Suzan Nana Tarablus´un yeni kitabı Varlık Yayınlarından çıktı: ´Baba Bize Neden Dönme Diyorlar?´
Nermin Ketenci
Bilindiği üzere Müslümanlığa geçen Yahudiler ‘dönme’ diye anılıyor. “Her yere, hiçbir kabiliyetleri olmadığı halde, sadece Sabetayistlerin gelmesine isyan ediyorum… Bütün köşe başlarını tutmuşlar. Bugün eğlence sanayiine, televizyon sanayiine, reklam sanayiine İbrani olmayan giremez; bunu açıkça söylüyorum.” Bu cümleler ortalarda görünmediği için artık unutulan Yalçın Küçük’e ait. Küçük’e bakarsanız bütün Mehmet Ali’ler, Abdullah Gül, Tarkan, Deniz Akkaya, Beren Saat ve birçok kişi Sabetaycıydı. Sonra her yerde Sabetaycı arama işini Soner Yalçın devralıp bu saçma listeye Adnan Menderes, Ahmet Davutoğlu gibi isimleri eklemiş. İşler iyice büyümüş; başka biri de Soner Yalçın ve Sözcü yazarlarının gizli Ermeni ve gizli Yahudi olduğu iddiasını ortaya atmış. Öyle garip kriterler koyulmuş ki, ince eleyip sık dokusanız, ülkenin yarısı Sabetaycı.
Gen haritasına bakarsak Türkiye’de yaşayan nüfusun en yakın genetik akrabası Ermeniler. Orta Asya ile akrabalık bağları yüzde 10 civarı, Yunanistan ve İtalya ile de akrabalık var. Yani liste tutanlar gen analizi yaptırsalar kim bilir nasıl bir sürprizle karşılaşacaklar! Zaten Yalçın Küçük, “Sabetayistler olmasaydı, bu cumhuriyeti kuramazdık… İbrani olma ihtimalini yüksek tutuyorum. Bundan da hiç rahatsız olmam” demiş. Bu çelişik fikirlerin ardından hatıralarda sadece komplo teorileri kalmış.
Sabetay Sevi
Sabetay Sevi, 1626’da Yahudi bir ailenin çocuğu olarak İzmir’de dünyaya geldi. Genç yaşında geleneksel Yahudi eğitimini bitirip haham olmasının ardından, kendisini ‘Mesih’ ilan etti. Bu çıkış karşılık buldu ve inancı Londra’dan Moskova’ya, Fas’tan Yemen’e kadar geniş bir coğrafyaya yayıldı. Ruhani yaklaşımları, Tasavvuf ile Kabala’yı harmanlayan bir ibadet tarzına dayanıyor.
Durumdan rahatsız olan Osmanlı tarafından hapse atılması ve işkence görmesi, Mesihlik söylencesini güçlendirdi. Sevi’ye idam veya İslam’a geçiş seçenekleri sunuldu. Sevi böylece Müslüman oldu. Bunun üzerine takipçileri “Mesih ihtida ettiyse bir hikmet vardır” deyip Müslümanlığa geçti. Aktardıklarına göre, dışarıda çoğunluğa uyumlular, içeride bildikleri hayatı yaşıyorlar. 18. yüzyıl başında yaklaşık 1500 kişi olan cemaat, 19. yüzyılda Selanik’te uluslararası bağlantısı en güçlü, en eğitimli kesimi oluşturuyor. 20. yüzyıl başında 10-15 bin kişilik bir topluluğa ulaşıyorlar. İyi eğitim almış, kalifiye insanlar bürokraside, diplomaside vs. etkin pozisyonlara geliyor. O dönemde Balkanlar’da misyoner okullarının açılmasına cevaben Osmanlı, Selaniklilerin Terakki ve Feyziye okullarına destek veriyor.
Cumhuriyet’in kuruluş döneminde de Selaniklilerin katkıları devam ediyor; edebiyattan bürokrasiye, finanstan endüstriye kadar birçok alanda önemli roller alıyorlar. Bu bilgilerin kaynağı olan Cengiz Şişman’a göre, Türkiye’de ve yurtdışında yaklaşık 70-80 bin Selanikli var.
Baba bize neden dönme diyorlar?
‘Baba Bize Neden Dönme Diyorlar?’ Suzan Nana Tarablus’un dördüncü kitabı. Diğer üç kitapta İstanbullu Yahudiler konuşmuştu; artık oturmadıkları semtlerde bıraktıkları evleri, komşuları, işleri-güçlerini anlatmışlardı, kimlikler açıktı. Arada bir tehlike yaratan toplumsal gerginliklere rağmen durum ‘bir şekilde’ idare edilmişti. Tarablus şimdi çözülmesi daha çetrefilli bir yumağı eline alıyor: Portekiz pasaportu konusuyla gündeme gelen, Yahudi geçmişleriyle ‘Dönmeler…’ Onlara ‘Selanikli’, ‘Sabetaycı’, ‘Maaminim’ de deniyor. Röportaj verenlerden bazıları ‘Dönme’ meselesine alınganlık göstermemiş, bazıları da hoşlanmadıklarını belirtmiş. Ben ‘Selanikli’yi kullanmayı seçiyorum; insanlar aldırmama aşamasına gelse, literatüre böyle geçse bile, komplocu bir çağrışımı var.
Kitap Suzan Nana Tarablus’un Selaniklilerin üç grubundan bireylerle yaptığı röportajlardan oluşuyor. Önsözü ‘Suskunluğun Yükü’ kitabının yazarı CengizŞişman’ın kaleminden… Dışarıya açılmaya pek gönlü olmayan insanları konuşmaya ikna etmek herhalde zor olmuştur, ancak deneyimli gazeteci Tarablus bunu başarmış. Selaniklilerin kendilerinden bahsetmek istememeleri normal, çok eskiden tehditle din değiştirmişler, ‘samimiyetleri’ sürekli sorgulanmış, ‘D’ diye işaretlenmişler… İşaretlenen bir tek onlar değil tabii, ama şu anda Selaniklilerden bahsediyoruz.
Bir tanık durumu şöyle özetliyor: “İspanya’nın Katolik krallarının engizisyonu sonucu dinini inkâr etmektense sürgünlüğü seçen, yerleştiği ülkede yeniden dinini inkâr etmeye zorlanan ve o ülkenin muktedirlerinin dinini benimseyen bir topluluğa mensupsunuz ve birileri de ötekileri de size sırt çevirdiği halde bir ruhani arayışı ısrarla sürdürüyorsunuz.” Şeffaflıktan yana bir tanığın komplo teorilerinin ötesinde, güçlükleri ve zayıflıklarıyla insan olduklarını belirtmek zorunda hissetmesi bile baskının gücünü anlatabilir. Komplo teorilerini bir an unutursak durum, insanların birbirini insan olduklarına ikna etmeye çalışması… İnsanlığın kurtulamadığı bir dert… Selanikliler de diğer gruplar gibi; gelenekçisi var, yenilikçisi var, inananı-inanmayanı var, Müslümanlık ritüellerini yerine getirenler var…Tabii nefret söyleminden hepsi payını alıyor.
Selanikliler seçilmiş olduklarını düşünüyor, bilgiyi kendilerinden olana aktarıyorlar. Eğitime ve iç dayanışmaya önem vermenin sonucunda nitelikli bir topluluk oluşturdukları doğru; yine de kendilerinin ‘kibir’ veya ‘snobizm’ dediği, başkalarının antipatisini çeken durumun arkasında, kapalı yaşamanın dezavantajına karşı geliştirilen bir telafi mekanizmasının yattığı söylenebilir.
Ticaretle uğraşmalarını toprak sahibi olamamakla, yaşadıkları yerlerden sürgün edilmekle açıklıyorlar. Yaptıkları işin her yerde geçerli olması gerekiyor. İç evlilikler çok yaygın, o kadar ki kocası ölen kadın, topluluğu ve mirası koruma amacıyla kayınbiraderiyle evlendiriliyor. Tanıklar aile içi evliliklerin yanı sıra çift kimlikle yaşamamın da ruhsal sorunlara yol açtığını ifade ediyor. Görünmekten ve aynı zamanda yok olmaktan korkmak birbirine karışıyor. Selanikliler arasında hem köklerine bağlı kalmak hem kökten kopmak arasında Araf’ta kalanlar, başka türlü bir bedel ödüyor. Kapalı grubun olumlu tarafı akraba olsun olmasın yoksulların desteklenmesi, çocukların okutulması. Selanikliler soy ağacı tutuyor ve soylarını araştırıyorlar, ne yazık ki kadınlar dahil edilmiyor. Soy araştırmalarında ilginç olaylar ortaya çıkıyor, eski nesillerden bir Mevlevi üzerine öğrencilerin tuttuğu bir defterin Harvard’da bulunma öyküsü gibi…
Varlık Vergisi’nde ne Müslümanlar kadar az, ne de gayrimüslimler kadar çok ödemişler. Devlette üst makamlara gelebilmişler. Dışarıdan dindar olmayan Müslümanlar gibi görünürken, kendi kapalı gruplarında geleneksel ritüelleri sürdürmüşler. Suskunluk öylesine içselleştirilmiş ki, neye inandıklarını içeride bile açıkça göstermekten sakınmışlar; büyüklerin mezar yerlerini bile açıklamamışlar. Aileler, çocukları merak edip soru sormaya başlamadıkça konuyu açmamış. Çocuklar doğum, evlilik veya cenaze ritüellerinde Ladino konuşulduğunu duyarak ya da dışarıdan biri veya bir akraba tarafından uyarılarak kökenlerini öğrenmeye adım atmışlar, çünkü ebeveynler hep soruları geçiştirme adetindeymiş. Kitabın konuklarından biri “Amaç çocukları korumak” diyor ve ekliyor “Her bilginin yeri ve zamanı var”. Şöyle de ifade edebiliriz: “Ancak peşinden koşanlar öğrenebilir.”
İsimleri Viktor, Yani veya Hırant olmadığı için hemen göze çarpmamışlar, farklı görünmekten ve gösterişten kaçınmışlar, ama dikkatli bakışları hep üzerlerinde hissetmekten kurtulamamışlar. Şöyle bir gözlem var: Müslümanlar sevdikleri Selaniklileri Yahudi olarak görmüyor, Avrupalılar direkt Yahudi olarak görüyor. Belli bir ibadethanelerinin olmayışı görünüşü kurtarmış, ama mezarlıklarının ayrı olması herkesin malumu. İkircikli bir yaşam sürmenin getirdiği sezgi gücüyle kiminle ne konuşulacağını öğrenmişler, aksanlarına dikkat etmişler. Donanımlı, kentli, eğitimli insanlar olarak, ortama uyum gösterip içinde yaşadıkları topluma faydaları dokunursa, ayrımcılığın yaptırımlarına daha az maruz kalacaklarını düşünmüşler, umut etmişler. Sonuç pek öyle olamamış; kendilerini Türk addederken devletin onlara aynı gözle bakmaması hayal kırıklığı yaratmış. Yine de adaptasyon becerileriyle travmayı atlatmışlar.
Kendi aidiyetlerinin dinsel pratikten uzaklaşıp kültürel boyuta kaydığını düşünenler, Selanikliliğin büyük ölçüde asimile olduğu görüşündeler. Yeni nesiller dinden uzaklaşıyor, genellikle deist, ateist olduklarını söylüyorlar; saklanma gereği duymadan gelenek ve göreneklerine sahip çıkmak istiyorlar, iç evliliklerin azaldığını savunuyorlar. Bir grup ise artan baskılarla yok olmamak için yeniden iç evliliklere dönüyor. Röportaj veren kişiler yurt dışında yaşasalar bile tam isimlerini vermek istememişler, sonuçta arkada akrabalar var. Cesur itirafların arkasından ne geleceği meçhul: belki ayıplama, belki eleştiri, belki dargınlık, oradaki Türklerden gelecek tepkiler… Şeffaflaşma isteğinin hemen hayata geçmesi doğaldır ki mümkün değil.
Toplumun beraber yaşayıp kendine benzetemediği insanları, suskunluğa mahkûm etmeyeceği, kimsenin “Ben de insan evladıyım” demek zorunda kalmayacağı günler dileğiyle…
Kaynaklar:
https://www.haber3.com/medya/yalcin-kucukten-sok-aciklamalar-haberi-52324
https://medium.com/@MehmetFahriSertkaya/soner-ya…
https://www.salom.com.tr/haber-121230-suskunluk_agir_bir_yuk.html
İlk yorum yapan siz olun