Müslümanlaştırılmış Ermeni gruplarından kimileri takip eden kuşaklar boyunca Ermeniliklerinin veya Ermeni köklerinin bilincindeyken, kimileri son 20-25 senelik süreç içinde bu köklerini fark ettiler. Fark edenlerin bu köklere tepkileri de farklılıklar gösterdi.
Geçen hafta Agos’ta, Adıyamanlı Ermenilerin HAYDER isminde bir dernek kurdukları haberi vardı. Bu tür hemşehri derneklerinin kurulması memnuniyet verici, çünkü bunlar âdeta yanmış, kül olmuş bir ormandaki hayat belirtileri gibiler. Anadolu Ermenilerinin üzerinden geçmiş, onları tarihsel topraklarından koparmış büyük soykırım felaketine rağmen bu topraklardaki varlıklarının –eskiyle kıyaslanmayacak durumda olsa da– bir şekilde sürdüğünün kanıtı bunlar.
Tabii, Anadolu’daki Ermeni varlığı dendiği zaman konuşulması gereken bir başka grup da Müslümanlaştırılmış Ermeniler. Kimi zaman ‘Müslümanlaşmış Ermeniler’ olarak adlandırılsalar da, kanımca bu tabir eldeki durumu tarif etmiyor, çünkü hayatın olağan akışı içinde kimi bireylerin manevi sebeplerden ötürü belli bir dinden başka birine geçmesinden bahsetmiyoruz. Bu toplu bir vaka ve zorunlu. Özellikle 1894-1896 katliamları ve daha sonra soykırım sürecinde canlarını kurtarmak için din değiştirmek zorunda kalan Ermenilerden bahsediyoruz. Başka bir deyişle, yetişkinler olarak, hür iradeleriyle yaptıkları değerlendirme sonucunda, tamamen kendi tercihleri olarak din değiştirmiş değiller; bu manevi bir iç hesaplaşmanın değil, dış baskıların sonucu. Dolayısıyla, onlar için ‘Müslümanlaşmış’ değil ‘Müslümanlaştırılmış’ Ermeniler demek daha doğru. Tabii, bu söylediğimiz, daha ziyade bir ailenin ilk din değiştirenleri için söz konusu. Bugün onlardan sonraki belki üçüncü, belki dördüncü kuşak yaşıyor. Onların arasında samimi, dindar ve inançlı Müslümanlar olabilir, nitekim var. Fakat bu durum, ilk kuşağın Müslüman olmak zorunda kaldığı şartları değiştirmiyor.
Yaklaşık 20 yıl öncesine kadar bu konu tamamen bir tabuydu. Bu tabuyu yıkan en önemli çalışmalardan biri, Fethiye Çetin’in 2004’te yayımlanan ‘Anneannem’ isimli kitabı oldu. Bu çalışmayı, Fethiye Çetin ve Ayşe Gül Altınay’ın Müslümanlaştırılmış Ermenilerin torunlarıyla konuşarak derledikleri ‘Torunlar’ kitabı takip etti. Kasım 2013’te Hrant Dink Vakfı, iki gün boyunca Müslümanlaştırılmış Ermeniler üzerine tebliğlerin sunulduğu bir konferans düzenledi. Bu tebliğler daha sonra, ‘Müslümanlaş(tırıl)mış Ermeniler: Konferans Tebliğleri’ başlığıyla, kitap olarak basıldı. Bu kitaptaki yazılardan konunun ana hatlarına dair temel bilgileri edinmek mümkün.
Müslümanlaştırılmış Ermeni gruplarından kimileri takip eden kuşaklar boyunca Ermeniliklerinin veya Ermeni köklerinin bilincindeyken, kimileri son 20-25 senelik süreç içinde bu köklerini fark ettiler. Fark edenlerin bu köklere tepkileri de farklılıklar gösterdi. Kimileri, Ermeni olmanın Türkiye’de insanın başına ancak bela getireceğini bildiklerinden ya da bu kökler konusunda özel bir hissiyat veya hassasiyet taşımadıklarından olsa gerek, böyle bir bilgi hiç açığa çıkmamış gibi davranmayı tercih ettiler, görmezden geldiler ve hayatlarına eskisi gibi devam ettiler. Kimileri de bu yeni bilgiye, Ermeni köklerine ilgi duydular, daha fazla öğrenmek istediler. Hatta kimliğin en önemli unsurları olarak kabul edilen dil ve din söz konusu olduğunda o köklere dönmeye çalıştılar, yani Ermenice öğrendiler, Hıristiyan oldular. Bir üçüncü grup ise geçmiş kökleri ile şu anda taşıdıkları kimliği bağdaştırma yoluna gittiler, yani hem Ermeniliği hem Müslümanlığı kabullendiler ve kendilerini ‘Müslüman Ermeniler’ olarak tarif ettiler. Gel gelelim, birçok durumda bu son grup ne Ermeniler, ne Müslümanlar tarafından tam olarak benimsendi. Tabirin neredeyse düz manasıyla ‘iki dinden avare’ oldular.
Zaten Ermeniliği öteden beri hem kendileri, hem de çevreleri tarafından bilinenler, çoğu durumda ‘gâvur’ olarak adlandırılmaya devam ettiler. Ümit Kurt ve Murad Uçaner’in, yukarıda zikrettiğim konferans tebliğleri kitabında bulunan Besneli Ermeni yetimlerin hikâyesini anlattıkları makalelerinin araştırma aşamasında konuştukları, böyle bir aileye mensup bir kişi şöyle diyor: “1971’de beş yaşında bir çocuğum. Mahallede oynuyorum… Kırk sene geçmiş, hâlâ bu mesele konuşuluyor (…), hâlâ ‘gavur’ damgası yiyoruz.” Beri yandan, hepimiz biliyoruz ki bu kişilerin Ermeniler tarafından kabul görmesi de kolay olmuyor, Ermenilikleri sorgulanıyor. Nitekim, aynı kişi “Müslümanların içine giriyorsun, ‘gavur’ diyorlar, Ermenilerin içine giriyorsun, ‘kılıç artığı, Dacig’ diyorlar. Şimdi bu insanlar ne yapsın?” diyerek, bir nevi isyanını dile getiriyor.
Karmaşık bir konu olmakla birlikte, kimlikleri belli kalıplara veya beklentilere hapsetmemek gerekiyor. Bu bağlamda, “Müslüman Ermeni olmaz” diye kestirip atmamak gerekir. Sonuçta hayat sonsuz imkânları olan, karmaşık bir süreç; farklı varoluş şekillerine ve tecrübelere alan açmak gerekir.
https://www.agos.com.tr/tr/yazi/27741/muslumanlastirilmis-ermeniler
İlk yorum yapan siz olun