1915 yılı Mayıs ayının 20’sinde gazetelerde bir kanun yayımlanır. Jamanak gazetesi başyazarı Yervant Odyan, İstanbul’dan Der Zor’a sürgün ve geri dönüş hikayesini (1914-1919) içeren ve Aras Yayıncılık ile Kor Kitap’ın birlikte yayımladığı ‘Lanetli Yıllar’ adlı kitabında bu kanun için şöyle diyor: “İki maddeden oluşan bu kısa kanun 1,5 milyon Ermeni’nin ölüm kararıydı. Ama o sıralarda felaketin büyüklüğünü anlayamadık.”
Sayfanın dipnotunda da önemli bir tarihsel hatırlatma var: “20 Mayıs 1331/2 Haziran 1915. Osmanlı Devleti, Nisan 1915’te Zeytun Ermenilerini Konya’ya göç ettirdi. Daha sonra bu kararın kapsamı genişletildi ve 27 Mayıs 1915’te Ermenilerin Halep, Musul ve Der Zor’a göç ettirilmelerine dair kanun çıkarıldı. Ermenilerin zorunlu göçüyle ilgili ‘Tehcir Kanunu’ olarak bilinen bu kanun, Dahiliye Nazırı Talat Bey’in girişimleriyle 27 Mayıs 1915 tarihinde sunulmuş, 1 Haziran’da Meclis-i Vükela tarafından karara bağlanmış ve 2 Haziran 1915’te yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur.” (s.51)
Krikor Beledian, kitap için yazdığı sunuş yazısından, Odyan’ın, İstanbul, Yeniköy’de dünyaya geldiğini ve Osmanlı anayasasını hazırlayanlardan Krikor Odyan’ın (1834-1887) yeğeni olduğunu, onunla beraber Fransa ve İtalya’ya gittiğini öğreniyoruz. Daha sonra orada Osmanlı konsolosu olarak görev yapan babasıyla Romanya’ya geçmiş.Beledian, Yervant Odyan’ın şahsına dair ölçülü ve vakur bir dil kullandığını, olan biteni fotoğrafik bir dille aktarmayı seçtiğini belirtirken, yazarın kitabın son sözündeki şu ifadelerini hatırlatıyor: “İşte benim üç buçuk senelik sürgün hikayem. Okuyanlar bu hikayeyi çok basit bir tarzda, hatta edebi olarak neredeyse işlenmemiş bir üslupla yazdığımı tabii ki fark etmişlerdir. Her şeyden önce gerçeği hikaye etmeyi, hiçbir doğruyu saptırmamayı ve hiçbir olayı abartmamayı istedim.” (s. 361)
Odyan’ın kitabı, artık tarih olmuş olan tefrika türünün güçlü örneklerinden birini oluşturuyor. Kendinizi bazen bir belgesel izlerken, bazen de otobiyografik bir roman okuyormuş hissi ile yakalıyorsunuz.
Tehcirin önce dedikodusu yayılıyor. 1. Dünya Savaşı’nın hemen başlarında bir ‘iç düşman’ olarak kodlanan Ermeniler, o söylentilerle sürgünün başladığı süreç arasındaki günleri nasıl yaşadı? Yervant Odyan’ın, tıpkı tehcir edilen diğerleri gibi üzerine atılı somut bir suçlama olmadığı halde ele geçmemek için saklanma ihtiyacı duyması, dostlarının evlerinde günler geçirmesi ve nihayet ‘hemen geri döneceği’ söylenerek evinden alınıp Pangaltı Karakolu’na götürülmesine giden süreçteki kalp atışlarını bile neredeyse birlikte hissediyorsunuz.
Sürgün yolculuğu sırasında ona ve onunla birlikte yola çıkarılanlara refakat edecek polislerin yol masrafları ve gündelikleri bile onlara ödettiriliyor. Tüm bunlardan sonra, tehcir sürecinin aynı zamanda Ermeniler’in mülksüzleştirilmesi ve bir servet aktarımı şeklinde işleme mantığı bir ayrıntıya dönüşmeye başlıyor. Sürgün günlerinde, hastalık saçan çadır kamplar yerine birkaç günlüğüne bir otelde konaklama izni çıkarabilmeniz için bile resmi görevlilere ya da onlara aracılık eden, günümüzün mafya figürlerinin torunlarına rüşvet vermeniz gerekiyor.
Yazar, İstanbul’dan Konya’ya oradan Suriye’nin çöllerine doğru uzanan sürgün yılları boyunca denk geldiği Ermenileri meslekleri, isimleri ve bazılarını da hikayeleriyle kitabına taşımış. Döneceği konusunda pek ümitli olmadığı, ama kendisini de hiçbir zaman bırakmadığı bu ölüm yolculuğuna dair notlarını yarın okuyanlar için belki bir tanıdıklarının isimlerine denk gelebilirler düşüncesiyle titiz bir biçimde tutulan notlar bunlar. Bu ölüm yolculuğu sırasında, yol işçiliğinde çalıştırılırken ölenlerden, açlık ya da çeşitli hastalıklar sonucu ölenlere kadar uzanan çok sayıda not var kitapta.
Yervant Odyan kendisi gibi sürgünden dönmeyi başaranlar arasında, evlerini, tüm eşyaları alınmış bir yıkıntı olarak bulanları da anlatmış.
Yazar, kitabının son sözünde, “Şunu da söylemeliyim ki, başımdan geçen türlü belaya rağmen en şanslı sürgünlerden biri oldum” diyor. Gerçekten de burun buruna geldiği bir ölüm riskinden nasıl kurtulduğuna, ayakları kan içinde o uzun yolculukları nasıl tamamladığına tanıklık ettikten sonra siz de biraz böyle düşünüyorsunuz.
Suriye savaşı sırasında, Suruç’ta ilk göçlere tanıklık ederken, Halep’ten ailesiyle gelen bir Ermeni ile konuşmuştum. Büyüklerinin 1915’te Türkiye’den Halep’e sürgün gittiğini, şimdi kendisinin de IŞİD’in saldırıları sonucu, büyüklerinin sürgün edildiği topraklara geri dönmek durumunda kaldığını anlatmıştı. Kim bilir, Yervant Odyan’ın hikayesini anlattıklarından biri de belki onun yakınlarıydı.
Ve yıllar sonra Hrant Dink’in, gazetesi Agos’un önünde katledilmiş olması gerçeği, sanki dönülememiş bir tehcir yolculuğu gibi içinize yeniden oturuyor.
https://www.evrensel.net/yazi/91322/bir-basyazarin-surgunu-yervant-odyan-ve-lanetli-yillar
İlk yorum yapan siz olun