İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir Atsız, iki Abdülhamid (2)

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Mustafa Armağan

İmlasına varıncaya kadar aynen aktardığımız 1942 metninde o devre göre cesurane ama yine de dikkatli, ihtiyatlı, teennili bir dil kullanıldığı gözden kaçmıyor. Son iki cümle yazıdaki umumi tavrın bir özeti mahiyetinde: “Abdülhamid o kadar fena bir pâdişah değildi. Yâni bu kadar fena gösterilmek istenen Abdülhamid bile gafil ve biçâre değildi.” 

Şimdi Atsız’ın aynı yazıyı künyesini vererek sanki aynı yazı imiş gibi, yani genişletip tadile tabu tuttuğunu, bu arada bazı kısımlarını da çıkardığını söylemeksizin aynen 1966 yılında Türk Tarihinde Meseleler adlı kitabına aldığı şekliyle okuyalım:

Atsız çeyrek asır sonra Sultan Abdülhamid’i nasıl anlattı?

“II. Abdülhamid: Söylendiği ve yazıldığı gibi kötü bir hükümdar değil, aksine büyük ve dâhî bir imparatordur. Onun hakkında, henüz, bütün belgeleri gözden geçirerek hazırlanmış tarafsız bir inceleme yapılmamıştır. 1908 Meşrutiyetinden beri “Vur abalıya!” kabilinden aleyhine söyleyip yazmak moda olduğundan Abdülhamid’in görülmedik derecede fena, kan dökücü bir padişah olduğu inancı uyanmışsa da, bu, tamamen yanlıştır. Sultan Hamid’in fena olduğunu yazanlar, onun düşmanları olan İttihatçılardır. Yani Abdülhamid’in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu batırıp memleketten kaçanlardır. Abdülhamid, kendini savunmamış ve zaman onu haklı çıkarmış olduğu için bugün bir mazlum haline gelmiştir. II. Abdülhamid’in haricî ve malî siyaseti dâhiyane, maarif ve bayındırlık siyaseti mükemmeldi. Büyük Avrupa devletlerini birbirine düşürerek Türkiye aleyhine birleşmelerini başarı ile önledi, Avrupalı siyaset adamlarından, elçilerinden, gazetecilerinden para ile elde ettiği adamlar sayesinde, Batılıların hakkımızdaki karar ve düşüncelerini her zaman vaktinde öğrendi, bu kararları bozmanın ve önlemenin yollarını buldu. Denilebilir ki II. Abdülhamid, Avrupa devletlerini avcunda tutmuş ve onları istediği gibi oynatmıştır. Malî siyaseti de böyledir. Sultan Aziz çağında alınan borçların üçte ikisini ödemiştir. Geriye kalan üçte birinin ödenmesi Cumhuriyet zamanının ortalarında tamamlanmıştır. Abdülhamid zamanında paramızın değeri yüksekti. Yüz kuruşluk lira 108 kuruşa geçiyordu. 33 yılda aşağı yukarı, hiçbir şeyin fiyatı değişmemiştir. Bazı aylar aylık verilemediği halde, memlekette açlık ve sefalet denilen şeyler bilinmiyordu. Abdülhamid zamanında açılan okullar ile yapılan ilmî yayınlar, şaşılacak kadar çoktur. Sicill-i Osmanî, Kaamûsü’l-Âlâm, Kaamûs-i Türkî, Lehçe-i Osmânî gibi hâlâ ilk elde başvurduğumuz ana kaynaklar bu zamanda yayınlanmıştır. Sonra, padişah olur olmaz Hamidetü’l-Usûl adı ile tarih metodolojisine ait bizdeki ilk eseri hazırlatması çok dikkate değer. Abdülhamid’e en büyük kusur olarak, Meclis-i Meb’ûsân’ı kapatması gösterilmektedir. Hâlbuki Meclis-i Mebûsân’ı kapatması Sultan Hamid’in en uzak görüşlü, milliyetçi ve dâhiyane hareketlerinden birisidir. “Meclisi kapattı, antidemokratik hareket etti, müstebit padişahtı!” teranesi, sathî görüşlülükten ve demagojiden başka bir şey değildir. Bu meclis kapanmasa ne olacaktı? Osmanlı İmparatorluğu medeniyet yolunda en üst dereceye mi çıkacaktı? Aksine, Türkiye İmparatorluğu XIX. yüzyılın sonunda batacak ve büyük bir ihtimalle, o zaman daha geri bir kültür seviyesinde bulunan Anadolu’yu kurtarmak da mümkün olmayacaktı. Çünkü o zaman 30.000.000 nüfuslu imparatorlukta 10.000.000 Türk, 12.000.000 müslüman gayrıtürk, 8.000.000 da hıristiyan gayrıtürk vardı. Yani Türkler nüfusun ancak üçte birini teşkil ediyordu. Hıristiyan unsurlar kültür bakımından Türklerden ileri idi. Rusya ve diğer Avrupa devletleri tarafından korunuyorlardı. Avrupa’da okumuş aydınları çoktu. Arap nüfusu da kültür bakımından Türklerden geri değildi ve Arap milliyetçiliği, hattâ halifeliği Türklerden almak fikir ve düşüncesi başlamıştı. Bu şartlar altında çalışacak bir meclisten acaba ne gibi kanunlar çıkabilirdi? İmparatorluğu parçalamak için bütün imkânlar hazırlanmaz, Türklük aleyhinde kanunlar çıkmaz mı idi? Mecliste temsilcileri bulunan bütün unsurlar, daha sonra örneklerini gördüğümüz azgınlıklara hemen başlamaz mı idi? İçinde 1.5 milyon Ermeni’nin de temsilcileri bulunan bir meclis olsaydı, acaba, Ermeni hâdisesi olduğu zaman Sultan Hamid, Avrupa’nın gözü önünde rahat rahat tarihî vazifesini yapabilir miydi? Bütün bunları ve diğerlerini düşünmeden hüküm vermek, elbette ki, insanı yanlış sonuçlara götürür. II. Abdülhamid, Meclis’i kapattıktan sonra boş durmadı. Açtığı okullarda Türk halkını yetiştirmeye çalıştı. Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşlarının bütün kumandanları Abdülhamid’in yetiştirmeleridir. Sultan Hamid’in kanlı bir hükümdar ve bir “kızıl sultan” olduğu hakkındaki iddialar da iftiradır. O, ancak, bu vatanı parçalamak isteyen Ermeniler için bir kızıl sultandır. 

   Vatan düşmanları için kızıl sultan olan Abdülhamid, bizim için, olsa olsa, “ak sultan” olabilir. Hürriyetçi Tıbbiye ve Harbiye öğrencilerini denize attırdığı söylentilerinin iftira olduğu da anlaşılmıştır. Sultan Hamid, siyasî idam yaptırmamıştır. Kendisine suikast yapanları bile bağışlamıştır. Mithat Paşa’yı Abdülhamid’in öldürttüğü hakkındaki isnad, tarih bakımından müsbet değildir. İngilizler tarafından kaçırılırken Mekke şerifinin vurduğu yolundaki söylentinin de iyice incelenmesi gerekir. Sultan Hamid’in verdiği en büyük ceza sürgündü. Sürgünlere de aylık bağlardı. Namık Kemal’in mezarını yaptırmak büyüklüğünü de göstermiştir. 1908’de Meclis açılıp mebuslarla konuştuğu zaman: “Geçen Meclis’teki gayrimüslim mebusların hemen hepsi Avrupa’da tahsil görmüş insanlar olduğu halde bizimkilerin çoğu ümmî idi. Bu haliyle mebuslarımız gayrimüslimlerin tezviratına ve devleti baltalamasına mukavemet edemezlerdi. Otuz yıldır birçok mektepler açarak müslüman halkı aydınlatmaya çalıştım. Bilmem, kâfi gelecek mi? Allah muvaffak etsin!” demesi doğru görüşüne delildir. Bunun doğruluğunu anlamak için 1908 Meşrutiyet Meclisi’ndeki gayrıtürk unsurların küstahça hareket ve sözlerini hatırlamak yetişir. İttihatçıların ve yamaklarının propagandası ile Sultan Abdülhamid, âdeta, Türklük düşmanı haline getirilmiştir. Hâlbuki o, Türklüğü bir silâh olarak kullanmış, Orta Asya Türkleriyle de ilgilenmiş ve ömrünce ancak Söğüt’teki Karakeçililerden kurulan Hassa Ertuğrul Alayı’na güvenmiştir. Bir gün, saray bahçesindeki hademelere iş gördürürken, içlerinden birisinin beceriksizliğine kızarak ona: “Eşek Türk!” diye bağıran ve galiba Arnavut olan saray memuruna: “Ben de Türküm!” diye seslenerek o memurun korkudan bayılmasına sebep olmuştur. Millî şuuru kuvvetli olmasaydı, pencereden tesadüfen seyrettiği olayı görmemezlikten gelebilirdi. II. Abdülhamid’in şahane jestleri de vardır.   (Devam edecek)

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/bir-atsiz-iki-abdulhamid-2-40498.html

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın