İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kapalıçarşı, kutsal mekan…

Esmer Erdem

Her detayında bir hikâye saklanmış olan mücevherlerin ustaları, dergâh gibi atölyelerde caz ve klasik müzik dinleyerek çalışırlarmış

Yazın ada vapurundan inip Cağaloğlu yokuşundan Nuruosmaniye’ye ağır ağır yürüyen şık İstanbul beyefendilerine hayranlıkla bakılırdı.

600 yıllık, dünya markası Kapalıçarşı, yüzlerce önemli kişiye mücevher yapan atölyeleri ile, devlet başkanlarına yaptıkları özel hediyelerle, tesbih, yüzük, kılıç, broş, sorguç gibi dönemsel mücevher/objeleri ile bir okuldur demekle haksız değiliz.

Mutlaka bir Kapalıçarşı müzesi olmalıdır ve olmaması büyük kayıptır. Çünkü hafızası korunmamakta. Derneksiz, vakıfsız, arşivsiz, kime ne yapıldı kayıtları olmayan, hangi vitrinleri taşıdığı saklanmamış ve giderek yozlaşan bir duruma hızla sürükleniyor.

Avedis Kendir bir daha yetişmeyecek.

Elmas montür ustaları yeniden doğmayacak.

Aznavur işini sadece müzayedelerden gören bir nesil, nasıl yapıldığını bilmeyecek.

Tombak nedir, tarihe kaydedilecek ama nasıl yapıldığını bilen kalmayacak.

Esansçılar, camlı kapakları iki yana açılan ahşap dolaba dizdikleri incecik metal şişelerdeki esansları satmak için kollarında taşıyarak sokak sokak gezmeyecekler.

Ara Usta, Selek Han’da cam mine yapmayacak.

Bu örnekler yüzlerce. Bunları belgeleyip doğru biçimde kayıt altına almaz isek, geleceğe bırakacak miraslarımız azalacak.

Kapalıçarşı’daki tarihi Varakçı Han’da çırak olarak başladığı zanaatını 55 yıldır aynı dükkanda sürdüren Partam Derderyan, yüzlerce yıllık mıhlayıcılık mesleğini yaşatmaya devam ederken, kendisinden sonra bu mesleği yürütecek gençler yetiştiriyor.

Anadolu kuyumculuk sanatının ve tarih boyunca takı tasarımının 5000 yıllık bir geçmişe sahip olduğunu bildiğimizde, şehir uygarlıklarının gelişmeye başladığını da bilmiş oluruz. Uzmanlaşmış zanaatkârların içinde en temel noktanın kuyumculuktan geçtiğini ve süs eşyaları üretmenin ayrıcalıklarını deneyimlemiş olmanın özel bir bilgi ve hafıza taşıdığını bilmeliyiz.

Becerikli ellerde şekillenen incecik altın astarlar, insanın içini ısıtan bir sıcak sarı renktedirler.

Gümüşler pırıl pırıl olurken eller simsiyahtır.

Değerli taşların ışıltısı başka bir hayat verir metale.

Alacahöyük ve Truva, bronz çağı yerleşimlerinde bulunan çok sayıda altın takı ve krallık sembolleri, kıymetli metal işleyen ustaların elinde birer kuyumculuk başyapıtı oldular.

Anadolu’nun kadına değer veren ve baştacı ederek Ana Tanrıça ile özdeşleştiren sosyal ve kültürel anlayış Anadolu kuyumculuğuna yön verdi.

Kadını tanrısal güzelliğe ulaştırma çabası ile, her biri sanat eseri değeri taşıyan mücevherler kadın için yaratıldı.

Topkapı Saray arşivlerinde Osmanlı İmparatorluğu döneminde kuyumculuğa verilen önemi anlatan birçok belge, sergilenen eserler ve saray atölyeleri anlatılır. Evliye Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde ise, Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadeliği sırasında kuyumculuk öğrendiği ve hanım sultanlara ve cariyelere kendi yaptığı mücevherleri taktığı da yazılıdır.

Padişahların kuyumculuk sanatı ile uğraşmış olmaları da ne kadar üst düzey bir sanat olarak değerlendirildiğini gösterilir.

Sorguçların muhteşem işçiliği, üzerindeki zümrüt, yakut, inci, opal gibi kıymetli taşların nasıl bir incelikle kullanıldığı yüksek sanat olarak açıklanabilir.

Topkapı Sarayı Hazine Dairesi ne kadar muhteşem bir değer taşımaktadır ki, halen hiçbir yoruma gerek duyulmadan üretilmesine rağmen varlığını korumakta.

Çağdaş Türk kuyumculuğuna gelirsek, uzun dönemdir ”kendini arayış” halindedir. Geleneksel ustalık korunmakla birlikte, ticari kaygılar ve teknolojik yeniliklerle, hızlandırılmış sistemlerle, hem estetik değerler gözden kaçmakta, hem de benzer modeller her alanda her yerde görülmekte ve tekrardan yorulmuş, ucuzlamış bir takım markalaşamayan üretimler her yerde var olmuştur.

Azalan Ermeni ustaların elde yaptıkları bir mücevherin zaman değeri ile, teknolojik bir tasarımın yapımı arasındaki fark açıktır. Bu da fiyatları doğrudan etkiler ve bu etkiyle de doğal olarak üretilenler birbirine benzer bir dil oluşturur.

Her dönemde farklı çizgilerde özel parçalar kullanmak isteyen aileler olacaktır. Özel günlerde, düğünlerde mücevher alıp verme geleneğimiz sürmekte ve yüzyıllarca da devam edecek gibi görünen bu gelenek, birçok sektörü ayakta tutmaktadır.

Mücevher tarihine bakarsak, insanlık tarihi ile süslenme sanatının bir arada gittiğini görürüz. Bedenlerinde farklılık yaratmakla başlayan süslenme sanatı, saç ve sakal ile başlayan, farklı kültürlerde doku değişikliğine varan, dövmelerle devam eden, uzayan kulak deliklerine takılan organik malzemeler ile yapılan büyük küpeler ve boyun kemiklerini deforme etmeye kadar giden büyük boyunluklar…

Kokulu malzemelerden üretilen takılar, bitkilerden üretilen ve çeşitli doğa hayvanlarından insanları koruyan takılar, kumaşların kenarında kullanılan baharatlar, süslü mendiller, çeşitli dini inançlara gönderme yapan süsler, güç simgesi sorguçlar, büyüler, muskalardan ve sembollerden üretilen takılar…

Ve göçlerle taşınan motiflerin dili…

Statü olarak kullanılan takılar ve aksesuarlar, okul armaları, askeri semboller… Üniforma takıları, metal düğmeler ve madalyalar… Asalet takıları, söz ve evlilik yüzükleri, asa taht sorguç gibi güç simgesi olanlar, Selçuk kartalı, ejderha ve her uygarlıkta var olan yılan yüzükler ve bilezikler…

Kemer tokaları, mücevherli saatler, 1500’lerin incili parfüm kutuları, incili zümrütlü mücevher kutuları, altınlı mineli taraklar, taşlı kama ve bıçaklar…

1700’lerde artık renkler, taşların ışıltısı, gösterişli madalyonlar, statü simgesi köstekli mineli altın saatler, kıymetli taşlarla yapılmış tesbihler ve mücevherler…

1800’lere gelindiğinde maden ağırlıklı takılar ve parlak metaller görürüz.

1900’lerde çöküşler, imparatorlukların değişmesi, saraylara ve şatolara el konulması sonucunda tüm antikaların açık artırmalarda satılması ve değerlerinin düşmesi dönemi başlar.

1930 – 1970 arasında geometrik formlar, sert hatlar, Cartier mücevherleri ve özgürleşen takı dünyasının etkileri ile tasma kolyeler geldi.

Uzun zincirler, dize kadar inen inci kolyeler, art nouveau kıvrımlı cam ve mineli takılar bize başka bir dönem getirdi.

2000’lerde daha da özgürleşen takı ve mücevher dünyası bambaşka açılımlar yarattı. Takılar inceldi, ağır mücevherler yerini günlük ve ufak kıymetli taşlarla yapılmış farklı bir takı/mücevher çizgisine oturttu. Dövmeler bütün vücudu kaplamaya, takıda tasarım öne çıkmaya ama imitasyonun da gerçek mücevherin kopyası olmasına giden teknolojik süreç, gerçek ustalık ve zanaat dediğimiz en kıymetli alana zarar vermeye başladı.

Siyasi kimliklerle oluşan rozet, iğne her dönemde ve her kültürde gördüğümüz şeyler. İnançların ve taşların yarattığı etkilere dayanılarak üretilen takılar ise yine ve her dönemde olacak. Hastalıkları tedavi ettiğine inanılan şifa tasları, şifalı gömlekler ve mesela bakır bilezikler. Her dönemde vardı ve olacak.

Astrolojide önemli bir yeri olan, altın ve gümüşün birlikte kullanılmaması gerektiği, gerekçe olarak da gümüşün Ay’ı, altının Güneş’i, demirin Mars’ı ve civanın Merkür’ü temsil ettiği anlatıldığı gibi önemli olan genetik hafızayı korumak.

Arşiv… Bilgi… Müze…


T24

Yorumlar kapatıldı.