Doç. Dr. TANER BİLGİN
Bugün 6 Ocak 2022, Ne yazık ki bundan tam 101 yıl önce (6 Ocak 1921 tarihinde) Anadolu’nun bu güzel ipek şehri Bilecik, stratejik önemi dolayısıyla Yunan kuvvetleri tarafından işgal edilmiş ve belki de Anadolu şehirleri arasında en fazla tahribata uğrayan şehir olmuştu.
Bu haftaki köşe yazımda Bilecik’in Yunanlılar tarafından işgalinde yaşananları hatıralar ışığında kaleme almaya çalışacağım. Okuyacağınız şeyler belki sizi ürpertecek, ancak yaşananları unutmamak düşüncesiyle de kaleme almak durumunda kaldım.
Yunanlılar 22 Haziran 1920 de başlattıkları taarruz neticesinde Bursa’ya kadar gelmiş ve burada bulunan Türk birliklerini Bilecik coğrafyasına kadar geri itmeyi başarmışlardı. Bunun yanında Yunan kuvvetleri kıyı şeridinin tamamını ele geçirerek, Batı Anadolu’daki bütün limanlara hakim olmuş ve deniz yolunu kullanarak bölgeye birçok takviye kuvvet ve mühimmat sevk etmişti.
Bundan sonra amaç Ankara’daki Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının başlattığı direnişi bastırmaktı. Yunan ordusunun 6 Ocak 1921 tarihli bu taarruzunun amacı Bilecik’i işgal edip Eskişehir-Ankara demiryolu hattı boyunca hızlı bir şekilde hareket etmekti. Böylelikle Türk birliklerinin demiryolu ağı ile yapmış oldukları ikmal faaliyetlerinin önüne geçilecek ve Türk birlikleri ikiye ayrılacaktı.
Aynı zamanda Ankara yolu da açılmış olacaktı. Bu amaçla hareket eden Yunan ordusu 8 Ocak 1921 tarihinde Bilecik’e girmişti.
O gün Bilecik adeta mahşer gününü yaşıyordu.
Bilecik’in 1950’li yıllarda Belediye başkanlığını da yapacak olan Necmi Kadıoğlu (Güney) hatıratında o günü şu şekilde aktarmıştı:
“Herkes kaçıyordu. Yollarda neler gördük neler, bunların hepsi ayrı ayrı birer yaradır. Yunanlılar Yenişehir- Bilecik yoluyla Küplü üzerine yürüdüler.
8/9 Ocak / 1921 de Bilecik’i işgal ettiler.
Bir gece bütün halk yollara dökülmüştü.
İçlerinden bir iki kişi, nereye gidiyorsunuz? Halife ordusu geliyor diye bağırdı ise de halk bunlara hiç ehemmiyet vermiyor, sonsuz bir tevekkülle yoluna devam ediyordu.
Bu yolculuk o kadar garipti ki, zengin olduğu halde yalın ayak yola düşenler, çocuğum nerde diye ağlayan analar, Allah’a dua eden ak saçlı kadınlar ve ihtiyarlar hepsi birbirleri ile kardeştiler.
Gece bütün Bilecik boşalmıştı. Kimisi dağlara, kimisi de yollara düşmüştü.
Söğüt’e, Karaköy’e, Küplü’ye uzayan yollar birer mahşerdi.
600 seneden beri rahat yaşamaya ve kendinden üstün bir kuvvetin tahakkümüne dayanamayan Bilecikliler, Ankara’nın yolunu tutmuşlardı.
Görüldüğü gibi Bilecik’te bulunan halk şehri boşaltmış bir kısmı Eskişehir yoluyla Ankara’ya doğru kaçarken bir kısmı ise Sakarya istikametine doğru kaçmıştı. Bununla birlikte Bilecik’in ilk defa Yunanlılar tarafından işgal edildiği bu günleri yaşayan Celal Devecioğlu da hatıralarında o günü şu şekilde anlatmaktaydı:
“Yunanlıların Bilecik’e ayak bastıkları günün sabahında, Bilecik’te mevcut iki kilisenin çanları gayet ahenkli bir surette çalıyordu. Bu çan sesleri ise Yunan askerine hoş geldiniz, Osmanlı ülkesini işgal ediyorsunuz sizi tebrik eder ve başarılar dileriz. Bizler de sizdeniz ve sizinle beraberiz anlamını ifade ediyordu. Bu Yunanlının ilk gelişi idi.
Görüldüğü gibi Bilecik’te bulunan halk şehri boşaltmış bir kısmı Eskişehir yoluyla Ankara’ya doğru kaçarken bir kısmı ise Sakarya istikametine doğru kaçmıştı. Bununla birlikte Bilecik’in ilk defa Yunanlılar tarafından işgal edildiği bu günleri yaşayan Celal Devecioğlu da hatıralarında o günü şu şekilde anlatmaktaydı:
“Yunanlıların Bilecik’e ayak bastıkları günün sabahında, Bilecik’te mevcut iki kilisenin çanları gayet ahenkli bir surette çalıyordu. Bu çan sesleri ise Yunan askerine hoş geldiniz, Osmanlı ülkesini işgal ediyorsunuz sizi tebrik eder ve başarılar dileriz. Bizler de sizdeniz ve sizinle beraberiz anlamını ifade ediyordu. Bu Yunanlının ilk gelişi idi.
Bilecik’e gelen Yunanlılar, az zamanda yediler tepesine bir zeminlik yapıp bir bölük asker bırakmak, bazı köprüleri yıkıp yollara tel örgü çekmek ve icap eden top ve makineli tüfek yerleştirmek sureti ile tahkimat yaparak Eskişehir istikametine harekete geçtiler.
Bilecik düşman işgaline girince bazı Türk aileleri civar, şehir kasaba ve köylere kaçtılarsa da pek çoğu da Bilecik de kalmışlardı.
Sürgünden dönenler (gayrimüslimler) ise yanlarına bir Yunan askeri alarak kenar mahalle ve sokaklarda gece gece dolaşıp, kapılara güm güm vurarak, aynı zamanda Türkçe olarak beş yumurta bir tavuk kumandan ister çabuk çabuk diyerek çapulculuk yapıyorlardı. Vatandaş varsa yumurta ve tavuk verirken bu defa da Türko cüzdanı çıkar saati çıkar diye yüzsüzlük ediyorlardı.
Anlatıldığı gibi Bilecik ve çevresinde yaşayan birçok Ermeni ve Rum vardı. Tehcir kararının alınmasından sonra bile Bilecik’te yaşayan Ermeniler, Müslüman ahali tarafından saklanmış ve göç ettirilmemeye çalışılmıştı.
Ancak Rumlar için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Gerçi bütün bölge Rumlarını da aynı kefeye koymak doğru olmazdı.
Bilecik merkez kazasında yaşayan Ermeni nüfusunun Müslüman nüfusuna yakın olması Ermenilerle Müslümanların daha iyi ilişkiler kurduğunu gösteriyordu. Bu nedenle bölgede asıl taşkınlıkları yapan çoğunlukla çevre illerden gelen gayrimüslim Rumlardı.
Bilecik’in işgal edildiği günü anlatan Ermeni bir gazeteci de işgal gününün Bilecik’inden bahsederken şöyle demekteydi:
Geçen Cumartesi günü Yunan taarruzu başladı.
Cephe esasen Bursa’dan 3–4 saat uzaklıkta bulunuyordu.
Pazartesi günü Yunan ordusu Bilecik’e girdi o gece yarısı Söğüt zapt olundu. Bilecik’teki Yunan ordusu iki’ye ayrılarak bir kısmı istasyonları zapt etmek üzere şimendifer hattını takip etmeye başladı. Diğer kolu ise şoseden gitmeye başladı.
Bilecik’teki Türk hükümeti memurları da Söğüt’e kaçtılar. Ancak bunların büyük bir kısmı Yunan zabitler tarafından yakalandılar. Bilecik’te bulunan memurların bir kısmı ise Ermeni evlerine iltica etmişlerdi”
Savaş sonrası Bilecik’i gezen kadın gazeteci BERTHE GEORGES GAULİS ise hatıratında Bilecik’ten şu şekilde bahsetmişti:
Eskişehir’de, Gündüzbey savaş alanından getirilen yaralılarla dolu sağlık tesislerini gezdim. Ağır yaralıların bulunduğu bir koğuşa girdiğimde içlerinden biri diğerleri adına benimle konuşmak istedi.
Yüzü sapsarıydı ve yakında öleceği belliydi.
Usulca onu yatırmaya çalıştılarsa da, doktor ve hastabakıcıları eliyle iterek bana döndü: “Yakında öleceğim. Vatanım uğruna hayatım feda olsun. Bu, bana sizinle açık konuşmak fırsatı verdi. Özür dilerim, burada çok kötü ve haksız şeyler göreceksiniz. Bunlar sizin müttefikleriniz tarafından yapılmıştır ve biz Fransa’nın bunları protesto ettiğini duymadık.
Yunanlıların bizim yaralı askerlerimize, ölülerimize neler yaptıklarını gözlerinizle göreceksiniz. Sivil halkın da bunlardan neler çekmiş olduklarını, şehrin ileri gelenleri ve kadınlar size anlatacaklardır.
Camilerimizin kirletildiğini göreceksiniz. Eskişehir’deki imamların ve Söğüt’teki Ertuğrul Gazi Türbesi’ndeki sarıkların çöp yığınları arasından ve köpeklerin ağzından toplandığını göreceksiniz. Arkadaşlarım adına sizden şunu istiyorum: Gördüklerinizi ülkenizde anlatınız.”
Gazeteci BERTHE GEORGES GAULİS Bilecikli yaralı bir asker ile yaptığı konuşmayı aktardıktan sonra bütün Bilecik’i gezmiş ve hatıratında izlenimlerini de şu şekilde aktarmıştı:
Derelerin sığ geçit yerlerinden geçtik. İlk kez yanmış, yıkılmış köyler gördük. Sonra tekrar askerî birlikler, toplar ve uzaktan yine harabe haline gelmiş bir kasaba: Yunan geri çekilmesinin kurbanı Söğüt. Bu küçük kasaba, Batı Anadolu’nun en mamur ve güzel şehri olan Bursa’ya çok yakın. Bu güzel kasabada hayat, birkaç gün öncesine kadar, çok tatlıydı, ama Yunanlılar buradan da geçtiler. Kasaba şimdi bir harabe halinde, İngiliz-Yunan taarruzu buradan başlamış, ama savaş kaybedilip geri çekilme başlayınca, bu gibi hâllerde böyle işler için özel olarak yetiştirilmiş artçı taburları tarafından kasaba yakılıp yıkılarak tahrip edilmiş. Söğüt harabeleri, bizim Birinci Dünya Savaşı’nda Almanların ilk geri çekilmelerinden sona gördüğümüz Roye ve Lassigny kasabalarını andırmakta. Bu işte önemli miktarda dinamit, yangın bombası ve patlayıcı kartuşlar kullanılmış.
Her yerde, gerek savaş esiri Yunan subayları, gerekse kasabaların eşrafı, bu tahribatın İngiliz subaylarının nezaret ve direktifi altında yapılmış olduğunu söylediler. Bunların dehşeti karşısında çok büyük bir üzüntü duydum.
Bu harabelerin ve yıkıntıların altında kalmış insanların cesetlerinden, o kadar tahammül edilmez bir koku havaya karışmakta ki, savaş alanı bunun yanında hiç kalır. Ortalığa akşamın alaca karanlığı çöktü. Şimdi harabeler üzerinde tüneyen baykuşların sesleri duyuluyor.
Ağaçlarının birçoğu kömür haline gelmiş bahçelerde bülbüller ötüyor. Harabeler arasında birkaç gölge çıkıyor, bu insanlar başlarından geçenleri anlatıyorlar. Anlattıkları olaylar burada yazılamayacak kadar müthiş.
Şurada, burada bazı büyük yapıların yıkıntıları görülüyor. Bunlar ya bir fabrika ya da resmî bir bina.
Düşman özellikle, içinde kolektif çalışma yapılan binaları hedef almış. Yıkıntılar arasından, patlama ile eğri büğrü olmuş demirler ve saç levhalar çıkmış, büyük camilerin hepsi yıkılmış, bostanlar ve bağlar tamamen harap olmuş, pıtrak gibi çiçek açmış ağaçlar yerlerde, daha henüz yaprakları bile solmamış. Maddî zarar çok büyük, Yunanlılar her şeyi götürmüşler, fakat boşaltılan dükkânlardan daha kötüsü, evler yakılmış ve kadınlara, ihtiyarlara ve çocuklara hakaret edilmiş.
Söğüt’ten bir kilometre uzaktaki Ertuğrul Gazi’nin türbesi, Müslümanların en kutsal ziyaret yerlerinden biriydi. Çeşitli biçimde kirletilmiş ve tahrip edilmiş türbenin kapısı ile içindeki granit lâhdin kapağı açılmış. Çevredeki başka bir türbeye Yunanlılar yaralılarını ve ölülerini yerleştirmişler. Biz geldiğimizde burası temizlenmekteydi. Yaşlı imam bize buraları gezdirdi ve açıklama yaptı. Söyledikleri, benzeri olaylar arasında belki en çok etki yapan ve unutulmayacak iz bırakanlardı. Dinî duyguların kahredici hakaretlerle tahriki, millî duyguların yabancı entrikalarla şahlandırılması, tahrip, Müslüman halkın öldürülmesi. Yolumun üzerinde karşılaşacağım işte hep bunlar.
Henüz yakalanmış esir Yunan subaylarına, ”Bunları ne için yaptınız?” diye sorulunca, hepsi de, “Bunları biz istemedik. Böyle yapmamızı İngilizler emretti” diye cevap veriyorlar. Artık Anadolu’da, İngiltere’nin, ülkelerini tamamen mahvedeceğine inanmayan bir tek insan kalmadı. Yunanlı bu işte bir piyon, bir aracıdan ve üçüncü derece bir şahsiyetten başka bir şey değil.
Düşmandan kaçış devam ediyor, mandalar ya da öküzler koşulu arabalara bir sürü ev eşyası yığılmış. Söğüt’ten sonra yine yakılmış ve terk edilmiş köylerden geçtik. Bazen harabelerde bir tek kedi bekçi gibi kalmış, bazen küller üzerinde perişan bir aile çadır kurmuş. Yıkılmış bir köprü, tamamıyla harap olmuş bir tren istasyonu: Bilecik Garı. On sekiz ay önce buralardan geçerken gördüğüm güzel Bilecik şehri şimdi iskelet halinde.
Bilecik Bilecik bir felâket ve acılar diyarı. Demin sözünü ettiğim koku burada dayanılmayacak kadar fazla.
Henüz dumanı tüten bu taş yığınları altında kim bilir ne kadar insan cesedi gömülü.
Buradaki tahribatın büyüklüğü korkunç.
Bilecik ve Küplü’de büyük facialar olmuş.
Buraların ahalisinden sağ kalanlar büyük bir bunalım ve heyecan içinde. Tecavüze uğramamış genç bir kız veya kadın kalmamış: Bilecik dünden kalma bir Pompei. Her yer kül, is ve kurum içinde. Toprak altüst olmuş. Sık sık dinamitin tahribatını gösteren taş yığınlarına rastlıyoruz. Bazen de bu taş yığınları arasında iki güzel kız çocuğu ipek ipliği bükerken bizim kafilenin geçişini seyrediyorlar. Biraz ötede, kızını kurtarmak isterken, kafasına taşla vurularak öldürülmüş bir ihtiyarın mezarı.
Yapılan toptan imha işlerinden, her şehir ve kasaba payına düşeni almış. Bazen bir bahçe, çiçek açmış birkaç ağaç, bir meydan, bir çeşme, yapılanları hatırlatmaya yetiyor. Saatlerce bu harabeleri gezdik ve anlatılanları dinledik.
Şafak vakti Küplü’ye geldik. Kasaba henüz uyanıyor. Burada da harabeler, yıkık köprülerle karşılaştık. Arabamız, yoldaki engeller kaldırıldıktan sonra ilerleyebiliyor. Bir yokuşu inerken karşıdan gelen bir araba kafilesiyle karşılaştık. Bunlar yanan kasabalarını terk eden Yenişehir halkı.
Artık savaş bölgesinin içindeyiz. Geçerken yol kenarındaki cesetlerle cephane yığınlarına şöyle bir göz attım. Hiç düşünmeden, alışılmış bir hareketle mendilimle burun deliklerimi kapadım, artık savaş alanındaki bazı görüntülere başımı çevirmeden bakabiliyorum. Topçu bataryalarını ve görünmeyen gözetleme yerlerini geçtik. Ormanlık bir yere geldik.
Akşam dönerken, felâkete uğramış halkın oluşturduğu kafilelere yine rastladık. Gece, kamp yerinde, her köy ve kasabanın insanları bir ateş etrafında toplanarak son olayları anlatacaklar. Herkes ortak iki düşmandan başka bir şey düşünmez olmuş. Anadolu’daki İngiliz-Yunan işbirliği meyvelerini vermiş. Ay ışığında, harabeler arasında bazı köylüler dolaşmakta.
Üzerlerindeki, Anadolu halkının giydiği elbiselerin hatları seçiliyor, her şeyini kaybetmiş bu köylüler daha ilkel bir hayata zorlanmış durumdalar.
Pazarcık, Yunan Papulas’ın yönetimi altındaymış, koca kasaba bunu hatırladıkça korkudan ürperiyor. Dokuz gün dokuz gece, savaşın sonunu beklemiş, ama Yunanlılar her şeyi yakmaya vakit bulamadan çekilip gitmişler.
Evinde kaldığım İbrahim Bey, bu komutan ile kurmay heyetini misafir etmek onuruna kavuşmuş. İki gün evvel Mustafa Kemal ve İsmet paşalar aynı odada yatmışlar.
Pazarcık’taki memurlar gelerek taptaze hatıralarını anlattılar. Düşmanın yeniden bir karşı taarruza geçmesi ihtimali olup olmadığını endişe ile soruyorlar.
Burada yazdıklarım Bilecik’in işgalinde yaşananların sadece ufak bir parçasıydı. Özetle koca okyanusta bir damla… Allah bir daha bugünleri yaşatmasın
Haftaya tekrardan görüşmek dileğiyle….
https://www.bilecikhaber.com.tr/bilecik-bilecik-olali-boyle-zulum-gormedi-12915yy.htm
İlk yorum yapan siz olun