İstanbuldayım… Perşembe pazarına gittim geçen gün… Kadıköy’den Şehir Hatları Vapuru’yla Karaköy’e geçtim… Yaklaşık yarım saat sürüyor… Karaköy, eski Antik Galata semtinin modern adı… Fatih Sultan Mehmet devrinde Kırım’dan getirilen Karaylar buraya yerleştirilmiş… Karaylar kim diye sorarsanız, bunlar daha çok Kırım ve civarında oturan, Tatar Türkçesi konuşan Türk Yahudiler… Adı oradan geliyor…
Perşembe pazarında bir dostuma uğrayacaktım… Bilen bilir… Türk makine sanayisinin efsanevi merkezidir Perşembe Pazarı… Burası Karaköy’den Azapkapı’ya doru Haliç’e paralel uzanan yer… Tornacılar, frezeciler, planyacılar, kaynakçılar, makine tamircileri… Civatalar, somunlar, boyalar, iş elbiseleri, çekiçler, zincirler ve halatlar… Aklınıza gelen ne varsa burada imal edilir ve satılırdı… Galata’da Tersane Caddesi açılmadan önce, Voyvoda Caddesi’nin aşağı kısımlarında her “Perşembe günü” kurulan pazardan dolayı bölge pazarın adını almış (Farsça Penç-şenbih: Perşembe: Beşinci-Gün).
Perşembe Pazarı’nda verilen mücadele çırakların, kalfaların veya ustaların ekmek mücadelesi değil, Türk sanayisinin var olma mücadelesiydi… İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türk sanayisinin alt yapısının oluştuğu yerdi Perşembe Pazarı… Yaşlı nesil buraya ‘Kalafat Yeri’ de diyor… Frankfurt’ta Özkayseri Pastırma firmasının sahibi rahmetli Hilmi Selçuk, sanat okulu mezunuymuş… Uzun yıllar Almanya’da tersanelerde çalışmış… Sohbette burayı anlatırken Kalafat Yeri derdi… Ben ondan duymuştum…
Dostum gecikince ilerdeki Arap Camii’ne gidip baktım… Hep duyardım adını… Doğru söylemem gerekirse bugüne kadar ben de ilgi uyandırmamıştı nedense… Meğer ilginç bir yapıymış… Hakkında bin çeşit rivayet var… Emevi Kumandanı Mesleme b. Abdülmelik’in 715-717 arasında 13 ay süren İstanbul kuşatması sırasında inşa edildiği söyleniyor… Caminin bahçesindeki bir mezarın da ona ait olduğu söyleniyor… İspanya’dan göç eden müslümanların bu cami çevresine iskan edilmeleri üzerine burası Arap Camii adını aldığı söyleniyor… Tarihçesi mihrabın sağındaki duvara çakılmış… Caminin Mesleme’ye dayandığı uzun uzadıya anlatılmış…
Kesin belli olan bir şey varsa o da Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettikten sonra buradaki kilise camiye çevrilmiş… Fetihten sonra, kilisenin camiye çevrilmesi usulüne uyulmuş… Ama Vakıf defterlerinde Arap caminin adı, nedense “Galata Camii” olarak geçiyormuş… Arap Camii denmiyor… Bu isim halk arasında yayılmış sanki…
Kıble doğru olduğuna göre, sanırım önce cami, sonra kilise, daha sonra tekrar cami rivayeti daha akla yatkın… Çünkü buradan çıkan yüzden fazla İtalyan mezar taşı Arkeoloji Müzesi’ne götürülmüş… XIV. yüzyıl başlarında Dominiken tarikatı mensuplarının burada büyük bir manastır ile San Paolo ve San Domenico adına bir kilise inşa ettikleri biliniyor… XIV ve XV. yüzyılın ilk yarısında pek çok İtalyan buraya gömülmüş…
Kare planlı çan kulesi minare olmuş… Bu da Şam’daki Emeviye Camii minarelerine çok benzemesi de Arap Camii rivayetini desteklemiş olabilir… Minare, dikdörtgen çan kulesinden dönüşmüş… Bu minare camiyi biraz da heybetli kılıyor… Blok halindeki gövde ve üstüne giydirilmiş sivri bir külah… Sanat tarihçisi değilim ama kıble tarafındaki kısım gotik, mihrap ve hünkar mahfili barok üslupta… Camii yanmış, birkaç kez elden geçirilmiş… Dolayısıyla ne olmuş detaylı araştırmayı gerektirir…
Mimarisine dair rivayet çok dedim ya, bir rivayeti de bahçede yaşlı bir adam anlattı… Doğru mu bilemem… Benden aktarması… Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’ya İstanbul’dan taşınan gizlice silah ve cephane taşıma merkezlerinden biri de Arap Camii’nin bahçesiymiş… Camide tabutlara doldurulan silah ve cephaneler sözde cenaze namazının ardından Yağkapanı’ndan mavnalarla İnebolu’ya ve oradan da Kuvay-i Milliye’ye ulaştırılmış…
Arap Camii, Galata’nın atmosferine önemli bir katkı… Ayrıca Osmanlı, Bizans ve Ceneviz kültürlerinin izlerini de taşıması ayrı bir zenginlik… Üç devri birarada yaşamak isteyenlere bu havaliyi gezmelerini tavsiye ederim… Burası sanki İstanbul’un sanki gizli bir hazinesi gibi…
İlk yorum yapan siz olun