İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kimlik siyaseti

Toplumda birileri, birinin sadece “Alevi’yim” demesinden bile kışkırtılabiliyorsa, sorun onların duygularındadır ve o duygular pışpışlanmak yerine bertaraf edilmelidir.

Ohannes Kılıçdağı

Geçen hafta, Türkiye’de hep hassas bir mesele olagelmiş etno-dinsel kimlikler meselesiyle ilgili bir gelişme yaşandı. CHP Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, Alevi kimliğini ilk defa değilse de açıkça deklare ettiği ve bunun Cumhurbaşkanı olmakta bir beis veya fark yaratmaması gerektiğini söylediği bir video yayınladı. “Kimliğimiz bizi biz yapan varlığımızdır ve elbette onurla sahip çıkmamız gerekir” dedi. Seçimden sonrasını kastederek, “Artık kimlikleri konuşmayacağız, başarıları konuşacağız. Artık ayrışmaları ve farklılıkları konuşmayacağız, ortaklıklarımızı ve ortak hayallerimizi konuşacağız” dedi. Son olarak da gençlere sordu: “Alevi olmaz diyen bu sisteme, ‘Doğru olan, dürüst olan, ahlaklı olan olur’ diyecek misin?… Bu ayrıştırıcı sistemi kökünden yıkmaya hazır mısın?”

Kılıçdaroğlu’nun bu sözlerini iktidarın içinden ve iktidarı medyada destekleyen kimi isimler, “iç savaşa çağıran”, “bastırılmış duyguları kışkırtan”, “toplumsal dinamikleri dinamitleyen” olarak niteledi. Peki, başka bir grup hakkında hiçbir yorumda bulunmayan, sadece kendi kimliğini belirten, hatta ayrışmaların artık konuşulmayacağını söyleyen bir konuşma nasıl böyle nitelenebilir? Tersini düşünün. Biri çıkıp “Ben Sünni’yim” dese onun için de “İç savaş çığırtkanlığı yapıyor” derler miydi? Nitekim Ahmet Davutoğlu, Kılıçdaroğlu’ndan bir gün sonra, rol çalmak ve kendince bir denge oluşturmak için “Ben de Sünni’yim” dediği bir video çekti ve o iç bayıcı konuşmalarından birini daha yaptı. Kimsenin onu iç savaş çığırtkanlığıyla suçladığını görmedim. 

Şüphesiz, iktidar cenahı Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışını kötü ve yanlış göstermek için böyle söylüyor ama zihinlerinde nasıl bir mantık işliyor? Onların zihniyetine göre, hâkim kimliğin dışında kalan kimliklerin kendilerini ifade etmeleri, varlıklarını göstermeleri, eşitlik talep etmeleri dahi bu kimliğe ve onun hâkimiyetine bir tehdit olarak algılanıyor ve bizzat kendileri böyle diyerek, toplumda marjinalize edilmiş kimliklere yönelik nefreti ve negatif duyguları, alarm zillerini çalarak harekete geçirmeye çalışıyorlar. Bizzat kendileri kışkırtıcılık yapıyorlar. Toplumda birileri, birinin sadece “Alevi’yim” demesinden bile kışkırtılabiliyorsa, sorun onların duygularındadır ve o duygular pışpışlanmak yerine bertaraf edilmelidir. 

Bu durumun tarihteki muadili, “Ermeniler/Azınlıklar şımardı” kod adıyla ortaya çıkar. Osmanlı’nın son döneminde, özellikle de 1908’de tekrar yürürlüğe konan anayasal rejimin ilanından sonra, basında “Bu Ermeniler de artık fazla oluyor, şımardılar” söylemi çıkar ve o kadar tutar ki bugün dahi kimi ‘tarih çalışmaları’nda bir ‘analiz’ olarak aynı ifadeleri bulabilirsiniz. Peki, neydi bu “Ermeniler şımardı” denen durum? En kısa hâliyle, kamusal alanda Ermeni-Hristiyan kimlikleriyle daha fazla görünmeleri, eşitlik ve hak talep etmeleri, bunun için miting, gösteri, protesto vs. yapmalarıydı. Bu tür kamusal hak talepleri, kendilerine o güne kadar siyasi, ideolojik ve moral üstünlük atfedenlere, bu üstünlüklerini tehdit eden “küstahlıklar” olarak görünüyordu. Tabii, işin bir de sosyokültürel boyutu var. Özellikle, İkinci Meşrutiyet’in getirdiği özgürlük ortamında ve özellikle de şehirlerde Ermeniler –ve diğer Hıristiyanlar ve Yahudiler– dernekler, tiyatrolar, spor kulüpleri vs. kuruyor, bunların faaliyetlerini kamusal alanda yapıyor, bir de “utanmadan açıkça yiyor, içiyor, eğleniyordu”, kadınları “açık saçık” kıyafetlerle ortalarda dolaşıyorlardı. Açın bakın o güz yazılanlara ve sonra tekrar edilenlere; söylenenler üç aşağı beş yukarı bunlardır. Dolayısıyla, hâkim kimlikten başka bir kimlikle varlık gösteriyorlar, talepte bulunuyorlar, gerekirse karşı koyuyorlardı; bu da hâkim kimliğin husumetini çekmelerine yetiyor da artıyordu bile. 

İster o gün ister bugün, kimlik siyasetini bitirmenin yolu basittir ve tektir. Devlet ve toplum nezdinde tüm kimlikler üzerindeki tüm baskılar kalkar, hepsi eşit ve makbul kabul ve muamele edilme anlamında tanınırsa, kimlik siyaseti zemini kaybeder, anlamsızlaşır. Tabii, bunun için kendilerini hâkim kimlik olarak gören ve öyle kalmak isteyen kesimlerin bu ayrıcalıklarından vazgeçmeye razı olmaları gerekir. Yoksa, bazı kimlikler baskı altında tutulup ayrımcılığa maruz kaldığı sürece kimlik siyaseti sürecektir ki bu da siyasetin tabiatı gereğidir. Nerede sorun varsa oradan bahsedilir. 

https://www.agos.com.tr/tr/yazi/28529/kimlik-siyaseti

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın