Merakla beklenen Türkiye Yüzyılı programı açıklandı. Programın içeriğinin ne olacağı kamuoyunda epeyce bir merak uyandırmıştı. Beklentiler yüksekti. Açıklanan program beklentileri karşılayacak zengin bir içeriğe sahip. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı metin epeyce uzundu. Metnin içeriğinin çok geniş olması, önemli bazı hususların gözden kaçma riskini barındırdığını baştan söylemek gerekir.
Cumhuriyetin yeni yüzyılı için öngörülen mottonun “Türkiye Yüzyılı” olarak belirlenmesi bile başlı başına geleceğe yönelik olarak çok şey vadediyor. Program, farklı temalar etrafında çerçevelendirilmiş. İlk kısımlarda, yüzyılı tamamlanan Cumhuriyetin sıkıntı ve kazanımlarıyla birlikte sahiplenilmesi ve bu hususların neler olduğu önemli bir yer tutuyor. AK Parti iktidarları dönemine kadar, Cumhuriyeti demokrasi ile birleştirmekten kaçınan zihniyetin, milli iradenin üstünlüğünü bir türlü içine sindirememesi öne çıkan sorun başlıklarından biri olarak vurgulanmış. Bu alanda Menderes’in, Demirel’in, Ecevit’in, Erbakan’ın ve Türkeş’in milletin hayrına başlattıkları girişimlerin vesayet ve darbelerle engellendiğinin altının çizilmesi, aynı zamanda Cumhur İttifakı’nın bugün temsil ettiği geleneği belirginleştirmesi açısından önemli.
Cumhuriyetin ilk yüzyılında demokratikleşme, hak ve özgürlükler ve yatırım konularında atılması gereken adımların zamanında yapılmaması asırlık kayıpları beraberinde getirdiği için son 20 yıl içerisinde yoğun bir dönüşüm ve gelişim çabasını ortaya çıkardı. Kuşkusuz bu çalışmaların ve dönüşüm çabasının hızlı bir değişimi gerektirmesi, AK Parti’nin reform ve mücadele siyasetini birlikte yürütmesini zorunlu kıldı.
Son yıllarda AK Parti iktidarları farklı dönemlere ayrılarak tartışılıyor. Özellikle geçmişte AK Parti’yi destekleyen bir kısım çevreler ve AK Parti’den ayrılıp parti kuran siyasetçiler sıklıkla 2013 öncesi ve sonrası ayrımına dikkat çekiyorlar. 2013’e kadar AK Parti’nin demokratikleşme alanında önemli adımlar atarken, sonrasında otoriterleştiğini iddia ediyorlar.
Türkiye Yüzyılı vizyon belgesinde, bu ayrımın niçin sahici bir temele ve gerçekliğe isabet etmediğine ilişkin önemli argümanlar var. Kuşkusuz bu iddiayı dile getirenler, vesayetle mücadeleyi, dönüşüme karşı direnç siyasetini ve darbe ve işgal girişimlerini görmezden geliyorlar. 2013’e kadar başarılan dönüştürücü reformların kalıcı olabilmesi için mücadele siyaseti ve koruyucu yeni reformların hayata geçirilmesi zorunluydu. İstikrarsızlaştırıcı müdahalelerle devletin kurumsal yapısının çökertilmesinin bertaraf edilmesi için, başkanlık sistemine geçilmesinde olduğu gibi, koruyucu reformlara ihtiyaç vardı. 2013 sonrasında, mücadele siyaseti öne çıktığı için, koruyucu reformların mahiyeti yeterince anlaşılmadı.
Vizyon metninde ifade edildiği şekliyle; “inancından dolayı dışlanan Müslümanın, dilinden dolayı ayrımcılığa uğrayan Kürdün, meşrebinden ötürü baskı gören Alevinin ve haksızlığa maruz kalan bu toprakların evladı Hristiyan ve Yahudi’nin” vesayetle mücadele neticesinde telafi edilen kayıplarının tekrar heba olmaması için 2013 sonrasında koruyucu reformlar yapıldı.
Açıklanan metinde, “demokrasi ve kalkınma adımlarımıza çelme takılmaya çalışıldığında çözümü sadece milletin sinesinde, milli iradenin gücünde aradık” ifadesi tam da bu duruma işaret ediyor.
AK Parti iktidarları, kuşkusuz sadece içerde değil, aynı zamanda Türkiye’ye yönelik dışardan da yürütülen müdahalelere karşı mücadele etti. Bu müdahalelerin yoğunlaştığı dönemin 2013 sonrası olduğunu hatırda tutmak gerekir. Bu bağlamda, Ayasofya’nın tekrar Camii olarak hizmete açılmasının “küresel vesayete karşı gerçekleştirilmiş büyük bir meydan okuma olarak” vurgulanmasını gözden kaçırmamak gerekir.
Türkiye Yüzyılı programında yeni yüzyıla güçlü bir başlangıç çağrısı var. Bu çağrının paradigması iki temel bakış açısı üzerinden şekilleniyor. İlki, Türkiye’nin geldiği aşama ile ilgili. Gelinen noktada, devlet kapasitesini güçlendirmiş, zamanında yapılmamış ve gecikmiş yatırımlarını bu son 20 yıllık süreçte büyük oranda gerçekleştirmiş, yönetim sistemini siyasi istikrarı sağlayacak şekilde tahkim etmiş, kriz ve tehditlere karşı bünyesini güçlendirmiş ve ekonomisini büyütmüş bir ülke olarak Türkiye’nin gelecek yüzyıla hazır olduğu gerçeği vurgulanmakta. İkincisi ise dünyanın yeni ve hayati meydan okumalarla, kriz ve risklerle karşı karşıya olduğu dönemde, Türkiye’nin bu küresel krizi fırsata çevirebilecek güç ve kabiliyete sahip olması.
Türkiye’nin yeni kızılelmasının Türkiye Yüzyılı olabilmesi için “geçmişin tüm korku ve yoksunluklarından arınmış olmak” saptamasının altı çizilmeli. Bunun için mevcut yeni bir toplumsal sözleşme ve siyaset tarzı öneriliyor.
Yeni bir toplumsal sözleşme kuşkusuz, her şeyiyle milli iradenin ürünü olan yeni bir anayasa ile mümkündür. Bu konuda son 20 yıllık dönemde farklı siyasi yapı ve toplumsal kesimlerin çok geniş katılımlarıyla yeni anayasa tartışmaları yapıldı. Yeni anayasa arayışında aslında iyi bir hazırlık var. Geriye mutabakatın sağlanması kalıyor.
Yeni siyaset tarzı, üslubu ve işleyişiyle ilgili öneri; Türkiye yüzyılını, milli mutabakat zeminine dönüştürerek birlikte inşa etme çağrısıyla başlıyor. Bu çağrının içinde dikkat çeken en önemli temalardan biri, herkesin kendi yankı odasından çıkarak, birbirini dinlediği, birbirini anladığı, bir birine saygı duyduğu siyasi ortamın oluşturulması.
Türkiye Yüzyılı programında kapsayıcı ve kuşatıcı bir dilin olacağı medyaya yansıdığında, bu konu daha çok muhalefeti destekleyen medya mensuplarının programa davet edilmesi üzerinden tartışılmaya başlandı. Mevcut iktidarının böyle bir çağrıyı yapamayacağı farklı argümanlar üzerinden ifade edildi. Muhalefeti destekleyen medya mensuplarından programa katılacaklara mahalle baskısı uygulandı.
Açıklanan programın sadece belirli bölümlerinde değil aslında tümüne bakıldığında ana temanın Türkiye Yüzyılını birlikte inşa etme çağrısı üzerinden kapsayıcılık olduğu anlaşılıyor. Bu durumun istisnası ise, terör, şiddet ve nefret suçları.
Siyasi partiler, seçim dönemlerinde vizyon belgeleri, seçim beyannameleri açıklarlar. İktidara gelme ihtimali olmayan partiler, vaat siyasetinin sınırlarını çok geniş tutarlar. Hatta bir seçim öncesinde söylediklerinin tam tersini bir sonraki seçimde vaat edebilirler. Çünkü iktidara gelmedikleri için ne söyledikleri toplumsal hafızada yer tutmaz.
İktidarlar için ise verilen her vaat, ortaya konulan her vizyon belgesi bir sorumluluk gerektir. Yerine getirilmeyen vaatler sürekli hatırlatılır. AK Parti’nin 20 yıllık iktidarı düşünüldüğünde, daha önce ortaya koyduğu vizyonu ve vadettiği konuların önemli bir kısmını yerine getirdiği bir gerçeklik. Dolayısıyla, Türkiye Yüzyılı programı da aslında AK Parti’ye büyük bir sorumluluk yüklüyor. Açıklanan programın, Türkiye Yüzyılının bir silüeti olduğu, dolayısıyla da bu vizyon belgesinin genişletilerek geliştirileceği de açıklandı. Bu bağlamda 29 Ekim 2023’e kadar programın tartışılmasının istenmesi ve farklı kesimlerin kendi tekliflerini ortaya koyması çağrısının yapılması da önemli.
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/perspektif/nebi-mis/2022/10/29/turkiye-yuzyilinin-kodlari
İlk yorum yapan siz olun