İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Biz Bitti Demeden Bu Dava Bitmez

ERCAN JAN AKTAŞ

Agos Gazetesi ile tanışmam cezaevinde oldu. Ranza komşum olan İsmail Beşikçi’ye düzenli olarak gelirdi. Biz diğer komşu ranzalar da bu şekilde Agos’u okurduk. Kürt ve Kürdistan ile yol almamda İsmail Beşikçi’nin ‘Devletlerarası Sömürge Kürdistan’ kitabının bende açtığı yol gibi, Agos Gazetesi de Ermeni ve Ermenistan ile yol almamda belirleyici bir kaynak oldu. 

Cezaevinden çıktıktan bir kaç gün sonra içeride iken kararlaştığım alanda çalışmalar yürütmek için Pınar Selek ile tanışmaya gittim. İlk bir merhaba ile başlayan bu tanışmadan bir hafta sonra ilk toplantılarına katıldım. Pınar Selek ve bir grup arkadaşı Türkiye’de “Toplumsal bilgiyi üretebilmek için bilgi üretimini hayatın her alanına yaymak istiyoruz” şiarı ile Amargi Kadın Akademisi’nden doğru yeni bir ekip ile bir çalışmaya yeni başlamışlardı. 

Anti-otorite, anti-hiyerarşi saikleri ve sözlü tarihe dayalı çalışma metotları ile peşinde oldukları dertlerine dair yeni çalışmalar için adım atmışlardı. Bu çalışmanın üç ayağı kurulmuştu; birinci ayağı İstanbul Toplumsal Ekoloji grubu, ikinci bir ayağı Dut Ağacı Kolektifi/Urfa, diğer ayağını da Ortadoğu Tarih Akademisi/Diyarbakır oluşturuyordu. Hayatın çeşitli alanlarından doğru insanların heyecan ve büyük bir emekle katıldıkları bu ortaklaşma hali bende büyük bir heyecan yaratmıştı. 

Türkiye’nin değişim ve dönüşümü için durdukları yerden doğru mücadele yürüten Amargi Kadın Akademisi, Gökkuşağı Kadın Derneği, Lamda İstanbul, Dayanışma Sendikası ve Dut Ağacı Kolektifi olarak İstanbul Toplumsal Ekoloji Platformu’nu kurarak mücadelede bir ortak alan yaratmıştık. Bir yandan ‘aynılaşmadan dayanışmak’ üzerine çalışmalar yürütürken, diğer yandan da Dut Ağacı Kolektifi olarak 40 yılı geride bırakmış Kürt/Türkiye sorununda yüzleşme üzerine daha sonra Belge Yayınevinde yayınlanacak ‘Savaşın Tanıkları Anlatıyor’ sözlü tarih çalışmasını İstanbul, Urfa, Diyarbakır ve Van merkezli yürütüyorduk.

hrant dınk

İstanbul’da bir panel yapacaktık, Pınar Selek Hrant Dink’i davet edelim dediğinde bir bakmıştım ‘kimdir Hrant Dink’ diye. Biz bu tartışmaları yürütürken Yeni Düşün dergisinin 2006 Sonbahar’ında Darphane’deki ‘Türkiye’de Aydın Olmak’ başlıklı oturumuna şimdi sinema alanında çalışmalar yapan üniversiteden arkadaşım Ömer Leventoğlu ile birlikte gitmiştik. Salona hakim bir yükseklikteki platformda Hrant Dink konuşuyordu; “1915 öncesi Ermenilere dair gazete manşetlerinde yazılanlar bugün Kürtler için yazılıyor…” anlatımındaki samimiyet, bilgilerindeki sadelik, beden dilindeki coşku ile ağzında çıkan her kelime bende adeta bir irkilme yaratıyordu. Yanımda oturan Ömer’in omzuma dokunarak ‘ne oluyor Ercan?’ demesi ile bacaklarımın titremekte olduğunu fark ettim.

Hrant konuşmasını bitirdi, ‘başka bir yere ulaşmam lazım’ diyerek salonda çıkarken ben arkasından bakakalmıştım; “bu adam her yerde konuşmalı” diye içimden geçiyordu. Sonra arkadaşlarım ile Diyarbakır Sözlü Tarih Buluşması üzerine konuştuğumuzda ‘Hrant Dink’i de götürelim, mutlaka götürelim’ diye çalışma arkadaşlarımı ikna etmiştim. Ben ilk ve tek dinlediğim Hrant’da muazzam bir tarih bilinci, etkileyici bir anlatıyı yakalamıştım. ‘Hrant’ın konuşup da etkileyemeyeceği kimse olamaz’ diyordum her konuştuğum arkadaşıma.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi büyük kayıplar ve acılar ile dolu. Ancak bu acılar daha çok yaşadıkları ile sınırlı kalmış. Ermeni’nin acısı Ermeni’ye, Kürdün Kürde, Alevi’nin Aleviye, Rumların Rumlara, sosyalistin, emekçinin kendisine…

Hem bunlar devletin maharetli siyaseti sonucu buluşamamıştı, hem de bütün bu şiddet ve yıldırma politikasının bir şekilde suç ortakları olmuş olan geniş/muktedir kesimler. 

Herkesin kendi farklılıklarını koruyarak, birlikte, dayanışma içinde üretmek ve ürettiklerini paylaşmaya dayalı özgür bir Türkiye için bütün bu kesimlerin bir araya gelmesi gerekiyordu. Bütün bu yıkımlara sebep olan sınırlı bir kesim dışında Türkiye’de mutlu ve de huzurlu hiç bir kesim yok. O ‘mutlu’ ve de ‘huzurlu’ kesim bu ‘huzur’ ve ‘mutluluk’nu katliamlar, soykırımlar, gasp ve talanlar üzerine inşa etmişlerdi. Bunun devam etmesi için de onların dışında kalan bütün diğer kesimlerin mutlaka ama mutlaka bir araya gelmemesi gerekiyordu. Aralarına devletin bütün şiddet tekeli ile duvarlar örülmüştü.

İşte Hrank Dink bu duvarı görmüş, bu duvardan, ötelemeyen, kapsayıcı bir dil ile yavaş yavaş tuğlaların dökülebileceğine inanmıştı. Onca acıya rağmen kinli değildi, kimseyi yeni mağduriyetlere çağırmıyordu, kimseyi suçlamıyordu, sadece yüreği ve vicdanı ile yol almaya çalışıyordu. Bu sakin ve de içten/gönülden çalışma o ‘huzurlu’ ve de ‘mutlu’ kesimi tedirgin etmişti, onlar da bir kez daha sadık, muktedir vatandaşlarını, bağımsız hukuklarını ve de arşivi kan ile dolu medyasını harekete geçirmişti….

19 Ocak…

“Evet gözümüz var toprağında bu vatanın, gözümüz var ama koparıp götürmek için değil, en dibine gömülmek için.” 

https://www.demokrathaber.org/biz-bitti-demeden-bu-dava-bitmez-1

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın