryanların en azından MÖ 1500’lerden itibaren Küçük Asya ve Mezopotamya’da yaşamakta olduğundan eminiz. Mitanni yazıtları kuşkuya yer vermeyecek en erken Aryan topluluklarına işaret ediyor. Bazı Kürt tarihçileri bu maziyi daha da eskiye MÖ 2200’lerde Mezopotamya’yı istila eden Zagros kavimleri Gutiler ve Kassitlere kadar geriye çekmek istiyorlar. Ama Guti ve Kassit dillerine dair izler Mitannilerde olduğu kadar net değil. Üstelik Aryanların at tapınma kültüne verdikleri önemi biliyoruz. Oysa Gutiler, Kassitler çağında Mezopotamya ve çevresinde at kullanımı yok. At kullanımına dair izler Mitannilerle net olarak başlamakta. Aradaki boşluklar Aryanların nasıl parçalara ayrıldığı konusundaki bilgilerimizi de sınırlıyor. MÖ 9. yüzyıldan sonra Assur yazıtlarında karşımıza çıkan Medlerin, Ksenophanes’in sözünü ettiği Kardukların ve Plutarkhos’n bahsettiği Mardların Kürtlerin potansiyel ataları olduğuna dair görüşler var. Ancak yazınsal kanıtların azlığı bu konuda bizi sınırlıyor. Daha doğrusu bu boşluklar ortaçağ kaynaklarıyla doldurulmaya çalışılıyor. Örneğin Şahname gibi bir epik eser ya da 13. yüzyılda yaşamış Ermeni tarihçi Hethum’un Medlerle Kürtleri eşleştirmesi kimi tarihçilerce yeterli kanıt olarak görülmekte. Hethum’un bu bağı ne anlamda kurduğunu bilmiyoruz. Özellikle Arap tarihçiler Türk ve Kürt betimlemelerini genellikle göç olumsuzlama nitelemesi olarak, göçebeler, dağlı kabileler vb kullandıkları için bu terimleri etnolojik manada mı yoksa sosyolojik betimleme olarak mı kullandıklarına her zaman emin olamıyoruz. Taberi mesela Kürt veya Türk terimlerini daima göçebeleri tanımlamak için kullanıyordu. Yine coğrafi bir bölge bir kez bir ad aldı mı bu coğrafyada yaşayan farklı toplumlar için aynı isim kullanılmaya devam edilebiliyor. Ortaçağ yazarları bu nedenle işimizi kolaylaştırmak yerine zorlaştırmaktalar. Günümüz Trakyalıların, Filistinlilerin, Bulgarların hatta Rusların farklı halklardan kalan isimleri sahiplenip kullanmaları gibi. Hethum’un çağında Media’da Kürtlerin yaşadığı kesin. Ama Marcus Antonius’un Medya seferi esnasında (MÖ 1. yüzyıl) ise Media’da Ermeni kralları hüküm sürmekteydi. Prokopius ise Medler derken genel olarak tüm İranlıları kast etmekteydi. Ama bölgeye adını veren tarihsel Medlerin Aryan kavmi olduğuna dönük pek bir şüphe yok. Nitekim Beluciler, Gilaniler, Mazenderaniler gibi farklı İrani toplumlarda da Medlerle ilişki kurma eğilimleri var. Buradaki boşluk aydınlanana kadar Medlerle Kürtlerin bağının bir dede-torun bağı mı yoksa amca-yeğen bağı mı olduğu konusu tartışılmaya devam edecek gibi…
Buradaki temel sorun bence tarih ve arkeolojinin halen politik tartışmaların meşruluk dayanağı olarak görülmesi. Günümüzde Kürtlerin eşitlik talepleri var. Demokratik hakların genişletilmesi talepleri var. Daha radikal grupların daha radikal talepleri de var. Bazı tarihçiler bu taleplerin meşruluğu Gutiler veya Hurrilerin Kürtlüğünün kanıtlanmasına bağlıymış gibi davranmaktalar. Sanki böyle bir teori kanıtlandığında Kürtlerin demokratik talepleri kabul görecek ya da meşruluk kazanacak. Bence bu konuyu gerçek alanından saptıran bir yol. Mesela Amerikan yerlilerinin Amerika’nın en eski halkı olduğunu ne Portekizliler ne Hollandalılar ne de İngilizler hiçbir zaman inkâr etmediler. Ama bu gerçeğin kabulünün Amerikan yerlilerine de hiçbir faydası olmadı. Kürtlerin demokratik taleplerinin meşruluğuyla bana göre Mezopotamya’daki 5000 yıllık falan uygarlığının kökeni ile doğrudan bir bağ yok. Böyle bir bağ kurulamasa da bu talepler öne sürülebilir. Demokratik bir talebin meşruluğu için talebi öne sürenin 10.000 yıldır aynı yeri iskan etmesine gerek yok. Tersinden de bu bağ kurulsa da bu taleplere anti-demokratik yönetimler kulaklarını tıkamaya devam edecektir. Onlar için Kürtlerin 10.000 yıllık mazilerinin olup olmamasının bir manası yok. Ancak bu iki konunun birbirinden ayrılmasının arkeologların kafasını ve mesaisini rahatlatacağı kesin. Zira Kürtlerin ya da herhangi bir topluluğun ya da bireyin eşitlik ve demokrasi talebinin meşruluğunu savunmak ile meslekle ilgili teknik konuların ayrılması bizim için olumlu sonuç verir. Bu şekilde politik olarak meşru talepleri destekleyen bir arkeologun aynı zamanda Gutiler veya Hurrilerin etnik kökeni hakkındaki nesnel tutumundan dolayı sanki anti-demokratik bir kampanyanın destekçisiymiş gibi görülmesi sona erer. Bunun için elbette akademinin de biraz cesaret ve bağımsızlık kazanması şart, gerçi bunun olması için on bin yıl bile kısa bir süre ya neyse.
İlk yorum yapan siz olun