İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hazreti İsa Brüksel’de

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
ey yüce yararsızlık

sana sığınıyoruz

ah evet! umutsuzluğun bile söndüğü zamanlardayız

biz bir şey söyleyememek için haykıranlar

biz efsunlu yalanların kurbanları

biz donakalmanın yolcuları

ey yüce yararsızlık

secde edip medet deyip

durmadan… durmadan

hiçbir yerden hiçbir yere yürüyoruz

***

James Ensor’un, “İsa’nın 1889’da Brüksel’e Girişi / Christ’s Entry into Brussels in 1889” adlı yapıtı salt sanat tarihinde değil, sosyoloji ve siyaset bilimi gibi alanlarda da en çok tartışılan sanat nesnelerinden biridir…

Büyük bir derstir. Çok boyutludur…

Kendi meselesine, kendi gündemine, ilkelerine değil de karşıtının yönlendirdiği meselelere serkeşçe koşuşturan solcuları da okursunuz; kör bataklıklardaki kutsallığa tutunmaktan başka çare bulamayanı da…

İsa’nın 1889’da Brüksel’e Girişi, 1888’de yapıldı. Ensor’un, “Benim tablom bittikten sonra, 1889’da İsa hiç uğramadığı bu ülkeye ayak basacak” gibi bir mesaj verdiği düşünülüyor.

***

Her kitle için, bir düşman gerekir. Bu düşman, bütün isteklerden, özlemlerden, yapılabileceklerden daha büyüktür. Düşmanın kim olduğunun bir önemi yok. Kötü ya da iyi, ılımlı, sempatik, mert ya da sert olabilir. Sahiden var olması da hiç doğmamış olması da mühim değil… Yeter ki kitlede, onun zulmüne uğradığı duygusu yaratılsın. Yeter ki taşlanacak bir “Şeytan” zihinlere yerleşebilsin… Bunun doğurduğu korkulu asabiyet insanları toplar. Haykırışların, gösterilerin, gösterişlerin doğum ve devam nedeni olur…

***

Gelin görün ki benim Elias Canetti’nin o harikulade eseri Kitle Ve İktidar’dan yararlanarak bu söylediklerimi Ensor hem doğruluyor hem de tarumar ediyor. Doğruluyor; çünkü tablodaki her pankartın bir “düşmanı” var. Fakat bazı karışıklıklar var. Ensor Kurtarıcı İsa’yı ağırlayanların bir kesimindeki kafa karışıklığına da dikkat çekiyor: Örneğin, VIVE LA SOCIALE / Yaşasın Sosyalizm ya da Yaşasın Refah; veya VIVE ANSEELE ET JESUS / Yaşasın Anseele ve Jesus. (Anseele, Flaman sosyalist bir liderdir.)

Tablo bir maskeler ve pankartlar karmaşası. (solda). Resmin sağ ön tarafındaki sahnede beyaz kuşağıyla belediye başkanı ve yanında vali var. Burunları uzamış olarak İsa’yı bekliyorlar (sağda).

***

Din karşıtı ya da dine eleştirel bakması gereken kesimler için yazılmış bu pankartları, dönemin Avrupa’sındaki sosyalist aydınların küçümsenmeyecek kısmının İsa’ya yaptığı övgülerin bir eleştirisi olarak okuyoruz.

İsa’yı övenler, bunu yaparken, verdiği iyilik duygusundan çok çürümüşlüğüyle dikkatleri çeken kiliseyi eleştiriyor olabilirler. Ancak Ensor’un yine de sorunları ve soruları var: “Kurtarıcıyı,” “lideri,” “kahramanı” ortadan kaldırmaya çabalaması beklenen bu kesimler, tam ne demek istiyor?

***

Avrupa aydınlarının İsa konusundaki kafa karışıklığı sizin aklınıza da biraz bugünün Türkiye’sini getirmiyor mu? Bugün ülkeye hükümet edenlerin bunu başarmasında küçümsenmeyecek bir paya sahip olan “Yetmez Ama Evet”çiler solcu, sosyalist liberallerdi. Ustam Aydın Çubukçu’nun tanımıyla “zalimin gülen yüzü,” o aydınları öyle çok cezbetti ki, buna karşı çıkan devrimcilere “gerici, muhafazakâr” demeye kadar geldiler. Epey bir kesimi şimdi pişman, perişan ama gelin de bunu Ensor’a anlatın…

***

Eser, birbirinden çok farklı toplumsal katmanların kaos içindeki bir aradalığını işliyor ve art arda sorular doğuruyor.

Ensor, alışılmış kitle eylemi düşüncesini tarumar ediyor; çünkü birbirinden farklı görünen bu pankartların “içerikleri” ve orada olma nedenleri işi karmakarışık ediyor. Buna bir de maskeler eklendiğinde işler büsbütün zıvanadan çıkıyor.

Kim, kimden ne diliyor / dileniyorlar?

Farklı değil, zıt olanların bu toplaşmada buluşmaları, görünüşte onları ortak ve eşit yapıyor.

Zira, bir kitleye dahil olmak, eşitlik duygusunun değişik biçim ve nedenlerinin kabul edilmesini gerektirir.

Emniyet müdürü, piskopos, yargıçlar, bankerler, hırsızlar, fahişeler, iskeletler, gangsterler, sanayi işçileri, solcular, kralcılar, vali, belediye başkanı…

Bu nasıl bir ortaklık; nasıl eşitliktir?

Başpiskopos’un elindeki, emniyet müdürünün copunu çağrıştırıyor. Bu çağrışım boşuna değil. Ensor, din adamlarını, baskı ve şiddet aygıtlarından biri olan polisin yardımcıları olarak görüyor…

***

Ensor, sormakla kalmıyor. Gösteriyor: Bir kurtarıcıya inanmak, bütün bu zıtlıkları, eşitlik yanılsamasıyla bir dinin çatısı altında toplayabiliyor. Kilisedeki pazar ayininde işçiler, açlar, yoksullar kendilerini, emek hırsızı sermayedarla eşit sanabilirler. O zaman buyurun. Kendinizi bir de benim tablomda görün.

***

Bu sosyolojik sorunun açılması için bugüne daha çok bakmalıyız sanırım: Yoksullar, zenginlerin siyasi partilerinde nasıl oluyor da kendilerini rahat hissedebiliyor? Kendisini ezenle, sömürenle nasıl duygudaş olabiliyor? Ne oluyor da bu aidiyet duygusu doğuyor, onları tamamlıyor? Ezilenlerin pedagojisinde neler var?

Bu değişebilir mi?

Nasıl?

***

Gelin Ensor’un o anarşist alaycı pankartlarına biraz daha bakalım…

VIVE JESUS ​​ET LES REFORMES / Yaşasın İsa Ve Reformlar

VIVE DENBIJN / Çok Yaşa Kukla Sanatı

BEWEGING FLAMAND / Flaman Hareketi

LES VIVISECTEURS BELGES INSENSIBLES LES XX / Belçika’nın Duyarlı Sanatçıları Duyarsız. (Les XX. Ensor’un oluşmasına çok katkı sağladığı ama sonra çok da hoşnut olmadığı sanat grubu.)

FANFARES DOCTRINAIRES TOUJOUR REUSSI / Doktoriner Trampetler /Orkestralar Başarılı Olur.

LES CHARCUTIERS DE JERUSALEM / Kudüs Kasapları

SALUT JESUS ​​ROI DE BRUXELLES / Brüksel Kralı İsa’yı Selamlar

PHALANGE WAGNER FRACASSANT / Gürültülü Wagner Ordusu. (Ensor, Wagner’in müziğinden nefret edermiş.)

LA SAMARIE RECONNAISSANTE / Samarie Minnettardır. (Neye gönderme yapıldığını bulamadım.)

***

Ensor maske piridir. Bunda ilk gençlik yıllarının büyük payı var. Sanatçı, Belçika’nın Oostende kentinde doğdu. Annesi, maskeler ve kostümler, deniz kabuklarından süsler, kısacası karnavallarda kullanılan her şeyi satan bir dükkân işletiyordu. Ensor bu dükkânın üst katında yaşıyordu ve bütün bu malzemeyle yaptığı denemeler, onun sanatında değişik biçimlerde kendini gösterir.

***

Maske, sadece maske değildir. Mevkiler, unvanlar, statüler, soy adları, eldeki güçler ya da güç hayalleri… Hepsi yerine göre maskedir. Maske bir yanıyla piyango bileti gibidir. Piyango, yani para düşü, insanların hayallerini bir ve aynı kılar. Oysa sadece piyangoyu satan zengin olur. Yoksul ise daima zenginlik maskesine muhtaçlıkla baş başa kalır.

***

Maske, Ensor’un öylesine ustalaştığı bir alan ki; tabloda maskesiz olanlar bile bize yüzlerce maskeyle bakıyor. Bir de iskeletler. Demeye çekiniyorum ama bana öyle geliyor ki Ensor, iskeletleri yaşayanlardan daha çok seviyor. Bu dediğimi tartmak isteyen, ressamın külliyatına baksın derim.

İskeletler, Ensor’un sanatında önemli bir yer tutuyor. Emniyet görevlisinin bakışındaki tuhaflıkla, iskeletin rahatlığı dikkat çeken ayrıntılardan biri…

***

Hay aksi, konuşmaya daldık ve ben sormayı unuttum. Sahi İsa nerede; onu görebiliyor musunuz?

***

Kurtarıcıyı ağırlamaya gelmiş bu maskeler seli onu unutmuş mu? Nereye koşuyorlar? Kalabalığın arkalarında, ‘cılız’ diyebileceğimiz bir eşeğin üzerindeki İsa’nın, biraz gerçek saygıya, ilgiye, kayırılmaya, hatta kurtarılmaya ihtiyacı yok mu?

***

Sanat eleştirmenlerinin bir kısmı, buradaki İsa’nın Ensor’un kendisi olduğunu yazıyor. Bu nedenle esere “otoportre” de deniyor.

***

Les xx, yerel sanatçılarla başka ülkelerin sanatçılarını buluşturan bir oluşum. Kurucularından ve başlangıçta en etkin üyesi olan Ensor, grupla ters düştü. Tabloda izleyicinin yüzüne kusarken gösterilmesi, bu anlaşmazlığa bağlanıyor.

Tablo ortaya çıktığında, başta Les XX grubu olmak üzere, sanat çevrelerinden fena eleştiriler aldı. Ensor 28 yaşında kotardığı bu gençlik eserini, uzun yıllar (üne kavuştuktan sonra da) hiçbir sergisinde göstermedi. Sadece atölyesinde sergiledi. Fakat, “kaçın, canınızı kurtarın. Bu kalabalık sizi ezecek” dedirtecek denli hareketli, kaos yüklü bu tablo, günümüzde, ressamın “başyapıtı” sayılıyor…

***

Meydana çıkmış bir kitlenin vazgeçilemez isteklerinin başında boşalmak (deşarj olmak) gelmektedir. Bu istek, her türlü düşmandan, isteklerin, taleplerin kendisinden daha yükseğe çıkar. Hatta bütün bunlar boşalmanın birer aracına dönüşür. Yaklaşık 2 buçuk metreye, 4 buçuk metre boyutlarında olan tabloda, izleyicinin üzerine hücum edercesine yürüyen bu kalabalığa bakıp boşalıp boşalmadıklarını söylemek kolay değil. Dolayısıyla yeni bir düşünce katmanı daha açılıyor.

***

İsa’nın 1889’da Brüksel’e Girişi, bugünün sahte peygamberlerinin karşılanma ve ağırlanma biçimlerini, oralardaki yüce, kutsal sahtelikleri de düşündürmüyor mu?


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.