İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Din adamları 

Özdemir İnce

Batı uygarlığı tarihinden söz ederken Rönesans ve Reform’dan başlanır… Başka yerlerde nasıldır bilimiyorum ama “Reform”bizde “dinde reform” olarak anlaşılmıştır. Yanlıştır. Reformu başlatan Luther, İncil’i Latince’den Almancaya çevirmiş kilise kurumunu (Papalık ve kadrosu) eleştirmiş ancak Almancaya çevirirken kutsal kitaba sadık kalmıştır. Dinde reform olmaz, dinin kuralları ve içeriği değiştirilemez ama dinin kurumlarının yapısı ve zihniyet dünyası değişir, dolayısıyla din adamları da değişir, gelişir (reforma uğrar). Din çağdaşlaşmaz ama din kurumu ve din adamı değişmek zorundadır. Yani eşeğe binen, Dünya’nın düz olduğuna ve Güneş’in Dünya çevresinde döndüğüne inanan 7. yüzyıl din adamı (imamı, hocası) günümüz Diyanet İşleri Başkanlığı’nın personeli olamaz. 1940’larda öğretmenlerimiz kesinlikle din eleştirisi, karşıtlığı yapmazlar ama “Ah şu cahil, şu yobaz hocalar yok mu…” derlerdi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) cumhuriyetçi, devrimci ve laik entelijansiyasıyla (Intelligentia, düşünür, aydın topluluğu) çatışmasının nedeni budur ve bu çatışma DİB’nin iktidarın hizmetinde siyasallaşmasından kaynaklanmaktadır.

Anayasamızın 136. maddesi DİB’nin yasal konumunu tanımlar: “Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, LÂİKLİK İLKESİ DOĞRULTUSUNDA bütün siyasî görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.”

DİB, bütün işlerinde laiklik ilkesine uymak zorundadır. Anayasa ve yasalara karşı yaptığı işler eleştirildiği zaman avukatları hemen savcılığa başvurmakta ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” başlıklı 125. maddesine göre cezalandırılma istemektedir. Sonuncu şikâyetleri üzerine bir kez daha ifadem alındı. Normal koşullarda laikliğe aykırılıktan dolayı soruşturma açılabilecek bir demeci eleştirdiğim için hakkımda bir kez daha şikâyette bulundular. Bu göz korkutmak amaçlı şikâyetlerin taciz düzeyine geldiğini söylemek isterim.

***

Çağın en az bin yıl gerisinde, bilime aykırı dogmalarla insanları efsunlamaya çalışan din adamlarıyla ilgili olarak İlhan Arsel’in Toplumsal Geriliklerimizin Sorumluları Din Adamları (Kaynak Yayınları, 3. basım, 1996) adlı kitabını yardıma çağıracağım:

“Matbaanın keşfi üzerine Papa’ya yazdığı mektubunda İngiltere Kralı Henry VII’nin ünlü Başpapazı Cardinal Wolsey (1471-1530) şöyle diyordu. Matbaanın keşfedilmesiyle kitab yayınlarının çoğaldığı ve  eğitim ve öğrenimin geliştiği doğrudur; fakat ayni zamanda (fikir ve görüş) ayrılıklarının oluştuğu da bir gerçektir. (Bunun sonucu olarak) kişiler, Kilise’nin yerleştirdiği îman ve akideler konusunda düşünmeğe ve sorular sormağa başlamışlardır. Din kitaplarını okuyor, anlıyor ve  kendi anladıkları dilde ibâdet ediyorlar. Bu (nedenle) kendi kendilerine, din adamlarına artık gerek bulunup bulunmadığı sorusunu sormaları söz konusudur. Eğer herkes kendi bildiği dilde ve kendi anladığı şekilde Tanrı’ya ibâdet etmeğe kalkacak olursa… böyle bizim mensup bulunduğumuz din adamları sınıfının çok zararına olur.. Din esaslarının din adamlarından gayrı hiç kimse tarafından bilinmemesi koşul olmalıdır…” (s. 18).

Son 20 yılda, devlete ve halka hizmetle görevli DİB’nin anayasasının 136. maddesine aykırı olarak hükümet emrine girmesine tanık olmaktayız. İşsizlik, yoksulluk, açlık, rüşvet ve haksız kazanç konularında ağzını açmayan DİB’nin Erdoğan’ın “Önce elimizdekilere şükür edeceğiz” sözlerinden sonra “Şükür Sana Şekûr” başlıklı hutbe okutması siyasallaşmanın son kanıtıdır.

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ozdemir-ince/din-adamlari-1953809

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın