İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Mübadele’nin istenmeyenleri: Mersin’deki “Arap Ortodokslar”• -nehna

“Mübadele Yunan yayılmacılığını bastırmak için yapıldı”

Mayıs 1927’de, Arap Ortodoksların mübadil sayılıp sayılmayacağı meselesi, komisyonda bu kez Mübadele’ye tabi olup olmayacakları tartışmalı tüm grupların durumunda kesin bir karara varmak için açıldı. Heyetlerdeki isimler değişse de bu tartışmada da pozisyonlar aynı kalacaktı. Yunan delegasyonunda başkan Papas yerini Aristide Fokas’a (Phocas), Türk heyetinde ise Tevfik Rüştü Bey, başkanlık koltuğunu Şükrü (Saraçoğlu) Bey’e bırakmıştı. Yine de esas mesele, “Rum Ortodoks” tabirindeki Rum’un ne anlama geldiğini tayin etme mücadelesine dönüşürken, mübadelenin fikrinin siyasi amacını açık eden tartışmalar yaşanacaktı.

Komisyonun 26 Mayıs’taki oturumu, Fokas’ın meseleye dair uzun sunumuyla açılıyordu. Buna göre, Türk tarafının tezi uyarınca, hiçbir ırk ayırt etmeksizin Türkiye vatandaşı olan tüm Ortodoksları, yani Rusları, Vlahları ve Arnavutları nüfus değişimine dahil etmek gerekirdi. Bunun yapılmamasının nedeni, Rum Ortodoks tabirinin ırksal olarak Rum, dinsel olarak Ortodoks olanları kastetmesiydi. “Sözleşme yapılırken bu tabire karşılık Müslüman ibaresi kullanılmıştı, çünkü Türkiye o sırada şeri idareyle yönetilen bir din devletiydi” diyen Fokas, Arap Ortodoksları neden istemediklerini açıklarken, Mübadele’yle hedefledikleri milliyetçi tahayyüllerinin bir nüfus homojenleştirmesi olduğunu açık ediyordu:

Nüfus değişiminin etkilerini Yunan nüfusuyla ilgili olarak bile sınırlamak için mücadele ederken, Yunanistan’ın hiçbir bağı veya ahlaki sorumluluğu bulunmayan gayri-Yunan nüfusu kendi topraklarına almak istemesi düşünülemez.

Fokas’a göre, Lozan’daki Türk delegasyonunun mübadele tartışılırken, “Türkiye vatandaşı Rumları” kapsamasını istemişti çünkü delegasyondan Rıza Nur’un belirttiği gibi, esas amaçları “Türkiye’deki Yunan yayılmacılığını bastırmak”tı. Dolayısıyla, Rum olmayan Ortodoks nüfusun mübadil sayılmasına gerek yoktu, zira onlardan gelen bir “Yunan yayılmacılığı tehdidi” olmayacaktı.[13]

Yunan delegasyonunun kabullendiği Anadolu Rumlarının Yunan milliyetçiliğinin ve yayılmacılığının uzantısı olduğu argümanıyla Şükrü Bey elbette ki hemfikirdi. Bu fikrin pratik sonuçlar doğurması için, Rum Ortodoks tabirinin kapsadığı tüm unsurların ülkeden gönderilmesi gerektiğini dile getiren Şükrü Bey’e göre, bu ibareye yalnızca dini bir anlam yüklenebilirdi ve bunun dışında kalan hiçbir dilsel ve ırksal kriter komisyonda tartışılabilecek şeyler değildi. Senieddin Bey de “tarihsel ve kiliseye dair önemi haiz bu tabir”in ne anlama geldiğinin şüphe götürmediğini bir kez daha dillendirse de, komisyonun Avrupalı üyelerinin kafası çok karışmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ortodoks kiliselerin sınıflandırılması araştırılırken, Yunan heyeti bu konunun cevabının akademide olduğunu söylüyordu. Şükrü Bey ise yalnızca şu sorunun basitçe cevaplandırılması konusunda ısrarcıydı: “Rum Ortodoks kelimesinin dini bir anlamı mı var, etnik bir anlamı mı var?”[14]

“Rum Ortodokslar mı, Ortodoks Rumlar mı?”

28 Mayıs’taki oturum, Ortodoks teriminin ne anlama geldiğine dair farklı yorumlarla açıldı. Yunan heyeti, British Encyclopedia’ya atıf yaparak Ortodoks Kilisesi’nin ırksal bir ayrım yapmadan tüm “Doğu Kiliseleri”ni kapsadığını iddia ederken, Senieddin Bey, “Ortodoks”un gerçek kelime anlamının “doğru inanç” olduğunu ve Katoliklerin de bu anlamda Ortodoks kabul edilebileceğini öne sürerek meseleye yeni bir boyut katıyordu. Giderek detaylara inilen tartışmada, Yunanistan delegasyonuna göre, Lozan’dan Ortodoks tabirine Rum kelimesinin eklenmesinin bir anlamı vardı, yani “Rum olmayan Ortodokslar” mübadil sayılamazdı. Şükrü Bey ise “sözleşmede Ortodoks Rumlar tabirinin değil Rum Ortodoks tabirinin kullanılması”nın tamamen dinsel kimliğe bir gönderme olduğunu düşünüyordu. Yunan heyetinden Diamantopoulos’un Türk delegasyonunun “Arap Ortodoks Kilisesi’nin Rum Ortodoks Kilisesi’nden farklı olduğunu” dile getirmesi üzerine Şükrü Bey’in verdiği cevap netti: “Rum Ortodoks Kilisesi’nden farklı bir Arap Ortodoks Kilisesi’nin varlığından haberdar değilim.”

Ardından, Şükrü Bey’in şu açıklaması, meseleyi Ortodoks Kilisesi hiyerarşisinin detaylarına çekiyordu: “Eğer Türkiye, tüm Ortodokslardan kurtulmak isteseydi, daha genel bir formül uygulardı. Eğer Türkiye tüm Rumlardan kurtulmak isteseydi, etnik bir terim kullanırdı, nokta! Dolayısıyla, sözleşmede ne tüm Ortodokslar ne de tüm Rumlar kastediliyor. Bu yüzden, örneğin, Rus Kilisesi’ne bağlı olanlar mübadil sayılmıyorlar, yalnızca Rum Ortodoks dininden Türk vatandaşları mübadele edilmeliler.” Buna cevaben Fokas “Rum Ortodoks diye bir dinin olmadığını ve Ortodoks Kilisesi’ne bağlı Rumları tanımlayan etno-dinsel bir niteleme” olduğunu ısrarla dile getiriyordu. Avrupalı tarafsız heyet bu çıkmaz üzerine oturumu yine tatil etti.

30 Mayıs’ta geri dönülen tartışmada artık söz, tarafsız heyetteydi. İlk başta söz alan Hans Holstad, Fokas’ın öne sürdüğü Rum kelimesinin Ortodoks ibaresine etnik bir anlam yüklemek için eklendiği tezine katılmadığını dile getiriyor ve Doğu Kiliseleri’nden Kudüs, İskenderiye, Antakya ve İstanbul’un arasında nasıl bir bağ olduğuna dair daha fazla şey öğrenmek istiyordu. “Meseleye vücuttaki hasta parçayı almaya çalışan bir cerrah gibi yaklaşmak gerektiğini” söyleyen de Lara’nın savunduğu çözüm milli bilinç bağına bakılmasıydı. Ona göre, “Yunan vatandaşı olan Müslümanlar, Osmanlı tebaası olduğundan yüzyıllar ve nesiller boyunca Türk milli bilinciyle yaşamışlardı.” Öte yandan, “Kilikya’daki Arap Ortodoksların ise Yunan milli bilinciyle hiçbir ilişkisi olmamıştı.” Komisyon Başkanı Karl Widding ise “meselenin çözümünün komisyonun yetkinliğini aştığı için akademik yayınlara başvurmak gerektiğini” savunuyordu ve yine British Encyclopedia’ya dönerek Doğu Ortodoks Kiliseleri’nin ilişkilerini çözümlemeye çalışıyordu. Widding, çatısı altında toplamda 14 farklı kilisenin bulunduğu bu “federasyon”un içindeki İstanbul Rum Kilisesi’ne bağlı olanlara Rum Ortodoks denmesinin uygun olduğunu düşünüyordu.[15] Yunan ve Türk delegasyonlarının daha önceki görüşlerini tekrarladıkları uzun bir tartışmanın ardından, komisyon meseleyle ilgili ilk kararını bir gün sonra açıklayacaktı. 31 Mayıs 1927’de Muhtelit Komisyon, Mübadele Sözleşmesi’nin 1. maddesinin yalnızca dini esas alan ibarelerden oluştuğunu onaylarken, bu maddedeki “Rum Ortodoks kelimesinin tüm Doğu Kiliselerini tanımlayan bir kavram olmadığı” kararını verdi. Şükrü Bey’in bu kararın sorunu çözmediğini ve mübadeledeki uygulamalara bir netlik getirmek için hangi kiliselerin “Rum Ortodoks tabirinin dışında kaldığının belirlenmesi gerektiğini” dile getirmesi üzerine komisyon bu konu üzerine çalışmaya devam edecekti.[16]

“Yalnızca İstanbul Kilisesi’ne bağlı olanlara Rum Ortodoks denir”

Aralık 1927’de komisyon meseleye dair nihai kararını vermeden önce, Mısır’da yayınlanan Al-Mukattam gazetesi, Türkiye’nin bir şekilde Mersin’deki Arap Ortodoksları göndereceği fikrindeydi. 1 Temmuz 1927’de yayınlanan yazıda, Türkiye’nin bu insanların durumunu “daha yumuşak” ve “adalet duygusu” içerisinde değerlendirmesini umuyordu:

Suriyeli ve Lübnanlı Rum Ortodokslar, Rum değiller ve Türkiye’ye karşı Rumlar gibi hareket etmediler. Onlarca yıldır Kilikya’ya yerleşmiş olan ve Mübadele’ye dahil edilmelerinin ciddi ekonomik zarar getireceği birkaç bin insandan bahsediyoruz.[17]

İtalya’da çıkan Oriente Moderno dergisi de Temmuz 1927 sayısında Yunan heyetinin sunduğu Ortodoks Kilisesi hiyerarşisi listesiyle komisyon gündemine gelen meselenin Mersinli Arap Ortodoksların mübadil sayılmasıyla nihayete ereceğini yazıyordu.[18]

15 Eylül’de komisyon, artık Rum Ortodoks ibaresinden kastın kimler olduğunu karara bağlamak için toplandığında, Yunan heyetinden Diamantopoulos, tartışmanın odağı olacak öneriyi yapacaktı: “Mübadele Sözleşmesi, dini bakış açısıyla Fener’deki Ekümenik Patrikhane’ye bağlı olanlar dışındakileri kapsayamaz.” Yunan delegasyonunun bu önerisine göre, Antakya, Kudüs ve İskenderiye Patrikhanelerine bağlı olanların dışında otosefal (bağımsız) kiliselerin mensuplarına da Rum Ortodoks denemezdi ve bu yüzden Mübadele’den azade kılınmaları gerekiyordu. Bu kiliselere mensup olanların Rum Ortodoks değillerse ne olduklarını sorma gereği hisseden Şükrü Bey, Yunan heyetini “dini bir doktrini bölgesel sınırlarla karıştırmakla” suçladı. Zira ona göre, “Bu patrikhaneleri birbirlerinden tamamıyla ayrı dini yapılar olarak kabul etmek çok hatalıydı. Öyle olsalardı, önceki İstanbul Patriği Meletios, İskenderiye Patriği seçilemezdi.” Şükrü Bey’in şu sorusu, komisyondakilerin kafasını iyice karıştıracaktı: “Esasen İskenderiyeli olan ama 40 yıldır İzmir’de yaşayan Türk vatandaşı bir Rum Ortodoks mübadil midir, değil midir?” Komisyonun Avrupalı üyeleri saatlerce süren tartışmadan yine yeterince fikir sahibi olarak ayrılmamışlardı ve meselenin çözümü yine ertelenecekti.[19] Kamuoyu, Yunan delegasyonunun bu tartışmadan istediğini elde edemeyeceğini düşünmeye başlamıştı. İstanbul’da Fransızca yayınlanan Stamboul gazetesine göre, “Mersin’de ikamet eden Ortodoks Araplar, ülkeyi terk etmek için hazırlanmaya başlamışlardı.”[20]

Fakat netice kamuoyunun beklediği gibi olmayacaktı. 27 Aralık 1927’de bir kez daha toplanan komisyon, tarafsız üyelerden Widding ve komisyon dönem başkanı General Manuel de Lara’nın “evet” oyu ve Holstad’ın karşı oyuyla, Antakya Patrikhanesi’ne bağlı Ortodoksları mübadelenin dışında bıraktı.[21] Komisyonun kararına göre, Antakya Patrikhanesi’ne mensup Ortodokslar Rum Ortodoks olarak tanımlanamazdı. Yalnızca Antakya Patrikhanesi’ne değil, Kudüs ve İskenderiye Patrikhaneleri ile otosefal Kıbrıs, Romanya, Sırp, Karadağ, Rus, Arnavut kiliseleri ve Bulgar Eksarhlığı’na bağlı kişiler de mübadil addedilmeyecekti. Bu karar, bir anlamda Rumluk kimliğinin sınırlarını net olarak İstanbul Rum Patrikhanesi’nin sınırları dahilinde tutmuş ve bu kimliğin Yunanlıkla doğrudan bağı olduğunu uluslararası hukuk nezdinde kurmuştu.[22]


Nehna

Yorumlar kapatıldı.