İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Nazi işgalinden kaçan Yunan direnişçilerin Batı Anadolu macerası

  1. Dünya Savaşı sırasında Nazi işgalinden kaçan Yunanların bir kısmı Anadolu’ya sığındı. Buna tanıklık eden isimlerden Topal, “Alaçatı limanı, Alman işgalinden kaçan Yunanlarla doluydu” diyor.

Özgür Duygu Durgun

DUVAR – ”Benim babam Bandırma’da meyhaneciydi. Müşterilerimiz genellikle Türktü. İçmesini, oturmasını, kalkmasını bilen, yakışıklı, hovarda Türkler. Biz onları sayardık, onlar da bizi. Ben okuldan çıkışta gelir babama yardım ederdim. Önce bizim okullar açıldı. Bize, ‘Siz Rum değil Yunanlısınız’ dediler. ‘Büyük bir medeniyet kurmuşsunuz bu topraklarda, bu topraklar sizin. Türkler gelip gasp etmişler’ dediler. Bize milliyetçiliği aşıladılar. Bizden sonra Türklerin okulları açıldı. Onlara da milliyetçiliği aşıladılar. Sonunda birbirimize düşman kesildik ve dünyanın tadı tuzu kalmadı.”

Bandırma’da doğan, bir dönem Beyoğlu’nda terzilik yapan, 60’larda Türkiye’yi terk ederek Pire’ye yerleşen ve orada hayatını kaybeden Simo, Türk solunun önemli ismi Mihri Belli’nin ‘İnsanlar Tanıdım’ adlı anı kitabında anlatıyor bunları.

Neden Mihri Belli ile başladık, açalım: Yunan İç Savaş’ında Doğu Makedonya dağlarında Yunan gerillalarla birlikte omuz omuza savaşan, dağda Türkçe olarak yayınlanan Savaş gazetesini çıkaran, Yunan direnişçilerin kurduğu Demokratik Ordu’daki arkadaşlarının verdiği isimle Kapetan Kemal’dir Mihri Belli. 1947-1949 yılları arasında Makedonya dağlarında geçirdiği dönemin hayatının en değerli anılarıyla dolu olduğunu söyler anılarında. Mihri Belli’nin babası ise Kurtuluş Savaşı’nda Çatalca-Silivri bölgesinde silahlandırılmış Rumlara karşı çete hareketini örgütleyen ilk kişidir. Belli’nin ilk gençlik yıllarında Yunan’a karşı sıradan bir Türk milliyetçisinden farksız olan hisleri, 1930’ların başında yaptığı Atina seyahatinde, Venizelos ile tanışması ve burada Karamanlı Rumlarla karşılaşmasıyla tamamen değişecektir.

‘DİRENİŞE KRİTİK LOJİSTİK DESTEK, TÜRKLERDEN GELECEKTİR’

Mihri Belli’yi Yunan gerillalarla dağlarda buluşturan iç savaş öncesi Yunanistan’daki siyasi manzara, korkunç bir karanlığa sürükleyecektir ülkeyi. İç savaş adım adım yaklaşmaktadır. 2. Dünya Savaşı’nda, 1941-44 yılları arasında Almanya, İtalya ve Bulgaristan’dan oluşan Mihver Devletleri işgali altında bulunan Yunanistan’da işgale karşı silahlı, silahsız çok sayıda direniş örgütlenmeleri ortaya çıkmaktadır. Direnişin devam edebilmesi, o yıllarda İngiltere güdümünde, sürgünde yeni bir Yunan hükümetinin kurulabilmesi; direnişin Batı Anadolu kıyıları üzerinden Ortadoğu’da örgütlenmesinden geçer. Nihai amaç, Kahire’de yeni bir Yunan hükümeti kurulmasıdır.

Aralarında devrik bakanların, milletvekillerinin, bürokratların, milis güçlerinin ve aynı zamanda komünistlerin yer aldığı kitlesel göç için en uygun nokta Batı Anadolu kıyılarıdır. Zira saydığımız tüm bu farklı kesimlerden göçmenler, aynı hedef için mücadele etmektedirler. Nazi zulmünden kurtulmak ilk hedeftir. Böylece direnişin liderleri sivil halkın arasına karışarak önce Batı Anadolu kıyılarına, oradan da Mısır’a devam edeceklerdir. Ve direnişe kritik lojistik destek, sadece 20 yıl önce düşman saflarında yer alan Türklerden gelecektir.

‘YAYINCI BULUNABİLİRSE KAPTAN GEORGE MİNİOTİS’İN ANILARININ YAYINLANMASINI İSTİYORUM’

“2008 sonbaharında sağlık sorunları için Atina’ya gelen, Sakız Adası’ndan uzak akrabam George Miniotis’i ağırlamıştım. Akşamüstü uzolarımızı içerken, Doğu Ege’de bilgi toplayan ve sığınmacıları tekneyle Yunanistan’dan Türkiye’ye taşıyan bir örgütün üyesi olarak, 2. Dünya Savaşı direnişinde yaşadığı maceraları anlatmıştı bana. Hiç bilmediğim bu olaylar fazlasıyla ilgimi çekmişti. Nitekim Kaptan George, o dönemle ilgili anılarını kaydettiğini söylediğinde bunları yayınlaması için ona yardımcı olmaya karar verdim. El yazmalarını bilgisayara geçirdim, düzeltmelerini yaptım, notlar ekledim, rotalarının haritalarını çizdim ve ilgili fotoğrafları ekledim.”

‘İşgal Döneminde Miniotis Ailesi/1941-1944 Yıllarında Egede Direniş’ adlı kitabı kaleme alan Yunan araştırmacı, yazar George Poulimenos, sözünü ettiği kitabı 2011’de basıma hazırlar ancak Yunanistan’daki ekonomik kriz nedeniyle kitabın okurlarla buluşması yaklaşık yedi yıl sonra gerçekleşir. 2018 yılında Sakız’daki Alpha-Pi yayınevinden çıkan kitap sınırlı sayıda okura ulaşır. “Kitabın o dönemin tarihiyle ilgilenenler için önemli bir belge niteliği taşıdığına inanıyorum” diyen George Poulimenos, uzak akrabası Kaptan George Miniotis’in anılarının yayıncı bulunabilirse, Türkiye’de de okurlara ulaşmasını temenni ediyor.

Kaptan Stamatis Miniotis ve oğlu George Stamatis

‘BİZ SAVAŞMAYA ŞARKI SÖYLEYEREK GİDERİZ’

Ankara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Serdar Sarışır’ın ‘II. Dünya Savaşı yıllarında Anadolu sahillerine sığınan Yunanlı sivil mülteciler’ başlıklı makalesine göre, 1941-1945 yılları arasında Anadolu sahillerine sığınan Yunanlı sivil mültecilerin sayısı toplam 31 bin 398 idi. Bu mültecilerin arasında siviller de vardı, sürgünde hükümeti için çalışan partizanlar da…

Yunanistan’dan Türkiye’ye sığınmacı geçişlerinin organizasyonunda iki önemli isim öne çıkıyor; İngiltere’nin Sakız Adası’ndaki temsilcisi ve aynı zamanda İngiliz istihbaratının bölge lideri Noel Rees ve Sakız Adası’ndan Kaptan Stamatis Miniotis… Stamatis’in oğlu George’un da içinde yer aldığı deneyimli denizcilerden oluşan bir ekip, Ege Denizi’nden Akdeniz’e göçmen taşımacılığına başlıyor. İngiliz istihbaratı da bu organize işlere destek verirken İzmir’in tanınmış Levanten ailelerinden Giraud’ların ‘Lady Mary’ ve ‘Lillias’ adlı yatları işin lojistiğinde kullanılıyor.

George Poulimenos’un kitapta bir araya getirdiği Kaptan Miniotis’in anılarında, heyecanlı olduğu kadar hüzünlü anekdotlar da bulmak mümkün. İşte bunlardan biri de bir grup Yunan partizanın Yunan ana karasına yakın Euboea Adası’ndan Çeşme’ye büyük gizlilik içinde ulaşması. Almanlara yakalanmadan Türkiye topraklarına adım atan partizanlar, kazasız belasız yolculuk sonrası şarap içerek ve eğlenerek kutlama yaparlarken onları izleyen Çeşmeli Türkler şaşırıyor. Vatanları işgal altındayken nasıl eğlenebildiklerini soruyorlar. Partizanların verdikleri cevap şu oluyor: Biz savaşmaya şarkı söyleyerek gideriz.

‘ŞİMDİ SIĞINDIKLARI TOPRAK PARÇASI ONLARI ÖZ ANA GİBİ KUCAKLAYACAK MI?’

Günümüzden 80 yıl önceye dönüp şu manzarayı hayalimizde canlandırmaya çalışalım; 1922’de mübadele trajedisine sahne olmuş Anadolu kıyılarında, mübadeleden sadece 20 yıl sonra sandallara veya bulabildikleri tahta parçalarına tutunmuş bir halde saatlerce Ege’de sürüklenerek karaya çıkan yüzlerce insan var karşınızda. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar… Samos’tan, Sakız’dan ve çevre Yunan adalarından Kuşadası, Çeşme, Bodrum, Urla kıyılarına vuran göçmenler… Birçoğunun geçmişinde zaten Anadoluluk var. Sadece 20 yıl önce memleket bildikleri topraklardan ayrılmak zorunda bırakılmışlar. ‘Şimdi sığındıkları toprak parçası onları öz ana gibi kucaklayacak mı’ sorusu hep içlerinde. Tıpkı Terzi Simo’nun dediği gibi; “O güzel insanlar, o efendi Türkler ne oldu?”

Yunan direniş hareketine destek veren Kuşadalı Hasan Reis’in akrabası Hasan Fuat Hepişeri’nin aktardığına göre, bu dönemde Kuşadası halkı pek çok Yunan göçmeni ölümden kurtarmış; hasta olanlar tedavi edilmiş, kalacak evler bulunmuş… Kaptan Miniotis’in hatıralarında da Çeşme’deki Türkler ve Yunan göçmenler arasında ciddi bir asayiş sorununa değinilmiyor.

Hamit Güngör Topal

‘EGE DENİZİ KİMSENİN DEĞİL, BALIKLARINDIR’

Dönemin yaşayan tanıklarından biri de Çeşme Alaçatılı 90 yaşındaki Hamit Güngör Topal. 1932 doğumlu Topal, “Hitler’in Avrupa’yı kasıp kavurduğu zamanları çok iyi hatırlıyorum. İlkokul talebesiydim. Karşımızdaki Sakız Adası’na Alman askerlerin paraşütle indiklerini duyardık. Alaçatı limanı, Alman işgalinden kaçan Yunanlılarla dolup taşardı. Bazen yolda çoluk, çocuk, yaşlı, kadın, erkek, kafilelerce insanı yürürken görürdük. Aç olanlara ekmek verirdik” diye anlatıyor o günleri.

“Burada uzun zaman kaldılar. Evlerimizi onlara açtık. Yani halklar arasında hiçbir sıkıntı olmadı. Kaçanlar arasında Dimo isimli bir vali vardı, ardından ‘Yani’ adlı bir başka vali geldi. Yani’nin kızı ile burada aynı ilkokula gittik” diye devam ediyor.

Topal, Çeşme Altınyunus Oteli’nde teknik servisten sorumlu şef olarak uzun yıllar çalışmış ve oradan emekli olmuş. Topal o döneme dair hatırladığı bazı anekdotları paylaşıyor: “Bu anlattığım olaylardan uzun yıllar sonra, bir gün Nikos Tambakopulos isimli bir Yunan geldi Alaçatı’ya. Eskiden burada yaşamış ataları. Kendisi Kanada’ya yerleşmiş. Eski evlerini görmek istedi, aldım götürdüm. Ağlaya ağlaya dolaştı. Bahçedeki çiçeklerden birini aldı, kokladı. Mendiline sardı götürdü yanında.” Büyük amcasından sözü alan yeğen İbrahim Topal araya giriyor ve “Çipras’a atfedilen bir söz vardır” diye ekliyor: “Ege Denizi kimsenin malı değildir, Ege Denizi balıklarındır. Bizim Türk ve Yunan halkları arasında aramızda hiçbir sorun olmadı. Sakızlı dostlarımızla kooperatif dahi kurduk burada.”

Ali Denizel (soldan dördüncü)

‘EVLERİ ADETA DİRENİŞÇİLERİN KARARGAHI HALİNE GELİYOR’

Halklar her kadar dost olsa da Ege kıyılarına sığınan binlerce göçmenin gelişi, o yıllarda bazı ağır olayların yaşanmasını engelleyememiş. Kimi kaynaklara göre, Zeytineli, Uzunkuyu mevkiinde 1941 yılının 9 Ekim’inde bir teknede bulunan 15 göçmen, Türk askerlerince öldürülüp, 18 yaşında bir genç kız da tecavüze uğrayarak katledilmiş. Bu olayın failleri ise tam dört yıl sonra bir ihbar üzerine yakalanarak Konak Meydanı’nda asılarak idam edilmiş.

Yunan direniş hareketine destek veren Türklerden biri de az önce bahsettiğimiz, Kuşadası’nın tanınmış simalarından Hasan Denizel ya da bilinen adıyla Hasan Reis. 1870 Girit doğumlu Hasan Reis, Kuşadası’nın karşısındaki Samos’u işgal eden Nazilerden kaçan göçmenler için limandaki mavnalarını seferber ediyor ve oğlu Ali ile yüzlerce göçmeni Ege’de boğulmaktan kurtarıyor.

Ali Denizel de babası gibi Türkiye’ye kaçan Yunan direniş hareketine kol kanat geriyor; evleri adeta direnişçilerin karargahı haline geliyor. Kurtardıkları göçmenler arasında uzun yıllar sonra Samos’a dönerek Aegean (Ege) Üniversitesi’nde profesör olacak Costas Sofoulis de var. Direnişe katılan babası Emmanuel Sofoulis’in Ali Denizel ile mektuplaşmalarını saklayan Costas’ın yıllar sonra bulduğu Mısır’dan 1944’te gönderilen mektup, önemli bir belge niteliğinde.

Yıllar sonra Yunanistan Göç Bakanı olacak Emmanuel Sofoulis’in yanı sıra sürgündeki hükümetin ilk başbakanı olacak Emmanuel Tsouderos dahil olmak üzere direnişçilerin önde gelen isimleriyle yakın ilişkiler kuran Ali Denizel’e, Yunan hükümetinin sürgündeki başbakanı tarafından gönderilen ve halen Atina’daki Lalaunis Müzesi’nde bulunan altın olan kalın, zincirli saatin arkasına el yazısıyla şu not yazılı: “Yunan hükümetinden Ali Denizel’in Yunanlılara verdiği değerli hizmetler için… 25 Mart 1944, E. Tsouderos.”


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.