Mustafa Armağan
Yakın tarihimizin kırılma noktalarından birini teşkil eden “6-7 Eylül Olayları”nın mevcut anlatımı, isminden itibaren falsoludur.
Ne olmuşsa 6 Eylül 1955 akşamı olmuş, 7 Eylül‘de herhangi bir olay vuku bulmamıştır!
Menderes hükümetinin olayı tertiplemesi için aklını peynir ekmekle yemiş olması gerekir.
Tam tersine olayın duyulmasıyla Kıbrıs müzakerelerinde darbeyi yiyen taraf Türkiye olmuştur.
Demokrat Parti ve Menderes’e vurmak için en ufak fırsatı değerlendiren 27 Mayıs darbecileri bile bu olayı daha müsamahalı yargılamış, hatta Alparslan Türkeş’in hatıralarına bakılırsa Fuat Köprülü’nün 27 Mayıs’tan sonra verdiği “6-7 Eylül olaylarını Menderes tertipledi” sözünü kendisine geri aldırmışlardı. Çünkü eski bir Dışişleri Bakanının bu beyanatı Türkiye’nin kendi ayağına kurşun sıkmak demekti.
Olaylar şöyle gelişti:
Mithat Perin’in çıkarmakta olduğu Ekspres gazetesine bir haber gelir: Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba konulmuştur. Haberin üzerine atlayan gazete hemen 2. baskıyı yapar ve inanılmaz bir hızla 290 bir adet satıverir. Galeyana getirme gayesi açıktır. İstanbul’da 200 bin Rum seçmen bulunduğu düşünülünce haberin gerçek hedefi anlaşılır. Düğmeye basmıştır birileri.
Haberin yayılması üzerine 6 Eylül 1955 akşamı İstanbul, Ankara ve İzmir’de patlak veren olaylarda Rum, Ermeni ve Musevi vatandaşlarımıza ait ibadethane, ev ve işyerlerine saldırılmış, eşyaları yağmalanmış, binalar tahrip edilmişti. 3,884’ü Rumlara ait olmak üzere 8,538 gayrimenkul zarar görmüştü. Gerçi maddi zararlar devlet tarafından karşılandı, Türkiye yakılan Yunan bayrağından dolayı özür diledi, sıkıyönetim ilan edip sanıkları yargıladı ve mağdurların zararlarını ödedi ama uluslararası imajımız da ağır bir yara almıştı.
Peki, neydi hadisenin arka planı?
1954-55 yıllarında özellikle dış politikadaki etkinliğimiz artmakta ve “Büyük Türkiye rüyası”na adım adım ilerlenmekteydi. 24 Şubat 1955’te Bağdat Paktı imzalanmış, 5 Nisan’da İngiltere de girmişti pakta (Pakistan ve İran’ın katılması ise Kasım ayını bulacaktı). Bu, Türkiye’nin büyük diplomasi atağının mahsulüydü. O kadar parlaktı ki, İngiltere Dışişleri Bakanı MacMillan, görüştüğü Başbakan Menderes’ten etkilendiğini itiraf edecekti.
Derken Menderes, Kıbrıs atağını başlattı. Olaylardan 12 gün önce bu defa İstanbul’da Liman Lokantası’ndaki müthiş konuşmasını yaptı. (Ne var ki, Yassıada Mahkemesi’nde Menderes’i aklayacağı için okutulmayacaktır.) Bir cümlesini zikredelim: “Kıbrıs asla Yunanistan’ın olmayacaktır.” Başvekil Kıbrıs’ın Türkiye’ye geri verilmesini dillendiriyordu.
29 Ağustos’ta başlayan Londra Konferansı’nda çiçeği burnunda Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu olanca enerjisiyle Kıbrıs’a asılmaktadır. Türkiye, Lozan’da Kıbrıs’ı İngiltere’ye devretmişti gerçi. Fakat İngiltere adadan gidecekse Türkiye’ye iade etmesi gerekirdi. Yunanistan, tıpkı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçenlerde dediği gibi Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde muhatabı olamaz, diye de ekliyordu. Yunan tarafı bocalamaya başlamıştı. Türkiye kararlı adımlarla Kıbrıs’ın üzerine gidiyor, hakkını acarca arayışıyla göz dolduruyordu ki…
İstanbul’dan kara haber geldi ve Londra Konferansı’nın tam son gününde, tam da avantajı elimize geçirmişken konferans o gün görüşme yapılamadan apar topar sona erdi. Türkiye hem dış dünyada yara almış, hem de Kıbrıs üzerinde kazanmakta olduğu bir maçı hakem tatil etmişti.
Menderes hükümetinin ayağına kurşun sıkan 6-7 Eylül provokasyonu Türkiye’nin dışarıda itibar kazanmasını çekemeyen “mahutlar” ile Kıbrıs’ta inisiyatifi Türkiye’ye kaptırmak üzere olan Yunanistan’ın ekmeğine yağ sürülmüş, yani maksat hasıl olmuştu.
6-7 Eylül olaylarını kimin tertiplediğini merak edenler, bugünkü dış politika ataklarımız karşısında paniğe kapılan aynı “mahutlar” ile dışarıdakilerin aynı dili konuşmasına lütfen dikkat etsin. Tarih tekerrür etmiyorsa ben de bir şey bilmiyorum.
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/6-7-eylul-olaylarinin-ic-yuzu-nedir-40094.html
İlk yorum yapan siz olun