İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Anadolu ve Pontus Rumlarının Akıbeti – Yakup Barokas

Kısa bir süre önce Yunanistan’da Grigoris Karantinakis’in yönettiği ve Mimi Dennisi’nin senaryosunu yazdığı “İzmir Sevgilim” (Smyrna, My Beloved) adlı, 1912 -1922 yılları arasında İzmir’de yaşanan olayların dramatik bir öykü formatında aktarıldığı bir  film izledim.

Filmin en çarpıcı son bölümünde alevler içindeki İzmir’den kaçmaya çalışan kalabalığı, mavnalardan denize dökülen ve boğulan insanları, yardım çağrılarını yanıtsız bırakarak körfezin açığında, bu dehşet verici görüntüleri  gemilerden izleyen İngiliz subaylarını görmekteyiz.  

İzmir’in Kurtuluşu – Rum Kırımı

Bir süre önce “İzmir’in Kurtuluşu”nun yüzüncü yılı İzmir’de bir milyon kişinin  katıldığı Tarkan konseriyle coşkulu bir şekilde kutlandı. Bu bir nevi Kemalist ve liberal muhalif kesimin güç gösterisiydi.

“İzmir’in Kurtuluşu”, 26 Ağustos’ta başlayan “Büyük Taaruz” harekâtının 9 Eylül 1922’de Türk ordusunun Yunan işgali altındaki İzmir’e girmesiyle sonuçlandı.

Yunanistan’da ise 1922 olayları “Etnik Rum Kırımı” veya “Büyük Felaket” diye nitelendirilmekte ve bu yıl birçok etkinlikle anılmaktadır. “İzmir Sevgilim” filmi de bu çerçeve içinde gerçekleştirildi.

Aralarında Burak Hakkı adlı oyuncunun da yer aldığı, Yunanistan sinema tarihinin en yüksek bütçeli filmi hakkında Google’da, Türkçe kaynaklarda, milliyetçi dozajı yüksek sert eleştirilere rastladım. Genelde devlet desteği ile çekilen bu filmin “skandal” nitelikte olduğu, tarihi gerçekleri saptırdığı, dünya kamuoyunu manipüle etmeye çalıştığı ifade edilmekte.[1]

Amacım bir film eleştirisi kaleme almak değil. Geçmişi sadece  resmi tarih penceresinden ve okul ders kitaplarında öğretilen bilgilerle değerlendirenlerin, “Rum Soykırımı veya Kırımı” kavramına karşı tepkili bir yaklaşım göstereceklerini biliyorum. Yandaş basın ise karşı çıktığı her türden görüş ve düşünceyi “skandal” olarak karalamakta ve işin kolayına kaçmaktadır. Kavramların başına “sözde” sözcüğünün eklenmesi ise usuldendir.

Türkiye’de Ayşe Hür üç ciltlik “Öteki Tarih”[2] adlı eserinde tarihi yeniden değerlendirmektedir. Keza Yunanistan’da da yeni tarih yazarları “Venizelos” dönemini yeniden eleştirel bir yaklaşımla kaleme almaktalar. İngilizlerin oyununa gelerek 1920 yılında Türkiye’ye karşı girişilen savaşta, Yunan ordusunun Anadolu’da Tokat yakınlarına kadar ilerlemesine yol açan modern Yunanistan’ın en önemli siyasetçisi “Megali İdaea[3] görüşünün savunucusu Eleftherios Venizelos[4] yeni tarihçiler tarafından en sert şekilde eleştirilmektedir.

Tarih sayfalarında bir yandan İngilizlerin kışkırtma ve desteğiyle Anadolu’yu işgal eden Rum ordusunun acımasız davrandığı, katliamlar gerçekleştirdiği, kısmen yerel halkın da buna katıldığı, diğer yandan da Pontus, Kapadokya, Ege ve Doğu Trakyalı 1,5-2 milyon arası Rum’un Anadolu topraklarındaki varlıklarının sonlandırıldığı ileri sürülmektedir.

Madalyonun İki Yüzü

Bu yazıdaki amacım tarihin bu acılı dönemini bir ölçüde daha yakından anlamaya, madalyonun iki yüzünü de görmeye çalışmaktır.

Rum Kırımı veya Rum Soykırımı, ile ilgili Wikipedia’da şu bilgilere rastlamaktayız.[5] Rum Kırımı, I. Dünya Savaşı esnasında  ve sonrasında Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşanan, hükûmetin ülkedeki Rum nüfusa karşı uyguladığı politikayla başlayan etnik temizliktir. Bu politika çerçevesinde çeşitli katliamlar, sürgünler ve hak ihlalleri gerçekleştirildi.

1922 İzmir Yangını sonrası

Pontus olarak bilinen Karadeniz bölgesindeki Rumların bir kısmı Rusya’ya kaçtı. 1923 yılında, Rum kırımı sonrasında Türk Kurtuluş Savaşı sonucu Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan mübadeleyle Anadolu Rumları Yunanistan’a gönderildi. Kırımın soykırım niteliği taşıyıp taşımadığı konusunda uluslararası akademik camiada fikir birliği yoktur.[6]

Venizelos Atatürk’ü Nobel’e aday gösterir.

Rum Kırımı’nda kaç kişinin öldüğü akademik bir tartışma konusudur ve dönem kaynaklarındaki eksiklikler ve taraflılıklar ölü sayısını belirlemeyi zorlaştırmaktadır. Savaş ve katliamlar üzerine uzmanlığı olan siyaset bilimci Rudolph Rummel, çeşitli kaynaklardan derlediği ve analiz ettiği verilerle 289.000 ile 450.000 arasında Rum’un öldüğü sonucuna ulaşmaktadır.[7] 

Yusuf Hikmet Bayur tarafından hazırlanıp Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanmış olan “Türk İnkılâbı Tarihi” adlı kitapta, 800.000 Ermeni’nin yanı sıra 200.000 Rum’un da katl ve tehcir yüzünden veya amele taburlarında öldüğüne dair bilginin doğru sayılması gerektiği aktarılmaktadır.[8]

O dönemin ABD Türkiye Büyükelçisi Henry Morgenthau, 200.000-1.000.000 Rum’un değişik bölgelerde grup halinde toplanıp iç bölgelere dağıtıldığını ancak Ermenilerden farklı olarak genel bir kırıma uğramadıklarını aktarmaktadır. Elefterios Venizelos ise Paris Barış Konferansı’nda 300.000 Rum’un yok edildiğini ve 450.000 Rum’un Yunanistan’a sığındığını ileri sürdü.[9]

Mübadele mi, Tehcir mi?

Liberal/sol aydın kesimde “Ermeni Soykırımı” son yıllarda giderek daha çok dillendirilmektedir. Bugün Türkiye’de Rumların sayısı iki binin altına düştü. Oysa Osmanlı Devleti 1914 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre Rumların nüfusu yaklaşık 1,8 milyon olarak kaydedilmektedir.

1914 yılının yaz mevsiminde hükûmet ve ordu yetkilileri tarafından desteklenen Teşkilat-ı Mahsusa, askerlik çağında olan Trakya ve Batı Anadolulu Rum erkeklerini amele taburlarına aldırdı ve bunların binlercesi telef oldu. Yüzlerce mil mesafeden İç Anadolu’nun içine sevkedilen bu askerler yol yapma, bina yapma, tünel kazma ve diğer saha çalışmalarında istihdam edildi. Hastalık, kötü muamele veya muhafızlar tarafından öldürülmeleri nedeniyle sayıları büyük ölçüde azaldı.

Hükümetin Rum nüfusa karşı yürüttüğü kampanyanın nedenleri arasında; bu nüfusun Osmanlı Devleti’nin düşmanlarına yardım edeceği korkusu, bazı Türkler arasında var olan, bir modern ulus devleti oluşturmak için bu devletin bütünlüğünü tehdit edebilecek grupların temizlenmesi gerektiğine dair inanç idi.  

Ne var ki, Kemalist kesimin hoşnut olmayacağı düşüncesi Türkiye’de Rum kırımının soykırım olarak nitelendirilmesinde temkinli davranılmasına yol açmıştır. Yunanistan’da soykırım tanımlaması da yakın tarihte gerçekleşti. 1994’te Yunanistan parlamentosu Pontus soykırımını resmen tanıdı. Ayrıca ABD’nin New Jersey, Güney Karolina, Florida, Massachusetts, Pensilvanya ve Illinois eyaletleri de bu soykırımı tanıdıklarını ilan ettiler.

Tanıma yönünde 1998’de Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan bazı girişimler ise sonuçsuz kaldı.

İsveç parlamentosu 2010 yılında 130’a karşı 131 oyla aldığı bir kararla Pontus Rum soykırımını Ermeni ve Süryani soykırımları ile birlikte tanımıştır. Görüldüğü gibi “Rum soykırımı” kavramı uluslararası bir tanınmışlık kazanmaktan uzaktır.

Mütareke kapsamında göç edenler

1922 yılına kadar Rumlar Anadolu’nun her yerinde yaşamaktaydılar. Örneğin 1922 yılında Foça’nın Rum sayısı 7.000’di, Manisa’da 22.000 Türk, 10.000 Rum, 5.000 Ermeni, 3.000 Yahudi, Çeşme’de 15.000 Rum, 2.000 Türk yaşamaktaydı. Silivri 25.000 nüfuslu bir kentti ve nüfusun 16.000’i Rum, 7.000 Türk, 2.000’i Yahudi, 1.000’i Ermeniydi.[10]

Sonuçta, 1914 yılından 1922 yılına kadar göçe zorlanan Rumların sayısının ne olduğu ve 1923 Lozan Barış Anlaşması’na  ek olarak yapılan sözleşme uyarınca “Mübadele” kapsamında Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyrukluların mecburi göçlerinin rakamları tam bilinmemektedir. Lozan’da 1,5 milyon Ortodoks ve 500 bin Müslüman’ın mübadeleye tabi tutulduklarından söz edilmektedir. Ancak Ortodoks Rumların kaçının mübadele öncesi yıllarda ülkelerinden sürüldüğünün tesbiti yapılamamaktadır.   

Pontus Rumlarının akıbeti

Anadolu Rumlarının Tehciri’nden söz etmek Türkiye’de güçlü Kemalist akım nedeniyle ne denli sorunluysa Pontus Rumlarının soykırımından söz etmek bir o kadar daha sıkıntılıdır.

Karadeniz boyunca uzanan Kuzey Anadolu sahilleri ve Anadolu’nun kuzeyindeki iç bölgeler Pontus bölgesi adını alır. Miletoslular Karadeniz’de koloni kuran ilk Yunanlılardı, MÖ 8. yüzyılda Sinop’u, daha sonra da Amasya’yı kurdular. Pontus bölgesi MÖ 64 yılında Roma İmparatorluğu’nun ve onu izleyen Bizans İmparatorluğu’nun malı oldu. Başkent Kostantinopolis’in IV. Haçlı Seferi işgalinden sonra (1204) Aleksios Komnenos tarafından bölgede Pontus İmparatorluğu veya Büyük Komnenosların Trabzon İmparatorluğu kuruldu. 1461 yılında Osmanlılar, Pontus İmparatorluğu’nu yıkarak, İmparator David Komnenos’u Yedikule Zindanı’na hapsetti, David Komnenos zindanda öldürüldü.

1921’de Trabzon’un nüfusu 51.000’di. Nüfus 29.000 Türk, 13.000 Rum, 7.000 Ermeni ve 1.500 Frenk’ten oluşuyordu. 1920’lerde 42.000 nüfuslu Samsun’da Rumlar 17.000, Türkler 15.000, Ermeniler 8.000, Levantenler ise 2.000 kişiyi buluyordu.[11]

Pontus dilini yaşatma girişimleri

Pontus hakkında çoğu zaman kulaktan dolma rivayetlerin ortada dolaştığına, Karadeniz halkının bir bölümünün sonradan Müslümanlaşan Rumlar olduklarına ve lisanlarını koruduklarına ilişkin söylentiler pek çoğumuzun kulağına gelmiştir.

Yunanistan’a gerçekleştirdiğim bir gezi sırasında Osmanlı’da din değiştirmeye zorlanan Pontus Rumlarının halen Karadeniz’de yüze yakın köyde gizli gizli ibadetlerini sürdürdüklerini canlı bir tanıktan dinlediğimi aktarayım.

Müslümanlıkla ilgisi olmayan hatta Hıristiyan inancına uygun birçok gelenek Karadeniz’in bazı köylerinde devam etmektedir. Çok yerde tabutla gömülmek, yumurta boyamak, Kalandar etkinlikleri vb. adetler sürüyor. Giysiler, kemençe, horon, halk şarkıları, yemek alışkanlıkları, eğlenceler ise binlerce yıllık Pontus folklorunun baskın izlerini taşıyor.

Ömer Şükrü Asan’ın 1996 yılında yayınlanan “Pontus Kültürü” kitabı bu kültür hakkında Cumhuriyet tarihinin ilk kitabı olması açısından önem taşımaktadır.[12]

Pontus tarihi konusunda Türkiye’de nerdeyse hiçbir ciddi araştırma bulunmamaktadır. Tek ciddi yayın Tamer Çilingir’in 2016 yılında Belge Yayınları tarafından yayınlanan “Pontus Gerçeği: 1914-21 arasında Karadeniz’de yaşananlar” adlı kitabıdır.

Tarihin unutturulan sayfası: Pontus Rumları/AGOS

Tamer Çilingir Agos Gazetesi’ne verdiği bir söyleşide [13] şu bilgileri vermektedir:

“600 yıldır Pontos’ta[14] yaşayan nüfus ya Müslümanlaştırılmış ya da 1914-1923 yılları arasındaki gibi katledilmiş ya da 1923 yılındaki Mübadele sürecinde olduğu gibi Pontos’tan sürgün edilmiştir. (…)

Osmanlı yönetiminde peyderpey Müslümanlaştırılan ve soykırım süreci ile artık Ortodoks kimliğin tamamen silindiği Pontos topraklarında bugün Rumlar artık Müslüman kimliği ile yaşıyorlar.”

Tamer Çilingir dillerini halen muhafaza eden köylüler hakkında da şu bilgileri vermektedir:

“Alman Sosyolog Tessa Hoffman, Trabzon’da 300 köyde Pontos Rumcası /Romeyika’nın hâlâ yaşadığını söylüyor. Cumhuriyetten bugüne bu dili konuşanların giderek azaldığını söylemek yanlış olmaz. Dağ köylerinde bugün yaşlı kadınların çoğunluğu Türkçeyi anlamakta zorlanıyor. (…)

Ama iletişimin bugün ulaştığı boyutla birlikte bu dilin kısa bir süre içinde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Bu dil bugüne kadar sadece ailelerin evde konuştukları bir dil. Cumhuriyet sonrası asimilasyon politikaları ile Rumca şarkılar Türkçeleştirildiği için artık şarkıları bile Rumca söyleyen insan sayısı çok az. Son yıllarda genç birkaç sanatçının Rumca albümler yapması ise dilin yaşamasına katkı sağlayacak bir gelişme olarak gösterilebilir. Ayrıca yakında kitap olarak yayınlanacak bir Romeyika sözlüğü hazırlandı.”

Pontus kırımının inkârı

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Azim Süslü 2015 yılında düzenlenen “100. Yılında Ermeni Meselesi ve Gerçekler Sempozyomu”nda sunduğu “Rum-Ermeni-Hoybun İşbirliği”  başlıklı bildiride, Türklere katliamlar yapıldığından ve Anadolu’da toplu mezarlar bulunduğundan söz etmekte, yaklaşık 70-80 yıldır devam eden bu olayları, başta T.C. Cumhurbaşkanlığı Arşivleri olmak üzere orijinal belgelerle ve kronolojik olarak gözler önüne sermeye çalışacağını belirtmektedir. [15]

Azim Süslü, Ermeni ve Rum çetelerinin Trabzon çevresindeki mezalim ve katliamlanyla ilgili Genelkurmay ATASE Arşivi’nde bulunan yüzlerce belgeden 2 Şubat 1918 tarihinde Üçüncü Ordu Kumandanlığı’na, İkinci Kafkas Kolordusu Kumandanı Mirliva Şevki imzasıyla gönderilen “zâta mahsüs” (kişiye özel) yazıda;

“…Trabzon ve civarındaki Müslümanların tehlikede olduğu, mülhalcattaki Rumların Trabzon’a toplanmalarına mukabil, kasabalardaki Müslümanların da dağ köylerine kaçtıkla, 28.1.1918’te Gürcü, Ermeni ve Rumlardan mürekkeb ikibin kişilik bir çetenin Polathâne kasabasını işgal ettikten sonra Polathane Müslüman kadınların başlarını kestikten, yüzlerini parçaladıktan sonra, parçalara ayrılan erkek ve kadın cesetleriyle, muhtelif azalanı gayet galiz ve şeni’ bir şekilde teşhir ettikleri ve yine Polathane’nin 16 km. güneydoğusundaki Orus köyündeki Müslümanların Ermeni ve Rum çeteleri tarafından kamilen katledildiği…” ifade edilmiştir.

Keza TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mustafa Serdar Palabıyık, “Sözde Pontus Rum soykırımı” iddalarıyla ilgili AA muhabirine yaptığı açıklamada,” şu bilgiyi vermiştir:

Topal Osman

Topal Osman Ağa‘nın[16] sivil halka yönelik bazı kötü muameleleri ve Büyük Millet Meclisinin ülke savunmasını çetelerden ziyade merkezi orduya devretme girişimleri, bölgeye merkezi bir ordunun gönderilmesi sürecini doğurmuştur. Bunun üzerine Merkez Ordusu kurulmuş ve Pontus isyanının bastırılması konusunda şiddetli tedbirler alınmıştır. Bu tedbirlerin arasında, Rumların silahsızlandırılması ve bilhassa Yunan savaş gemilerinin Haziran 1921’de Karadeniz limanlarını bombalamasının ardından bölgenin savaş alanı ilan edilerek Rum halkının iç kesimlere tehcir edilmesi sayılabilir. Bu tehcir Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan tehcire göre daha geniş kapsamlı bir tehcirdir. Milli Mücadele’nin zaferi yaklaşırken 1922 sonlarında Pontus bölgesindeki isyan da bastırılmıştır. Bundan sonra Pontus Rumları mübadeleyle Yunanistan’a gönderilmiştir. Burada bir isyan ve bunun bastırılması süreci var“.[17]

Son söz

Bir dönem iki milyona yakın Rum’un yaşadığı Anadolu topraklarında ve İstanbul’da günümüzde sadece iki bin Rum’un kaldığı söylenmekte. Bu Rumlara ne oldu? Hepsi ağırlıklı olarak Mübadele’de veya daha sonraki yıllarda mı, Kıbrıs olaylarının akabinde, 1964’te mi, bu ülkeyi terkettiler veya terk ettirildiler? Pontus gerçeği nedir? Pontus kültüründen söz etmenin milliyetçi çevrelerce “bölücü bir hareket” olarak değerlendirildiği bir ortamda gerçeklere ulaşmak ne derece mümkündür?

Ortada yadsınamayacak bir gerçek var; Rum ve Pontus kırımını inkâr edenlerin dahi kabul ettiği, müsebbibi ne olursa olsun, ister Rumlar işgal güçlerine yardım etmiş olsunlar, ister ayaklanmış ve bu isyan bastırılmış olsun, çok geniş kapsamlı bir tehcirin vuku bulduğu bu coğrafyada çok derin acıların yaşanmış olduğudur. Ülkede yaşamlarını halen sürdüren azınlıklar giderek küçülmeye ve yok olmaya devam etseler dahi bu acılar ile yüzleşilmedikçe içsel sosyal huzur sağlanamayacaktır, bazı tabular tabu olmayı sürdürecektir.    


[1] Sevgili İzmir ve Düşündürdükleri, 5.1.2022 https://tr.wikipedia.org/wiki/Rum_K%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1

[2] Ayşe Hür Öteki Tarih II adlı araştırmasında, “Kurtuluş Savaşı” olarak değil “Millî Mücadele” olarak adlandırdığı dönemde askeri başarının ‘Yedi Düvel’ denilen işgalci Batı ordularına karşı değil, onların öne sürdüğü Yunan ordularına; ama daha önemlisi ‘iç düşmanlara karşı’ kazanıldığını belirtir ve “1922’de Güzel İzmir’i Kim Yaktı” sorunsalına yanıt arar. (Sh.213, 212)

[3] Megali İdea’nın hedefi, batıda Bizans’ın zamanında İyonya Denizi’nde hakimiyet altına aldığı toprakları, doğuda Küçük Asya ve Karadeniz’i, kuzeyde Trakya, Makedonya ve Epir’i, güneyde Girit ve Kıbrıs’ı hakimiyet altına alıp; başkenti Kostantinopolis yaparak Bizans’ı diriltmeyi amaçlar.

[4] Atatürk 26 Eylül 1933’te İstanbul’da misafir olarak bulunan Venizelos’u Dolmabahçe Sarayı’nda kabul eder  ve Venizelos 1934 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterir. 

[5] https://tr.wikipedia.org/wiki/Rum_K%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1

[6] Doç. Dr. Mustafa Serdar Palabıyık Pontus Rumlarına karşı girişilen hareketin soykırım olarak nitelendirilemeyeceğini ileri sürmektedir. Palabıyık’a göre Mücadele’nin zaferi yaklaşırken 1922 sonlarında Pontus bölgesindeki isyan da bastırılmıştır. Bundan sonra Pontus Rumları mübadeleyle Yunanistan’a gönderilmiştir.”  https://m.gunes.com/gundem/doc-dr-palabiyik-pontus-rumlarinin-yasadiklari-soykirim-olarak-nitelendirilemez-988194

[7] Rummel, R.J. “Statistics Of Turkey’s Democide Estimates, Calculations, And Sources”Hawaii Üniversitesi. 27 Şubat 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 15 Nisan 2015. Table 5.1B 16 Mayıs 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.

[8] Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, Cilt: III 1914-1918 Genel Savaşı, Kısım: IV Savaşın Sonu, Türk Tarih Kurumu basımevi, Ankara, 1991, ISBN 975-16-0331-5, s. 787.Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, Cilt: III 1914-1918 Genel Savaşı, Kısım: IV Savaşın Sonu, Türk Tarih Kurumu basımevi, Ankara, 1991, ISBN 975-16-0331-5, s. 787.

[9] Henry Morgenthau, Ambassador Morgenthau’s Story, Doubleday, Page & Company, Garden City, New York, 1919, p. 212.

[10] Söz konusu rakkamlar Sula Bozis’in YKY Yayınlarında yayınlanan “İstanbul’dan Anadolu’ya Rumların Yemek Kültürü” adlı kitabından alınmıştır. Mart.2020

[11] Yukarıda age. Say. 397, 410

[12] 1961 doğumlu olan Ömer Şükrü Asan, Türk yazar, yapımcı ve yayıncıdır. Heyamola Yayınlarından 200 aşkın kitabın yanı sıra yapımcısı olduğu “Gündelikçi Kadınlar” adlı dizi 43. Altın Portakal Film Festivali’nde “En İyi Belgesel” seçilmiştir. “Pontus Kültürü” adlı eseri milliyetçi çevreler tarafından eleştirilmiş ve kitap toplatılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuran yazarın başvurusu özgürlüklere yönelik kısıtlama olarak nitelendirilerek haklı görülmüş ve Türkiye 500 Euro giderime mahkûm edilmiştir.

[13] Resmi tarihin unutturulan sayfası: Pontos Rum Soykırımı – Agos

https://www.agos.com.tr › yazi › resmi-tarihin-unutturu…

[14] Yazımızda daha yaygın olan” Pontus” ifadesini kullandık ancak alıntıladığımız bölümde kaynağa sadık kalmak adına “Pontos” deyimini düzeltmedik.

[15] https://www.yyu.edu.tr

[16] Topal Osman Ağa Gazi Mustafa Kemal Paşa‘nın Giresunlulardan oluşan muhafız kıtasının komutanıdır. Kurtuluş Savaşı’nda yararlıklar göstermiş, 1923’te Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey cinayetinin azmettiricisi olduğuna karar verilince hakkında tevkif kararı verildi. Çıkan çatışmalarda yaralı olarak ele geçirilmiş ancak İsmail Hakkı Tekçe tarafından başı gövdesinden ayrılmak suretiyle kesilerek öldürülmüştür. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a gelişiyle birlikte ilk yaptığı işin Topal Osman ile görüşmek olduğu söylenir.

[17] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/doc-dr-palabiyik-pontus-rumlarinin-yasadiklari-soykirim-olarak-nitelendirilemez/1492938

https://www.avlaremoz.com/2022/09/28/anadolu-ve-pontus-rumlarinin-akibeti-yakup-barokas/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın