İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yunanistan’ın derdi savaş değil imaj

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Prof. Dr. İsmail Şahin / Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi

Yunanistan tek başına asla ve asla Türkiye’ye karşı bir savaşa girmeyi göze alamaz. Böyle bir saldırıyı yürütebilecek ne askeri ne de ekonomik gücü söz konusu. Peki neden böyle bir söylemin takipçiliğini yapıyor? Çünkü “saldırıya uğrayabilecek bir ülke” imajı üzerinden itibar kazanmayı ve Türkiye’ye karşı güçlü bir cephe oluşturmayı planlıyor.

Türkiye’nin son yıllarda dış politika ve savunma sanayiinde attığı güçlü adımlar Yunanistan’ı ziyadesiyle rahatsız ediyor. Batılı devletlerin güdümünde, ekonomisi zayıf ve iç sorunlarla sürekli meşgul olan Türkiye görüntüsü, Atina’nın en sevdiği portrelerden birisi. Batılı devletlerden emir ve talimat alan, dış politika kararlarını kendisi belirleyemeyen, PKK, Ermeni ve Kıbrıs meselesi dışında manevra alanı bulunmayan bir Türkiye’nin varlığı, Yunanistan için her zaman bir avantaj olarak görülmüştür. Bunun birçok nedeni var. Ancak içlerinden en önemlisi, iki ülke arasında devam eden ve her geçen gün büyüyen sorunlar.

Atina’nın adaları silahlandırması başlı başına büyük bir sorun. Uluslararası hukukun ihlali yanında iyi komşuluk ilişkilerine de aykırılık teşkil ediyor. Dahası adaların silahlandırılması, Türkiye’nin milli güvenliğini doğrudan hedef alma özelliği taşıyor. Yunanistan’ın Doğu Ege adalarının gayri askeri statüsünü ihlal ettiği çok açıktır. Bu durum somut delillerle ispatlanabilir düzeydedir. Bu ihlaller sadece Türkiye’nin milli güvenliği için tehdit oluşturmuyor aynı zamanda uluslararası barışı da tehdit ediyor. İki ülke arasındaki en büyük sıkıntı, Yunanistan’ın kıta sahanlığının sınırlandırılması ihtilafı dışında birbirleriyle bağlantılı diğer Ege Denizi ihtilaflarını yok saymasından ileri gelmektedir. Bu yüzden Yunanistan kıta sahanlığı dışındaki tüm ihtilafları görüşmekten kaçınmakta, çözüm için hem diyaloğu hem de uluslararası yargı yolunu koyduğu çekincelerle tıkamaktadır.

Basit ve köksüz bir izahat

İşin ilginç tarafı Yunan hükümetinin tüm olan biteni bilhassa Türkiye’nin son dönemde Yunanistan’a karşı attığı adımları, Türkiye’deki seçimlerle ve Türk ekonomisindeki sorunlarla izah etme çabasıdır. Buna göre Türk hükümeti, “Yunanistan üzerinden Türkiye’nin gündemi değiştirmeye” çalışmaktadır. Bu, oldukça basit ve köksüz bir izahattır. Zira Ege Denizi’ne ilişkin uyuşmazlıkların tarihi bir hayli eskiye gitmektedir. Buna rağmen Yunan hükümeti bilinçli bir çarpıtma stratejisi izleyerek uyuşmazlıkların ehemmiyetini ortadan kaldırma, Türkiye’nin tezlerini sulandırma çabasındadır. Nitekim Türkiye’nin Birleşmiş Milletlere (BM) 13 Temmuz ve 30 Eylül 2021 tarihlerinde yolladığı mektuplar başta olmak üzere yakın geçmişte yer alan buna benzer birçok itiraz, gerilimin güncel siyasetin dışında olduğunu ve bu bağlamda meselenin Yunan hükümetinin 1923 Lozan ve 1947 Paris Barış Antlaşmalarını ihlal etmesinden ortaya çıktığı kolaylıkla anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla iki ülke arasında artan tansiyonun temel nedeni, Yunan hükümetinin uluslararası hukuku çiğnemesidir.

Türkiye açık bir şekilde Ege Denizi’nde barışı ve istikrarı zedeleyen tüm sorunların hukuki zeminde çözüme kavuşturulmasından yana olduğunu defaatle hem BM’ye hem de Yunanistan’a iletmiştir. Ancak Atina her defasında Ankara’nın bu talebine itiraz etmiştir. Atina’ya göre Yunanistan’ın kıta sahanlığı dışında herhangi bir konuyu Ankara’yla müzakere etmesi düşünülemez. Çünkü kıta sahanlığı uyuşmazlığı dışındaki tüm konularda Yunanistan kayıtsız şartsız haklıdır. Bu düşünceden dolayı Yunan hükümetleri iki ülke arasındaki meseleleri hukuki zeminden uzaklaştırma ve güncel siyasi olaylara hapsetme eğiliminde olmuşlardır. Halbuki yukarıda da bahsedildiği üzere meselelerin kaynağında Yunanistan’ın hukuk ihlalleri yatmaktadır.

Algı oluşturma çabası

Yunanistan’ın hukuken haksız olduğu su götürmez bir gerçektir. Nihayetinde Lozan ve Paris Antlaşmalarının hükümlerinin bariz bir şekilde ihlal edildiği çok açıktır ve belgelerle de sabittir. Atina da bunun farkındadır. O nedenle Türkiye’nin meseleyi hukuk sahasına çekmesinden rahatsızlık duymaktadır. Bu yüzden iki ülke arasındaki tartışmaları hukuk zemininden uzaklaştırıp, siyasete çekme taraftarıdır. Bu uğurda uluslararası konjonktüre uygun birtakım söylemler geliştirip uluslararası toplumu etkilemeye ve kendi yanına çekmeye çalışmaktadır. En büyük hedefi, “Türkiye Yunanistan’ın egemenliğini ve toprak bütünlüğünü sorguluyor, Yunanistan’ı tehdit ediyor” şeklinde bir algının uluslararası toplumda karşılık bulması ve böylelikle Türkiye üzerinde siyasi baskı oluşturmaktır.

Bu iddiaların asılsızlığı aşikardır. Esas mesele, Yunanistan’ın silahsızlandırma yükümlülüklerini ihlal etmesi ve bu durumu küçümsemeye ve önemsizleştirmeye çalışmasıdır. Şurası çok açık ki bir ülkenin güvenliğini ve uluslararası barışı tehdit eden en önemli eylem biçimlerinden birisi silahsızlanma hükümlerine rağmen silahlanmadır. Tarihte bu yönde birçok örnek bulmak oldukça kolaydır. Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı hukuksuz bir şekilde silahlanma sürecine girdiği herkesin malumudur. Ayrıca Yunan hükümetinin hukuk zeminine yanaşmadığı, müzakere ve diyalog kapılarını da kapattığı göz önüne alındığında, Yunanistan’ın savaş koşullarına sürüklendiği rahatlıkla söylenebilir. Yunanlı siyasilerin, askerlerin ve gazetecilerin Türkiye’ye karşı usanmak bilmez savaş çığırtkanlığı yapması da bu tespiti ziyadesiyle güçlendiriyor.

Açıkça belirtmek gerekirse Yunanistan tek başına asla ve asla Türkiye’ye karşı bir savaşa girmeyi göze alamaz. Böyle bir saldırıyı yürütebilecek ne askeri gücü ne de ekonomik bir gücü söz konusu. Onunkisi havanda su döğmekten öte değil. Peki neden böyle bir söylemin takipçiliğini yapıyor? Bunun iki nedeni olduğu söylenebilir. Birincisi, “saldırıya uğrayabilecek bir ülke” imajı üzerinden hem uluslararası toplum hem de uluslararası aktörler nezdinde siyasi güç ve itibar kazanmayı planlıyor. Bu bağlamda Ukrayna için oluşan hassasiyetten kendisine de pay çıkarmanın hesabı içerisinde. İkincisi ise Türkiye’ye karşı güçlü bir cephe oluşturmak. Bu sayede bir taraftan Türkiye’nin imajını karalamayı diğer taraftan da Türk dış politikasını sınırlandırmayı hedefliyor. Atina’nın amacı böyle davranarak Ege Denizi’nde oldubittiyle meydana getirdiği de facto durumları hem çoğaltmak hem de onları süreye yayarak meşru hale getirmek. Kısacası Yunan hükümeti savaş çığırtkanlığı yaparak Türkiye’ye karşı yeni alanlar kazanmanın peşinde koşuyor.

Atina’nın takip ettiği stratejinin çok yönlü olduğuna hiç şüphe yok. Bir başka ifadeyle Yunan hükümeti kopardığı savaş gürültüsüyle Ege, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’da Türkiye’ye karşı kazanımlar elde etmenin hesaplarını güdüyor. Mesela Atina’nın birinci hedefi, Türkiye’yi Libya’dan uzaklaştırmaktır. Zira Türkiye’nin Libya’dan uzaklaşması Türkiye’nin hem Doğu Akdeniz’de hem de Ege Denizi’nde üstünlüğü Yunanistan’a bırakması anlamına gelir. Geçtiğimiz haftalarda ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile görüşen Yunanistan Başbakanı Miçotaskis’in, ABD’den Trablus hükümetine Atina ile masaya oturması için baskı yapmasını istediğinin ortaya çıkması, bu durumu kanıtlıyor.

Yunan hükümeti, üç koldan Ankara’ya baskı yaparak Türkiye’ye karşı üstünlük kazanabileceğini varsayıyor. Öncelikle iyi bir seviyede olmayan Türk-Amerikan ilişkilerinden istifade etmek istiyor. Bununla birlikte Türkiye-Avrupa Birliği gerginliğinden siyasi rant kazanabileceğini umuyor. Son olarak da Türkiye’ye karşı Arap, İsrail, Ermeni ve PKK kartını devreye sokmaya çalışıyor. Atina’nın üç koldan Türkiye’ye baskı uygulamasının amacı, Türk dış politikasını kendi istediği sınırlar içerisinde tutmak ve şekillendirmek. Az önce vurgulandığı üzere Yunanistan, siyasi koalisyonlar yoluyla oluşturabileceği yeni güç mekanizmalarıyla Türkiye’den fiili ve hukuki kazançlar elde etmenin peşinde yoğun bir mesai harcıyor.

Oyalama taktiği

Yunanistan’ın bu tavırlarının dünyadan çok ciddi tepki görmemesinin ana sebebi, Yunanistan’ın haklılığı veyahut Türkiye’nin haksızlığı değildir; Türkiye’nin çok yönlü ve Ankara merkezli izlediği dış politikayla birçok devletin çıkarını zedelemesidir. O yüzden savaşa yol açmadıkça Türk-Yunan gerilimi makul karşılanmaktadır. Batı için Yunanistan her zaman Türkiye’yi oyalayacak, onun enerjisini sömürecek bir araç olarak görülmüştür. Halbuki aslolan Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin geliştirilmesidir. Her iki ülkenin enerjisini iş birliğine yöneltmektir. Fakat bu vaziyet birçok devletin çıkarlarına aykırı bulunduğu için iki ülke her zaman çatışmanın eşiğinde tutulmak istenmiştir. Yunan hükümetleri de bugüne kadar Batı’da kurgulanan ya da tasarlanan bu siyasi değirmene su taşımaktan kaçınmayarak Türk-Yunan ilişkilerinin yumuşama ve ardından da iş birliği sürecine girmesini engellemiştir.

Elbette Türk-Yunan gerilimi savaş ihtimalinin dışında değildir. Ancak bu oldukça zor bir olasılıktır. Bir defa her iki ülkenin kamuoyu savaşa taraftar değildir. Dahası her iki taraf, savaşı makul bir çözüm yolu olarak görmemektedir. Olası bir savaş halinde ise Yunanistan’ın Türkiye karşısında yalnız kalacağı çok açıktır. Ne kurduğu ilişkiler ne yaptığı anlaşmalar ne de satın aldığı silahlar Yunanistan’ı onur kırıcı bir hezimetten alıkoymaya yeter. Bu nedenle Yunan hükümetinin ve toplumunun sağduyulu davranması tarihi bir sorumluluktur.

ismailshn@gmail.com

https://www.star.com.tr/acik-gorus/yunanistanin-derdi-savas-degil-imaj-haber-1748769/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın