İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kalamış’taki kemiklerin sırrı

Ateş Yalazan – Arşiv Balıkçısı

Şimdi anlatacağım haber bir Sherlock Holmes hikâyesi gibi başlıyordu.

Yelkenliyle İstanbul Kalamış’tan denize açılan Faruk Tuncer ve Alper Eralp, yaklaşık 4 kulaç yani 7 metre derinlikte beyaz bir cismin parladığını fark etti. Şu notu düşmeden edemeyeceğim.

Demek ki o yıllarda İstanbul’da deniz o kadar temizdi ki, 7 metre derinlikte parlayan bir cisim dikkat çekiyordu.

Meraklı gençler hemen paletlerini ayaklarına takıp denize daldılar.

Faruk Tuncer’in, “Aslında iş olsun diye dalmıştık” diye anlattığı hadise, enteresan bir gizeme kapı aralamıştı.

24 EYLÜL 1964

TAŞ DOLU TORBA

Dipte bir torba vardı. Uğraşmalarına rağmen torbayı yerinden oynatamadılar.

Haberin Devamı

23 EYLÜL 1964

Teknenin çapasını torbaya takıp, zar zor yukarı çektiler.

İlk bakışta torba taş doluydu. Ancak dikkatli bakınca taşların yanında kafatası ve kemikler vardı.

İki denizci ilk şaşkınlığı attıktan sonra torbayı aldıkları gibi Kızıltoprak Karakolu’nun yolunu tuttu.

Torba karakoldan savcılığa gönderildi. Kafatası yanmıştı. Daha ilginci torbada kemiklerin yanında bir de kağıt vardı.

Bülent Arman

CİNAYET MASASI EL KOYDU

Kimya formülleri bulunan kâğıtta, mürekkep ile “hasta”, “kurdeşen” gibi kelimeler yazılıydı. Kâğıtta başka isim ve kelimeler de vardı ama okunamıyordu. Olaya Cinayet Masası dedektifleri el koydu.

Tabii gazeteler de böyle bir konunun üzerine atladı.

Şehri ağır, gizemli bir hava kaplamıştı. Hikâye tam da İngiliz polisiye roman karakteri Sherlock Holmes’e göreydi.

Sherlock kemikleri, taşları ve kâğıdı görse 10 saniyede gizemi çözerdi aslında.

Ama ona gerek kalmadı.

Yayınlandığı gün Hürriyet’teki haberi okuyan iki kişi savcılığın kapısını çaldı.

KABRİSTANDAKİ STRATİ

◊ Kafatası ile kemikleri denize kendilerinin attığını anlatıyorlardı.

Savcılığa giden gençler tıp fakültesi öğrencileri Bülent Arman ile Anasti Micelli’ydi.

İki hekim adayı, kafatasını ders çalışmak için Kadıköy’deki Rum kabristanının mezarcısı Strati’den 5 liraya satın almıştı.

Bir süre Micelli’de kalan kemikleri Arman alıp evine götürdü. Arman’ın annesi Kadıköy Belediye Doktoru Necla Arman’dı. Necla Hanım kemikleri görünce “Bunlar en az iki asırlık. Bunlardan bir şey öğrenemezsin. Git denize at” dedi.

İki kafadar önce kemikleri satın aldıkları Rum kabristanına gittiler. Ama kemikleri satan Strati ölmüştü. Yeni mezarcıya olaydan bahsetmeye korktular.

Bülent Arman annesinin sözünü dinleyip bir sandal tuttu. Ders kâğıtlarına sardığı kafatasını ve kemikleri taş doldurduğu torbayla denize attı. Sorunu çözdüklerini, kemiklerin bulunmayacağını düşünüyorlardı.

Ama İstanbul’un temiz suyu torbanın gizlenmesine izin vermedi.

Ortada bir cinayet olmadığı anlaşılınca dosya kapandı.

ALMANYA’YA TAHSİLE GİDEN KÖPEK

O yıllarda henüz Türkiye’de doğru düzgün köpek eğitimi yoktu.

Bu nedenle, Ankaralı müteahhit Behzat Kundak, Hayvanat Bahçesi’nden 2.5 aylıkken sahiplendiği Alman kurdunu, anavatanına, Almanya’ya tahsile gönderdi.

Behzat Bey, köpeğine Kurt ismini vermişti.

Kurt uçakta tek başına yolculuk ederek Nurnberg’in 70 kilometre güneyindeki Dietfurt an der Altmühl kentindeki mektebe gitti.

Haber, Kurt’un talebelik günlerini ayrıntılarıyla anlatıyordu. Okula gittiği ilk 5 gün yabancılık çekmiş, gurbet yüzünden bu günlerde hiçbir şey yememişti. Haberden okuyalım:

“Sonra okula ve öğretmenlerine alışmış, hemen derslere başlamıştır. Kurt okulda insanlara daha iyi davranmasını, verilen talimatları yerine getirmesini, söz dinlemesini öğrenmiştir.”

12 haftalık eğitimin ardından Ausburg’daki “Kurt Köpekleri Yetiştirme Cemiyeti”nde sınava giren Kurt’un hikâyesi şöyle devam ediyor: “İmtihan heyeti, sorulan her şeyi en iyi şekilde yerine getiren, bütün emirleri derhal mükemmelen yapan Türk köpeğini en iyi derece ile mezuna layık görmüştür.”

22 EYLÜL 1964

Evet Kurt mektep birincisi olup altı ay sonra yurda döndü. Dönüşünde başarılı talebeyi Esenboğa Havaalanı’nda 20 kişilik bir topluluk karşıladı. Kurt uçaktan iner inmez sahiplerini tanıyıp, onların boynuna atlamıştı.

Kundak ailesi imkânları doğrultusunda köpeklerine çok iyi bakıyorlardı.

Ama şunu hatırlatmadan geçemeyeceğim. Bu sevimli haberin yayınlandığı 1964 yılında Türkiye’de kedi ve köpek katliamları tam gaz sürüyordu. Kurt şanslı bir hayvandı. Hemcinslerinin olmadığı kadar.


Hürriyet Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.