Mektupların ortadan kalkmasıyla birlikte, vicdanlar da kayboldu.
Oturup bir mektup yazmak isteseniz eliniz varmıyor.
Hangi vicdana yazacaksınız?
Kime sesleneceksiniz?
Yetmiş dört yıldır Filistin’de bir soykırım yaşanıyor.
Adım adım evler, araziler, dükkanlar işgal ediliyor, yakılıyor, yıkılıyor, sahipleri direnince ya öldürülüyor, ya da hapse atılıyor, ölümler ve zulümler yıllar içinde sıradanlaşıyor.
Filistinlinin ölümü artık haber değeri taşımıyor.
Kanıksadık, alıştık, bağışıklık edindik.
Sustuk, sindik.
Kurbağanın yavaş yavaş alıştırılarak kaynatılması gibi bir hal aldı bedenlerimiz.
Filistinlinin yaralısı, sakatı, kanı akanı, ölüsü için ne ‘biz’ dediklerimizin, ne de dünyanın kılı kıpırdamıyor.
Tüm dünya ile birlikte bizim de vicdanlarımız nasır tuttu.
Vicdanlarımız Nietzsche’nin dediği gibi çürüdü.
Hani Nietzsche’nin meczubu çıkıp ötede, beride, pazar yerinde, meydanlarda bağırıyor ya:
“..İçiniz çürüdü,
Tanrı’yı öldürdünüz,
çürüttünüz…”
Evet, bu çağın insanının kalbi çürüdü, zulme ve zalime karşı tamamen duyarsız olduk.
“Bizim” dediklerimizin sesi de bir Nicolas Maduro kadar bile çıkmıyor.
2016 yılında, Gazze’de kendisini İsrail tankının önüne atarak hayatına son veren Amerikalı aktivist Rachel Corrie kadar zaten hiçbirimiz olamadık, olamayız.
Kime yazayım ben bu mektubu?
Kime anlatayım Filistin’de yetmiş dört yıldır aralıksız olarak insanlık suçu işlendiğini, topraklarının işgal edildiğini, ibadetlerine engel olunduğunu.
Direnenlerin kemiklerinin kırıldığını, zindanlara atıldığını, türlü işkenceyle öldürüldüğünü, evlerinin başlarına yıkıldığını, kime anlatayım?
Bu çağın insanının kuruyan vicdanlarını, çürüyen kalplerini, zehirlenen kanını nasıl değiştireceğiz?
Hani, Hz. İsa size, “Bir yanağınıza tokat vurulursa, öbür yanağınızı çevirin.” demişti.
Bunca zamandır azgın bir azınlık olan siyonistlere destek vererek bu zulüm ve katliamların esas sorumlusu olan ABD’nin şimdiki başkanına sormak lazım, sen Hristiyan değil misin, o koltuğa oturmadan önce, İncil üzerine yemin etmedin mi?
Hz. İsa sana demedi mi bunu?
Ya diğer Batılılar, siz Hristiyan değil misiniz, niye susuyorsunuz bunca yıldır yapılan bu katliamlara, bu zulümlere, bu işkencelere neden ses çıkarmıyorsunuz?
Peygamber katillerine zaten hiçbir şey demiyorum; onlar, mazlum rolünü oynayarak, mazlumu katletmenin her çeşidini çok iyi bilirler.
Bunca yıldan beri, bunca cinayeti zerre kadar insani kaygı duymadan işleyenlere ne diyebilirim ki?
Geriye kaldı bizimkiler..!
Bizimkiler mi dedim?
Bizimkilerde vicdan değil, insanlık bile kalmamış.
Bu dünyanın sırça saraylarında oturan, trilyonlarca dolarlık dünya serveti üzerinde tepinen, insanlığın yüz karası olan ve zilletin çukurunda debelenen zavallılara değil mektup yazmak, onlara acıyorum sadece.
Bu durumda, Yunusleyin yollara düşüp:
“Kastım budur şehre varam,
Feryad-u figân koparam.”
diyerek ve dirilerden umudu keserek, bu mektubumu; ölülerin en şereflilerinden birine tahtını, hayatını ve bütün evlad-ü iyalini Filistin’i siyonistlere yurt olarak vermediği için kaybeden ve adeta bugünleri görerek direnmiş olan merhum Sultan Abdülhamid’e;
Rıza Tevfik’in diliyle, bazı satırları çıkararak yazayım.
Bu şiir ayrıca, 1947 yılında Büyük Doğu Dergisi’nde yayımlanarak, “Türk Milleti’ne Hakaret ettiği” iddiası ile üstad Necip Fazıl’ın hapsine de sebep olmuştur.
Son saldırılarda şehit sayısı kırkı geçen Filistinli şehitlere rahmet, sayısı 275’i geçen yaralılara da Rabb’ımızdan acil şifalar diliyorum.
Sultan Abdülhamid Han’ın Ruhaniyetinden İstimdat
Nerdesin şevketli Abdülhamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan!
Şu nankör………… bak günâhına!
Târihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek, ey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyâsî Padişâhına.
Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürdük atalar kıblegâhına.
Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana.
Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
Yuh olsun bunların ham ervâhına!
Çok kişiye şimdi vatan mezardır,
Herkesin belâdan nasîbi vardır,
Selâmetle eren pek bahtiyardır,
Harab büldânın şen sabahına.
Milliyet dâvâsı fıska büründü,
Ridâ-yı diyânet yerde süründü,
Türkün ruhu zorla âsi göründü,
Hem Peygamberine, hem Allâh’ına.
Lâkin sen sultânım gavs-ı ekbersin
Âhiretten bile himmet eylersin,
Çok çekti şu millet murada ersin
Şefâat kıl şâhım sen bu halkına…
Rıza Tevfik Bölükbaşı
NOT: Derginin Genel Yayın Yönetmeninin resmi olarak açıklamasına rağmen, art niyetli bazı kimseler hala Yedi İklim Dergisi’ni, son yapılan KPSS sınavındaki “yolsuzluğa” adı karışan Yediiklim yayınevi ile karıştırıyor veya sosyal medyada maksatlı paylaşım yapıyorlar.
Bir kez daha altını çizerek biz söyleyelim:
Genel Yayın Yönetmenliğini Ali Haydar Haksal’ın yaptığı ve yıllardan beri onurlu çizgisini sürdüren, onlarca genç insanın eline kalem veren kültür, sanat ve edebiyatımızın yüz akı olan Yedi İklim Dergisi’nin isim benzerliği olan yayınevi ile hiçbir yakınlığı, kan bağı, tanışıklığı yoktur ve olmamıştır.
https://www.haber7.com/yazarlar/ferman-karacam/3249102-sultana-mektup
İlk yorum yapan siz olun