İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hiç ayık gezmeseydi keşke

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
SALİH TUNA

Sokak röportajlarından birinde, “Başkan olsaydınız ne yapardınız?” sorusuna orta yaşlı bir vatandaşımız, “Kimseyi ayık gezdirmezdim, su yerine içki içirirdim…” cevabını vermişti.

Evet, kafası kıyaktı…

Fakat, memleket meseleleri hakkında son derece mantıklı / tutarlı, hülasa aklı başında laflar etmişti.

Bir de içkinin etkisiyle olsa gerek, ekstradan sevimli / neşeli bir hâl almıştı.

İçki herkesi böyle “güzelleştirmez” tabii.

Ne ki, adamdaki “muhabbeti” görseydiniz, “Sevgisiz veya mendebur veya nefretle malul halde dolaşacağınıza böyle kafası kıyak dolaşsanız daha iyi…” derdiniz. O derece.

Tevekkeli kimi erenler / arifler sarhoşluğun bile nihayetinde “aramak” olduğunu söylemişlerdir. Aramadan bulamazsın, bulmadan da arınamazsın! Tamam, nasipsiz olmaz; “Aramakla bulunmaz ancak bulanlar hep arayanlardır.” Neyse burada keselim, “erenlerin” konularına daha fazla yelken açmayalım.

Lakin, hazır yeri gelmişken, Brecht’in “Bay Puntila ile Uşağı Matti” (Herr Puntila und sein Knecht Matti) adlı oyununa değinmeden geçmek olmaz.

Bilenler bilir; Puntila çok sert mizaçlı, ceberutun önde gideni bir toprak ağasıdır. Uşağı Matti’yi acımasızca ezer. Ama kafayı bi güzel çekip, iyice kelle paça oldu mu da uşağı Matti’ye sarılır, öper, kanka olur. Efendi-köle, ağa-kâhya, velhasıl tüm ayrımlar yok olur…

Bazı insanların sarhoş hâli, ayık hâlinden çok daha evladır.

Geçenlerde İBB Başkanı Ekrem Bey’in “kafası güzel” haldeyken kısa bir videosuna sosyal medyada muttali oldum. Çok anlaşılır şeyler söylemedi ama gayet rahattı, ne terini sildi ne de ukalalık etti.

Oldukça da sevimliydi.

O kadar ki, bir Rum mezesine Kıbrıs’ı veresi gelen Sözcü gazetesi köşe yazarı kadar tozutmasanız da, “Hep böyle olsun; hiç ayık gezmesin, belediye seçimlerinde benim oyun buna” dersiniz.

Kafasının güzel olduğu şuradan da belliydi ki, tek bir yalan söylemedi.

Zaten yalan ve yalancılık, “hakikati” örtme kurgusudur; sarhoşlukla uyuşmaz.

Değerli akademisyen kardeşimiz Mücahit Gültekin “Hakikat Ötesi” diye üretilen bir kavramın üzerinden “yalanın” nasıl kurgulanarak “gerçeğin” yerini aldığını vuzuha kavuşturduğu yazısında, postmodernizmin, gerçekliği, “sosyal inşa” olarak gördüğünü, her şeyi bir “anlatıdan” ibaret saydığını dile getirmişti. Hâliyle evrensel bir hakikat yok. Cinsiyet, birey, toplum, madde, mana, iyilik ve kötülük sadece kurgu!..

Ekrem Bey de nihayetinde bu kurgunun “ürünü” olarak İBB Başkanı seçildi.

Keşke böyle bir ürün olacağına hiç ayık gezmeseydi. En azından hiçbir şey yapmazdı.

Çünkü ben herkes gibi “Hiçbir şey yapmıyor” diye şekvacı olanlardan değilim. Bilakis, çalışmamasını çok faydalı buluyorum. Orayı burayı eşip trafiği de mahvetmeseydi keşke veya yeşillikleri koparıp da duvarları çirkinleştirmeseydi.

Çalışınca ne oluyor sanki. Şimdi de fetihten önce bile hiçbir izi kalmamış Antik Roma Hipodromu projesi diye bir şey tutturmuş.

Sultanahmet’te tarihe ve çevreye vereceği zarar bir yana, neyin rövanşının peşinde?

Ayasofya’nın cami olmasının mı, fethin mi?

Neyin hazırlığı bu, derdi ne?


Sabah Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.