İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir Atsız, iki Abdülhamid (3)

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Mustafa Armağan

Birinci Dünya Savaşı’nda düşman donanması Çanakkale Boğazı’nı zorlarken ve durum buhranlı iken, hükümetin Anadolu’ya taşınması düşünülmüş ve o zaman Beğlerbeği Sarayı’nda münzevî bir hayat yaşayan Abdülhamid’e, kardeşi V. Mehmed tarafından bir heyet gönderilmişti. Bu heyet, sonradan paşa olan Talât Beğ’in başkanlığında idi ve durumu anlatarak Anadolu’ya geçmenin zaruretini söyleyecekti. Abdülhamid, heyeti sükûnetle dinledikten sonra şunları söyledi: “Ceddim Fatih Hazretleri İstanbul’u alırken son Bizans İmparatoru şehirden kaçmayı düşünmemiş, ordusu başında ölmüştür. Biz, Bizans imparatorları kadar da mı olamıyoruz ki bu şehri bırakmayı düşünüyoruz? Osmanlı Hanedanı İstanbul’u terk ederse bir daha oraya dönemez. Muhterem biraderime söyleyin: İstanbul’dan bir adım bile dışarı atamam!” Abdülhamid, öldüğü zaman, kendisine yapılan içten gelen muhteşem tören, onun hâtırasına karşı ve uğradığı haksızlıkları tamir için gösterilmiş bir saygı idi. Bu hazin törende eski düşmanları olan ve kendisini tahttan indiren İttihatçıların iki büyük siması, Talât Paşa ve Enver Paşa, hüngür hüngür ağlamışlardır. Sultan Hamid, gaflet ne kelime, en uyanık ve şuurlu insandı. Yıldız tepesinden tek başına Osmanlı İmparatorluğu’nu idare etti. Okullar, yollar ve ilmî yayınlar ile onu yüceltmeye uğraştı. Kuvvetli kurmay subaylar hazırladı. Ermenileri sindirdi. Balkan milletlerini birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerine engel oldu. Avrupa devletlerini kukla gibi oynattı. Türkiye’de ve Avrupa’da kuş uçsa haberi olurdu. İngiliz entellijensini gölgede bırakan bir haber alma şebekesi kurmuştu. Değerli insanları korudu. Para ile düşmanlarını kul haline getirdi. Çok namuslu idi. Kadınları asla devlet işlerine karıştırmadı. Kan dökmedi. Kimsenin ekmeği ile oynamadı. Böylelikle 33 yıl, içten güçsüz ve dıştan tehlikelerle çevrili imparatorluğu ayakta tuttu. İslâm dünyası üzerinde öyle bir otorite kurdu ki, Avrupa devletleri bu nüfuzdan çekinir oldular. Onun kudreti sayesinde İstanbul ve Rumeli Hıristiyanları Türklere karşı bir aşağılık duygusu içinde idiler. Her ay yüzlercesi, kendi istekleriyle, Müslüman oluyorlardı. Tahttan indirilmese ve aynı otorite ile devleti on yıl daha idare etseydi Balkan Savaşı çıkmayabilir, Türkiye Birinci Dünya Savaşı’na girmez ve bu suretle imparatorluk kaybedilmezdi. Sözün kısası, II. Abdülhamid, gafletin ve bîçareliğin zıddı ne ise, onun en muhteşem temsilcisidir.” 

Fark ettiniz elbette. Bu defa müellifin elindeki kalemin kanatları kılıçlaşmış, ifadeler alabildiğine keskinleşmiş, tavır haddeden geçip netleşmiş, istikamet ayan beyan ortaya konulmuş. İlkindeki “Abdülhamid o kadar fena bir pâdişah değildi” cümlesindeki apolojetik tavır gitmiş, kılıcını çekmiş bir Atsız yazısı çıkmıştır ortaya. 

1942 Temmuzundaki siyasî baskının sıkı sıkıya kapattığı düdüklü tencerenin kapağı patlamış, kalem rahatlamış ve kanatlanmış, çeyrek asır önce “o kadar da fena bir padişah değildi aslında” dengeciliği yerini “II. Abdülhamid, gafletin ve bîçareliğin zıddı ne ise, onun en muhteşem temsilcisidir” nihai hükmü almıştır. 

Gerçekte en sıkı dönemlerde bile sözünü budaktan esirgemeyen bir kalem olan Atsız’ın savaş çanlarının çaldığı Temmuz 1942 Türkiye’sinde fikrini ihtiyatlı bir dille getirmesini anlayabiliyoruz.  

Öte yandan; Türkiye’nin çok partili hayata girmesinden sonraki rahatlama ortamında kaleme aldığı bir başka Sultan Abdülhamid metni ise Ocakdergisinin 11 Mayıs 1956 çıkan 11. sayısındaki Abdülhamid Han (= Gök Sultan) başlıklı nispeten daha uzun yazısıdır ki, Tanrıdağı dergisinde çıkan ilk okuduğunuz yazıdan sonraki rahatlama ve silkinişin derin izlerini taşır. Ocak’taki 1957 tarihli metnin yazının Türk Tarihindeki Meseleler’deki düzenlemede esas alındığı düşünülebilir. Onu da okumak faydalı olacaktır:

Abdülhamid Han (= Gök Sultan) 

TOPLUMUN en büyük haksızlığına uğramış tarihî şahsiyetlerden biri, II. Abdülhamid’dir. Kendisinden önceki devirlerin ağır yükünü omuzlarında taşıyan, en güvenebileceği adamların ihanetine uğrayan ve dağılmak üzere olan içi dışı düşman dolu bir imparatorluğu 33 yıl sırf zekâ ve hamiyeti ile ayakta tutan bu büyük padişah kaatil, kanlı müstebit, kızıl sultan, cahil ve korkak olarak tanıtılmış, daima aleyhinde işleyen bu propagandanın tesiriyle de böyle tanınmış talihsiz bir insandır. Daha ilkokul sıralarında belirli bir propagandanın te’sirinde kalmaya başlayarak, yaşları ilerledikçe aynı telkinler ile büyütülen nesillerin, o propagandanın yalanlarını bir gerçek gibi benimsemelerinden tabiî ne olabilir? 

Öğren yavrum ki On Temmuz bayramların en büyüğü, 

Esir millet böyle bir gün zincirini kırdı, söktü. 

Ondan evvel geçen günler, bilsen yavrum ne siyahtı. 

Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı; 

Hâlbuki o zaman sultan, insan değil, canavardı, 

Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bîzârdı! gibi saçmalar, kim bilir hangi kırılası kalemlerle yazılarak okuma kitaplarına geçiyor, körpe beyinlere Sultan Hamid düşmanlığı aşılıyordu. Bu düşmanlığı aşılayanlar ilk önce İttihatçılar, yâni hürriyet kahramanları(!) yâni Sultan Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu 10 yılda dağıttıktan sonra memleketten kaçan kişilerdi. İttihatçılardan sonra da Ermeniler, Rumlar, Yahudilerdi. Yâni, yabancıları işe karıştırarak Türkiye’yi batırmak için Osmanlı Bankası’nı basan, Anadolu’da kargaşalık çıkaran ve Avrupa’nın gık demesine meydan vermeden Sultan Abdülhamid tarafından tepelenen Ermeniler; yani Balkanlar’a saldırıp karışıklık çıkarmak ve yine yabancıların da işe karışması ile Türkiye’yi parçalamak isterken Sultan Hamid tarafından 1897’de tepelenen Yunanlılar (ve bizdeki adı ile Rumlar); ve Filistin’de bir Yahudistan kurmak teşebbüsleri Sultan Hamid tarafından önlenen Yahudilerdi. Sultan Hamid, bin türlü siyasî tertiple bu azınlıkların azgınlıklarını yere sererken, onlarla birleşerek padişahı tahtından indiren kabadayılar: 

Türk, Musevi, Rum, Ermeni, 

Gördük bu rûz-ı rûşeni! şarkısının, bu unutulmaz ahmaklık ve ihanet bestesini söyleyerek meydanları çınlatıyor, Birinci Dünya Savaşı ile mütarekesine kadar Musevi, Rum, Ermeni vatandaşların nasıl bir “rûz-i rûşen” beklediklerini anlamamak, anlayamamak gibi bir alıklıkla bir imparatorluğu idare ettiklerini sanıyorlardı.

(Devam edecek)

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/bir-atsiz-iki-abdulhamid-3-40551.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın