İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Zürafa Sokak: İstanbul’da fuhuşun belleği

Zürafa Sokak bugünlerde yıkıldı yıkılacak. Devasa demir kapının karşısındaki minik kulübedeki “emanetçi” de yok artık, çaprazındaki birahane de, sıhhi banyo da…

Halûk Uluhan

Zürafa Sokak pandemi öncesine kadar çalışan bir sistemdi. Salgınla birlikte kapandı. Ve bir dönemin sonu geldi. Şimdi yıkıldı, yıkılıyor.

Klasik söylemle dünyanın en eski mesleği tabii ki İstanbul gibi dev bir liman kentinde, denizcilerin, tüccarların, kültürlerin yol kavşağında da icra edilecekti. Aksi düşünülebilir mi? Nerelerde, hangi semtlerde sorusuna en iyi cevap galiba “İstanbul’un her yerinde” olacak. Biraz eşelediğimizde Eminönü, Aksaray, Edirnekapı, Bülbülderesi gibi semtlerin de adına rastlıyoruz.

Haliç bir liman. Liman kentlerinin en bilinen özelliklerinden biri de fuhuş ve fahişeler.

Oldum olası, Antik Yunan’dan, Roma’dan, Bizans’tan beri rıhtımlara yakın yerlerde gerek evlerde gerekse kuytu köşelerde icraat varmış. Osmanlı dönemine gelince, İslam kültürü ile örtüşmediği söylense de fahişeler ve muhabbet tellalları şeytanlaştırılsalar da bu iş elbet yapılmış, yapılacak. Sofular için “müta nikahı” diye bir şey boşuna icat edilmemiş İslam’da.

Eminönü-Bahçekapı’da Melek Girmez Sokağı varmış. Osmanlı İmparatorluğu’nda Yeniçeri Ocağı’nın artık iyice bozulup çıban başı haline geldiği dönemde burası fuhuş ve cinayet yuvası olan bir sokakmış. Alt katları dükkân olan dip dibe ahşap yapılar, kahvehaneler ve kayıkhaneler varmış. Üst katlar da “bekâr odaları” olarak kiralanırmış. II. Mahmuddöneminde buraya 31. Yeniçeri bölüğü bakarmış ve Süleyman Ağa nâm Yeniçeri ağasının arpalığıymış. 1813 yılı kayıtlarında burası “Melek Girmez fuhuş yatağı” olarak yer almış.

Malumunuz II. Mahmud 1826 yılında Yeniçeri Ocağına son veren padişahtır.

1812 yılındaki büyük veba salgınının müsebbibi olarak fuhuş, kaynağı olarak da Melekgirmez Sokağı kabul edilmiş. Tüm yapılar yıktırılmış. Bazı odalarda vebalı veya vebadan yeni ölmüş kadınlara da rastlanmış.

Ahmet Rasim, Fuhş-i Atik kitabında şöyle diyor:

“Yeniçeriliğin son yıllarında, bu asker ocağı bir haşarat haline gelmiş ve kayıkçı, mavnacı, hammal gibi berâk uşakları yeniçeri yazılıp, Bahçekapı iskelesi ve civarını türlü fuhuş ve rezaletin sokaklara taşdığı bir semt haline getirmişlerdi. Kayıkhaneler ve kahvehanelerin üzerinde bekar odaları bulunurdu. Buraya ‘Melek Girmez Sokağı’ denmişti. Veba salgını çıkınca buralara baskın yapıldı ve kapatıldı.”

Genelevler yıkılmış, yerine 1814’te Hidayet Camii yapılmış. Caminin adı özellikle seçilmiş olmalı. Bugün aynı yerde aynı isimde 1887 yapımı camiyi görüyoruz. Bir Alexandre Vallaury eseri.

Osmanlı’nın her döneminde fuhuş varmış ama bilinen ilk yerleşik genelevler Sultan Abdülaziz döneminde kurulmaya başlamış.

Ve tabii Beyoğlu, yani Pera ve Galata.

Beyoğlu denince fuhuş ve muhabbet tellallığı sektöründe hem Cadde-i Kebir’in, yani İstiklal’in ara sokaklarını, hem Dalan yıkımından önceki Tarlabaşı sokaklarını anlamalıyız. Bunların en ünlüsü Abanoz’muş, Tarlabaşı Caddesine paralel, Balo Sokak ile Atıf Yılmaz Sokak arasında uzanan Abanoz Sokağı, günümüzdeki adıyla Halâs. Yeni ismi de ilginç olmuş. Halâs, kurtarıcı demek.

Tarihsel gezimizde ileri doğru bir sıçrama yapalım: 1946 yılında Amerikan Missouri Zırhlısı’nın İstanbul Boğazı’na demirlemesi, Amerikan bahriye askerlerinin Pera ve Galata’nın malum sokaklarını ziyaretleri, hatta bazı evlerin tertemiz badana edildiği konusu edebiyatımızda sıkça işlenmiştir. Bu ziyaret ve çevresinde gelişen olaylar Türkiye’nin siyasi tarihinde bir dönüm noktasını temsil etmesi nedeniyle önemli tabii.

Özellikle Beyoğlu içkili eğlence mekânlarıyla ünlü. Kimine göre Avrupa’yı kıskandıracak kadar güzel ve kaliteli, kimi burun kıvıranlara göre ise Avrupa özentisi sonradan görme mekânlar. Tam Levantenlere göre işte. Ecnebi turistler, tüccarlar, elçiliklerde çalışanlar, tercümanlar için ayrı bir dünya imiş şu Beyoğlu. Bugün Galataport dedikleri Ceneviz rıhtımından Pera’ya çıkarken genellikle kullanılan Yüksekkaldırım sağlı sollu birahane ve şaraphane doluymuş.

Birinci Dünya Harbine girildiği yıllarda İstanbul’da fakirlik ve zenginlik, sefillik ile zevk düşkünlüğü bir aradaymış. Savaş kaybedilip İstanbul işgal edildiğinde bu durum artmış. İşgal kuvvetleri askerlerinin, subaylarının harcadığı paralar şehirdeki sefahati artırmış. Yakup Kadri, Ahmet Rasim gibi yazarlar bu atmosferden esinlenerek eserler yazmışlar. Şehir adeta bir Sodom ve Gomorra ortamıymış.

Akademisyen Turgay Karayer‘in çalışmasında şu satırlara rastlıyoruz:

“…İstanbul’da fuhuş yapmak, umumhanelerde çalışmak Tanzimat’tan önce gayrimüslim kadınlarla sınırlıydı. Özellikle İstanbul’da Kırım harbinden sonra gayrimüslim nüfusu önemli bir artış göstermiştir. Bu dönemde Gayrimüslim kadınlar fuhuşun en önemli faktörünü oluştururdu. Yine bu dönemde fuhuş Osmanlının daha önceki yıllarına kıyasla artık daha yumuşak karşılanır oldu. Bazı koşullar çerçevesinde de bu tür faaliyetlere göz yumulmuştur. Osmanlıda ilk vesikalı genelev 1850’lerde Galata’da açılmıştır. Bu genelevin açılma sebebi fuhuşu yaygınlaştırmak değil yasa dışı olarak yapılan bu durumu kontrol altına alabilmekti.

Harb-i umumi ve mütareke yıllarında belli başlı üç eğlence ve umumhane mıntıkası vardı. Bunların başında Beyoğlu’nda Galata ve Abanos geliyordu. Anadolu yakasında da iki mıntıka vardı ve bunların dışında Kasımpaşa’ya düşük gelirli Müslümanların gittiği evler, Şişli’de ise yüksek gelirli Müslümanların gittikleri genelevler bulunmaktaydı. Devletin resmi tarihçisi Ahmed Lütfi Efendi, Pera’da genelev, bar vb. gibi yerlere izin verildiği için hükümeti ve semt halkını ahlaken gevşek olmakla suçluyordu. Osmanlı’nın son dönemindeki fuhuşun mekânını en iyi tanımlayan yazarlardan biri de Ahmed Rasim’di. Onun yazdıklarına göre, Kemeraltı, Kömürcü sokağı, Yüksekkaldırım, Kuledibi, Kalyoncukuluğu, Çiçekçi, Yenişehir ovası köprünün diğer yakasındaki yeni camii civarı şırfıntı takımını yüze çıkarmıştı. Şehrin sur haricinde, Üsküdar’ın tepelerinde, Haydarpaşa’ya doğru sarkan serviliklerde ‘mezarlık orospusu’ diye adlandırılan meslek erbabı çok eskiden beri ‘icra-i sanat’ eyliyordu…”

Fuhuş sektörünün müşterisi her daim var. Bu hâlâ böyle ve her ülkede böyle. Peki ya çalışanlar, seks işçisi kadınlar kimlermiş? Ya çalıştıranlar?

Sektöre Yahudiler başta olmak üzere Rum ve Ermeniler hâkimmiş.

Özellikle Kırım Savaşı sonrası şehirde değişik diller konuşan insan sayısı artmış. Savaş tüccarları, yabancı askerler, asker kaçakları…

Polonyalı Aşkenaz Yahudilerin satın aldıkları genelevler, göç ile gelen ve yoksulluk çeken Yahudi kadınlara bir gelir kapısı olmuş. Bu genelevlere müşteri bulanlar yine birkaç dil bilen ve Galata Limanı’na gelenlere rehberlik yapan Yahudilermiş. Bir anda piyasanın hâkimi olan Polonya Yahudisi muhabbet tellalları ve fahişeler diğer sinagoglarda kendilerine yer bulamadıkları, dışlandıkları için bir ibadethaneye ihtiyaç duymuşlar ve padişahtan 1896 yılında bir irade almışlar. Arsa satın alınmış ve Yeni Işık anlamına gelen Or Hodeş Sinagogu inşa edilmiş. Tam da Alageyik Sokağı ile Zürafa Sokağı köşesinde. Ve böylece İstanbul’da yasal fuhuşun adresi artık belliymiş. İstanbul’da Aşkenaz nüfusu azalınca Gürcü Sefarad Yahudi kadınlara tahsis edilmiş. Alt katını da zaman içerisinde yaşı ilerlediği için talibi olmayan Yahudi seks işçilerine bir tür huzur evi yapmışlar.

Zürafa Sokağın hemen üstünde, Yüksekkaldırım’a cepheli, bugün hâlâ faaliyette olan büyük Aşkenaz Sinagogu vardır ki, Avusturyalı Aşkenazlar tarafından 1900 yılında açılmıştır (Naim Güleryüz). Yani, bu iki sinagog hemen hemen yaşıttır. Yaşıt bir Aşkenaz sinagogu daha var bu bölgede: Avusturyalı Terziler Loncasının yaptırdığı Tofre Begadim. Bugün bir Kültür Merkezi.

Or Hodeş 1985 yılında Hahambaşılığın kararıyla satılmış.

Günümüzde hüzün verici bu metruk mekân gülümseten anekdotlarda da geçiyor. İstanbul Aşkenaz Cemaati bu “fahişeler sinagogundan” çok rahatsızlık duymuş olacak ki, burayı satın almak istemiş. Çünkü dînî mekân genelevlerle özdeşleştirilerek anılır olmuş halk arasında. Bazı Yahudi genelev sahipleri sinagogda ibadet etmeye devam etmek şartıyla satışa razı olmuşlar. Bu sefer cemaat de buna razı gelmemiş. Sinagog bir ara kapatılmış. Sonra çevresi duvarlarla örülerek tekrar açılmış. Büyük Savaşın başında, 1915’te, Talat Paşa‘nın sıkı dostu ve neredeyse diktatörce yetkilerle donatılmış bir Emniyet Müdürü olan Osman Bedri Bey fahişleri, pezevenkleri, mamaları derdest edip “casustur bunlar” diye sınır dışı etmiş. Kentteki yabancı misyon şeflikleri rahat nefes almış. Çünkü polis müdürünü galeyana getirenler onlarmış. Hatta isim listeleri vermişler Osman Bedri Bey’e. O zamanın Amerikan sefiri bu durumu ülkesine rapor ederken “çetenin faaliyetleri sahte bir sinagog altında yürütülüyordu” diye yazmış. Nereden nereye…

İstanbul’da fuhuş dendiğinde az bilinen bir konudur bu. Daha çok Ermeni Madam Matild Manukyan‘la özdeştir İstanbul’un profesyonel, kontrollü seks yaşamı. O da yıllarca vergi rekortmeni oldu. Müslüman Türkiye’de bir Ermeni genelev maması en çok vergi ödeyen insandı. Zürafa Sokak’taki binaların çoğu onun işletmesiydi.

Zürafa Sokak bugünlerde yıkıldı yıkılacak. Devasa demir kapının karşısındaki minik kulübedeki “emanetçi” de yok artık, çaprazındaki birahane de, sıhhi banyo da. Halbuki İlhan Berk‘in tabiriyle sinirlerini burada gevşeten asabî İstanbul delikanlıları önce birayla cesaret kazanır sonra diğerine cüzdanlarını emanet ederlerdi. Ardından “büyük adam” pozu takınıp polis kontrolünden geçmek üzere… Prosedür böyleydi. Kapılarda yığılma çoğalınca hiçbir şey göremeyen arkadakilerden bildik bir nida gelirdi: “Hop! Önce gelen beyler…”

Şimdi ne olacak? Kontrollü fuhuş nerede icra edilecek? Önce gelen beyler nereye gidecek?

https://t24.com.tr/yazarlar/haluk-uluhan/zurafa-sokak-istanbul-da-fuhusun-bellegi,34184

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın