İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ermeni ve Süryani tarihyazımında Antakya depremleri

Hanriet Topuzyan Basoğlu

Ermeni müverrihlerden Urfalı Mateos, Sımpat Isbarabed (Başkomutan Simbat), Metzın Vartan (Müverrih Vardan), Urfalı Vahram ve Süryani Mihail özellikle Antakya’daki depremleri, salgın hastalık gibi afetleri detaylarıyla aktarmışlardır. Bu isimler en kıymetli Ortaçağ aktarıcıları arasında gösterilir.

6 Şubat’ta Kahramanmaraş’ta meydana gelen peş peşe iki deprem maalesef 10 ilimizi etkilemiş ve benzeri görülmemiş büyük acılara neden olmuştur. Bu depremden en fazla etkilenen şehirlerden biri de Antakya. Binlerce yıl pek çok medeniyete kucak açan Antakya, tarih boyunca da pek çok doğal afete de maruz kalmıştı.

Bölgede 500 yılda bir gerçekleşen büyük depremlere dikkat çeken uzmanlar, 1512 yılındaki yıkıcı depremin detaylarını bizlere aktarmakta. 1512 yılından neredeyse 500 yıl daha geriye gittiğimizde ise onlarca müverrihin kaleme aldığı 1054 Antakya depremi ve devamındaki depremlerle karşılaşmaktayız. Ve bu depremlerin günümüzle benzerlikleri çarpıcı boyuttadır.

Ermeni tarih yazıcılığı için Ortaçağ diye adlandırılan zaman dilimi, en zengin ürünlerin verildiği dönemlerden biri olmuştur. Onlarca müverrih veya vakanüvis, birbirinden değerli eserler bırakmıştır. Bu eserleri kaleme alanların neredeyse hepsi din adamıdır. Çünkü bu dönemde okur yazarlık nerdeyse sadece din adamları ile sınırlıdır. Bu eserler Ermeni tarihinin yanında Bizans, Türk, Selçuklu, Haçlı, Moğol, Arap devletleri ve dönemleri açısından da çok değerlidir. Eserlerdeki coğrafi detaylar, doğal afetler ve salgın hastalıkların tasviri, geçmişle günümüzün kıyaslanmasına katkı sağlamıştır. Din adamlarının tarih yazıcılığı her ne kadar dini ve milli duygularla yazılmış, abartılar ve efsaneler içermiş olsa da, aktarılan bilgilerdeki ana detaylar son derece değerlidir.

Ermeni müverrihlerden Urfalı Mateos, Sımpat Isbarabed (Başkomutan Simbat), Metzın Vartan (Müverrih Vardan), Urfalı Vahram ve Süryani Mihail özellikle Antakya’daki depremleri, salgın hastalık gibi afetleri detaylarıyla aktarmışlardır. Bu isimler en kıymetli Ortaçağ aktarıcıları arasında gösterilir.

Urfalı Mateos, Sımpat Isbarabed’den deprem anlatıları

Urfalı Mateos, Başkomutan Sımpat, Metzın Vartan 1054 yılında yaşanan Antakya depremini detayları ile anlatmışlardır. Bizanslı Rumların, bölgede yaşayan Süryanilere mezheplerinden dolayı yaptığı baskıların, İncillerinin yakılmasına kadar varması nedeniyle Tanrının Bizanslıları depremle cezalandırdığı öne sürülür. Mateos eserinde, şöyle der: “Öğleyin 6. saatte deprem oldu. Horom meydanında yer aniden büyük bir gürültü ile çınladı ve toprak yarıldı. Patrikle (Bizanslı) beraber 10.000 insan toprağa gömüldü…Antakya şehrinde fenalık yapanlar toprağın yarılması ile telef oldular…”

1082 yılında Antakya’da meydana gelen sarsıntı için Süryani Mihail, şehir surlarındaki 86 kulenin yıkıldığını yazar. Urfalı Mateos, Sımpat Isparabet 1091 yılında yaşanan diğer bir depremi şöyle tasvir eder: “Eylül ayında büyük bir deprem oldu. Yeryüzü şiddetle sallandı, gök altında bulunan bütün mahluklar titredi. Antakya şehri tahrip oldu. Surların 90 kulesi temelden kopup yere düştüler, surların büyük kısmı yıkıldı. Erkek kadın sayısız insan yıkılan evlerin altında can verdi…”

1114 depremi kroniklere nasıl yansıdı?

1114 yılında gerçekleşen büyük deprem de yine Urfalı Mateos, Başkomutan Sımpat, Süryani Mihail’in satırlarına ve yazarı belli olmayan bir Süryani kroniğine detaylı biçimde yansımıştır. Urfalı Mateos, deprem yaşanmadan önce yöneticilerin, prenslerin, halkın ve hatta ruhanilerin Allah’ın yolundan şaşıp, cismani şehvete kapıldıklarını bu yüzden de Tanrı’nın bu halkı cezalandırdığını öne sürer. Şöyle detaylar verir: “…Haç yortusunun icra edildiği Pazar günü, korkunç bir nişane belirdi. Bunun gibi ilahi gazap ne geçmişte ne bizim zamanımızda görülmüş, işitilmişti ve ne de kitaplarda okunmuştu. Derin bir uykuya dalmış olduğumuz sırada müthiş bir gürültü koptu ve dünya sarsıldı. Yeryüzü şiddetle titredi, kayalar yarıldı, tepeler çatladı. Dağlarla tepeler şiddetle çınladı. Dağlar canlı hayvanlar gibi ses çıkardı. Dağların sesi savaştaki ordunun sesi ile aynıydı. Her şey dalgalı deniz gibi titriyordu. Bütün ova ve dağlar, sanki bakırdanmış gibi çınladılar, ağaçlar gibi titrediler. İnsanlar ağır hasta gibi inliyordu. Her yerden haykırış sesleri duyuluyordu. Bu felaket esnasında herkes hayatından ümidini kesti ve kıyamet gününün geldiğini zannetti. Çünkü günlerden Pazar ve Ay da eksilmekte olduğu için kıyamet gününü andırıyordu. Harap olan yerlerin hepsi Franklara (Antakya Haçlı Kontluğu) aitti. Müslümanların yaşadıkları yerlere bir şey olmadı. O gece Samusa (Samsat), Hısnımansur(Adıyaman), Keysun, Raban, Maraş şehirleri harap oldu. Maraş’ın akıbeti o kadar feci olmuştur ki takriben 40.000 insan telef oldu. Bu çok nüfuslu bir şehirdi ve bu felaketten kimse kurtulamamıştı. Sis (Adana) şehrinde de aynı şey vuku buldu ve sayısız insan öldü. Her yerde birçok kilise, manastır ve köy yıkıldı. İnsanlar öldü…”

Depremi, Antakya halkının Haçlılarla işbirliği yaptıktan sonra Tanrının yolundan çıkmalarının sonucu olarak gören müverrihler, ‘Müslümanların yaşadığı yerlerde bir şey olmadı’ diyerek bilinçli ve abartılı bir kıyaslama yapmışlardır. Yazılanların detaylarına baktığımızda olanların günümüzde yaşanan depremle ne kadar benzer olduğu gözükmektedir.

Halep’i yıkan 1170 depremi

1170 yılında gerçekleşen depremi kaleme alan Süryani Patriği Mihail ise, depremin nedenini bu kez Halep’te Müslümanlar tarafından esir edilen Hristiyanlara ibadet izni verilmemesi, onlara kötü davranılması, bunun sonucu olarak da Tanrının bu şehri cezalandırmasıyla açıklar. Şöyle der:

“…1170 yılının 29 Haziran’ı Paulus ve Petrus yortusu gününde, saat 3’te bir zelzele oldu. Yeryüzü denizde bir sandalmış gibi sallandı. Antakya’da nehrin kıyısında bulunan surlar devrildi. Greklerin (Bizanslı Rumlar) büyük kilisesi tamamen yıkıldı. St. Pierre Kilisesi’nin minberi ile muhtelif yerlerde bulunan kilise ve evler de yıkıldı. Antakya senyörü III. Bohemund saçlarını kestirip, halkın yaptığı gibi harar giyindi ve patrikten af diledi. Trablus şehri ile diğer şehirlerde Dımask (Şam), Hıms, Hama’da da depremler oldu. Fakat hiçbir yerden Halep’teki kadar kötü haber gelmedi. Oradaki tahribatı ne gördük, ne işittik. Halep’te surlar yıkılmış, yeryüzü yarılıp birçok insan toprağa gömülmüş, şehir siyah bir su ile dolup, sayısız insan bu suda boğulmuş. Tek bir kilisenin haricinde hepsi yıkılmıştır…”

Ortaçağ’ın çevresi güçlü surlarla çevrili en önemli ve büyük şehirlerinden Antakya, coğrafi güzelliği, verimli toprakları, ticaret yolları, halkının refah seviyesinin yüksek oluşu nedeniyle, her zaman tercih edilen, gözde bir şehir olmuştur. Pek çok devletin sahip olabilmek için sık sık istilalar düzenlediği kent, ayrıca doğal afetlerle sarsılmıştır. Toplu halde büyük ölümlere maruz kalan şehir, ekonomik, demografik, siyasi ve askeri dengelerini kaybetse de her zaman ayağa kalkmayı başarmıştır.

Bugün de aldığı ağır yarayı geçmişte olduğu gibi saracak ve bir an önce ayağa kalkmayı tekrar başaracaktır.

KAYNAKÇA:

-Anonim Süryani Kroniği, çev: İ.Aslan 2019 (Ananun Yetesyatzi, Jamanakrutyun, Asoryantz Ağpürner, 1982)

-Başkomutan Simbat Vakayinamesi, çev: H. Andreasyan,1946 (basılmamış eser), (Madenakrutyunk Nağniatz, Sımpat Isparabet 1956)

-Hanriet Basoğlu, Ermeni ve Süryani Müverrihlerin Kaleminden Selçuklular Döneminde Türklerin Anadolu’ya Girişi (1016-1175), Yüksek Lisans Tezi, 2019

-Urfalı Mateos, Vakayinamesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), çeviren H. Andreasyan,1962 (Mateos Urhayetzi, Jamanakrutyun, 1898)

-Süryani Mihail, çev.H. Andreasyan (Basılmamış eser),1944, (jamanakrutyun Diarn Mikaeli, 1871)

(Agos, 17 Şubat 2023)


Agos

Yorumlar kapatıldı.