Serdar M. Değirmencioğlu
Hrant Dink için 19 Ocak 2007’den bu yana yazdıklarımı okuyorum. Onun için yazdıklarım, aslında Türkiye’de yaşayan çocuklar için yazılmış yazılar. Bu yazılardan birindeki alıntılara gözüm takıldı.
Taner Baybars’ın, “Uzak Ülke: Bir Kıbrıs Çocukluğu” (1997) adlı kitabında, birkaç bölüm, milliyetçiliğin çocukları nasıl etkilediğini şöyle anlatır. Milliyetçi propagandayla doldurulan çocuklardan biri, şöyle der: “Bugün Türk toprakları üstünde kardeşlerimizi öldürmüş olanlardan intikam almak zorundayız. Biz onayımızı haykırdık. Sonra altı kişilik her grubun başında bir grup başı olmak üzere düzgün bir şekilde hizaya girdik ve öteki gruplarla teması şifreli ıslıklarla koruyarak tarlalara dağıldık. … Rumların yaşadığı bölgeye doğru yollandık. … Lingiri [çelik çomak] oynayan bir grup Rum çocuğuna rastladık.”
Öykünün gerisi şöyle: (s.165-7)
“Rum çocuklar tembel tembel oynuyorlardı … Başakların içinde dirseklerimizin ve dizlerimizin üstünde sürünerek ilerledik ve Özkul’dan gelecek işareti bekledik. Keskin bir ıslık çaldı. Ayağa sıçradık ve bağırdık: Samsun, Samsun, bütün Rumlar dışarı, dışarı! Rum oğlanlar sopaları bıraktılar, şoka girmiş, şaşkın. Bizi gördüler, yaklaşık on kişiydik, onlarsa en çok beş ya da altı. Türkler, Türkler diye bağırdılar ve tarlaların içinde koşmaya başladılar. …. Yalnızca küçük bir oğlan yeterince hızlı koşamadı ve hızlı hızlı soluyarak ve gözlerini çıkartırcasına ağlayarak yere çöktü. Etrafını çevirdik, kıkırdayarak, muzaffer. Orada başını iki koluyla sarmış yatan bir böceğe benziyordu. Kimse bir [şey] yapmak istemedi. Özkul durumdan yeterince hoşnut kalmamıştı. Daha büyük oğlanları esir almak istiyordu. Tek bir küçük oğlan! Ama bize dedi ki, eğer bunu götürürsek ötekiler gidip Trahon’dan yardım getirirler ve o zaman gerçek bir harp yaparız. Ayağa kalkması için oğlanı dürttü ve oğlan ayağa kalktı ve onun evimizin arkasındaki kahvenin sahibinin oğlu Andrikko olduğunu anladım. Gözleri bana çevrildi ve ben Özkul’a dedim ki: Hayır, bu benim babamın arkadaşının oğlu. Özkul dedi ki: Bu harbin içinde dost yok. Rumlardan kurtulmak zorundayız, yoksa bir gün onlar bizi katletmek isteyeceklerdir. Andrikko ne konuştuğumuzu anlamadan tekrar bana baktı. Tek bir kelime Türkçe bilmiyordu. Sınırlı Rumca bilgimle ona dedim ki: Korkma arkadaşım! Gözleri gülümsedi. Özkul bana dedi ki: onunla konuşmak için hiçbir neden yok. Gruplarınıza gidin! Çabuk, çabuk!”
“Zavallı Andrikkocuğu elleri yukarda önümüzden yürüttük. Sopalarımız ona yönelmişti. Düzgün adımlarla yürürken ağlıyordu. Onu bir tarladaki küçük bir kulübeye götürdük. Özkul, Osman ve ben kulübede Andrikko ile kaldık. Öteki çocuklar kulübenin etrafında konum aldılar ve bir çocuk haberci olarak ileriye gitti. Kaçak Rum çocukların kuvvet toplayıp esirimizi aramak üzere geri geleceklerinden çok emindik.”
Milliyetçilik, bebeklerden katil yaratan milliyetçilik böyle işliyor. Ama Baybars’ın anlattığı öykü barışma ile bitiyor. Devreye büyükler giriyor. Durum bir güzel açıklanıyor, özür dileniyor. Andrikko Taner’e, Taner Andrikko’ya düşman olmuyor.
Yazdıkları, söyledikleri ve eylemleriyle Hrant Dink, Türkiye’de köklü bir barış ikliminin yerleşmesi için büyük bir umuttu. Onun izinden yürümeyi sürdüreceğiz.
İlk yorum yapan siz olun