İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kulüp: Azınlıklar bizim neyimiz oluyor?

Ece Balekoğlu

Popüler şeyler üzerine atıp tuttuğumuz Twitter’daki kullanıcılar “Yoksa Kulüp yeni Bir Başkadır mı olacak?” diyerek uçarı hayranlıklarını konuşadursun, ben meselenin sıcağı sıcağına ciddiyetle ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Oyunculuk, sanat yönetmenliği veya sinematografi gibi zaten iyi kotarılması gereken teknik gereksinimleri bir kenara bırakırsak, Kulüp dizisini başlı başına değerli kılan şeyin konuyu ele alma biçimi olduğuna inanıyorum. Çünkü anlatılar somut deliller etrafında örülmüş olsalar bile yaratıldıkları bağlama göre farklı okumalara hizmet ederler. Hele söz konusu anlatı bir film veya diziyse, bağlam anlatının önüne bile geçebilir. Anlatının başarısının yalnızca seyircinin ilgisiyle ölçüldüğü Türkiye’de, iyi anlatılar kolaylıkla kendilerini ekrana kurban verirken kötü anlatılar da aynı şekilde ekran tarafından baş tacı edilebilir. Bu kolayca edinilebilen kurbanlık ya da baş tacı konumları anlatıyı kuranları bazen farkına bile varmadan içine çekebilir. Kulüp, hem anlatı tercihlerinin bir yere kadar arkasında durabilecek bir dijital platformun varlığı hem de hedef kitlesinin televizyona göre çok daha steril olması sayesinde bu ikileme düşmeden derdini anlatabiliyor.

6-7 Eylül pogromu ya da Varlık Vergisi gibi azınlıklara yönelik “resmi” saldırıları ekranda ilk kez izlemiyoruz. Salkım Hanım’ın TaneleriGüz SancısıSürgün ve hatta daha yakın geçmişten bir popüler kültür örneği olarak Aşk Tesadüfleri Sever 2 filmleri ilk akla gelenlerden. Gözümden kaçan, belki birazdan söyleyeceklerimi tamamen yanlışlayan, nispeten kıyıda köşede kalmış örnekler de olabilir. Sözüm meclisten dışarı. Ancak varsa da bu örneklerin neden bu zamana kadar Kulüp kadar gündeme gelemediği, izleyiciyle buluşamadığı da yine bu yazının amacına hizmet eder. Yukarıda saydığım filmlerin hepsinin sorunlu ortak noktası yaşanan “sıkıntıların” izleyiciye yabancılaştırılması olarak özetlenebilir. Bu filmlerin çoğu anlatının merkezine Müslüman erkek ile Rum veya Yahudi kadının aşkını yerleştirirken, sanki hikâye bu topraklara ait değilmiş, aitse de artık hissedilmeyecek kadar uzak bir geçmişte kalmış gibi davranıyor. Ayrıca hiçbiri “birkaç kötü niyetli Türk” ve “pek sevimli komşularımız gayrimüslimler” gibi bir perspektifin dışına çıkamıyor. Ne inkâr ettiği gayrimüslim düşmanlığını derli toplu ele alabiliyor ne de yaşananların öznesinin gerçekten gayrimüslimler olduğu bir anlatı kurabiliyor. Sanki anlatıların hepsinde tarihsel gerçeklik romantize edilerek aklanıyor, yanlışlar dönemin siyasetine yıkılıyor, meselenin içinden kolayca çıkılıyor. Kulüp’ün etkileyiciliği ise şaşırtıcı bir biçimde bunların hiçbirini yapmamasından ileri geliyor.

KULÜP (Netflix, 2021).

Artık unutulan bir dil olarak Ladino’nun dizide sıkça kullanılması önemli bir seçim ve müzeye kaldırmaya bile tenezzül etmediğimiz meselelerden belki de en büyüğü. Evet, bu ülkedeki azınlıklar “şiveli” konuşan insanlar değil. Kendi dilleri, tutunmaya çalıştıkları gelenekleri, ötekileştirilen ve hatta şeytanlaştırılan inançları, bu inançlar aracılığıyla süregelen adetleri var. Yalnızca zamanında ekmeğimizi bile paylaştığımız komşularımız değiller. Tıpkı dizideki Mümtaz karakterinin yaptığı gibi hayatları pahasına varlıklarına göz koyduğumuz, Orhan karakteri gibi zorla kimliklerini unutturduğumuz ve dillerini yasakladığımız ya da İsmet karakteri gibi yalnızca kimliklerinden ötürü nesneleştirdiklerimiz de onlar. Hatta bu örnekler ekmeğimizi paylaştıklarımızdan çok daha fazlalar. Mesele yalnızca 6-7 Eylül’deki yağmacılara, Varlık Vergisi’ni çıkaranlara, Kıbrıs olaylarına yıkılamayacak kadar derin, bu yaralar inkâr etsek de hâlâ kanamaya devam ediyor.

Tarihsel anlamda büyük önem taşıyan, kaybolmaya yüz tutmuş bir dilin konuşulduğunu dahi gözardı eden azınlık anlatıları da işte başta sözünü ettiğim bağlama kurban gidenlerden. Bu memlekette azınlıklara yaşatılanların duygu yükü, acıklı hikâyelerin para ettiğini çok iyi bilen senaristler için pek ağız sulandırıcı olmalı ki bugüne kadar bu “ufak” ayrıntıyı atlamakta bir beis görmemişler. Ancak toplumsal yaralardan kurtulamayız, onlarla yalnızca yüzleşebiliriz. Bunu hep unutuyoruz. İyi ya da iyi olduğunu iddia eden bir anlatının yapması gereken de seyirciyi eğlemekten önce yüzleştirmektir.

Kulüp dizisinin elbette tek başına asırlara yayılan bir toplumsal meseleyi çözecek ya da tüm ayrıntılarıyla ele alacak hâli yok. Ne olursa olsun o da diğerleri gibi öncelikle izlenme amacı gözeten bir ekran anlatısı. Ancak bu iki kutbun, yani izleyicinin beğenisi ile tarihsel bağlam ille birbirini yanlışlamak zorunda değil. Kulüp de bunun güzel bir kanıtı. Ekran anlatıları toplumu, toplum da ekran anlatılarını etkiler. Kulüp’ün anlatı tercihlerini toplumun değişen bakış açısından etkilenerek kurulduğunu, izleyicileri de bu meseleleri düşünmeye itebildiğini umuyorum. Çünkü bence Netflix’te izlediğimiz bir dizinin herhangi bir kitapla karşılaştırılamayacak kadar büyük bir etki alanı olduğu bu dönemde, bir kişi bile “Bunlar hangi dili konuşuyor acaba?” diyerek Ladino’nun varlığını öğrense kârdır.

Öte yandan dizide azınlıklar konusunda belki de siyasal gündemde daha az yer kaplaması nedeniyle aşılabilen duvarların yanında maalesef aşılamayan, (Netflix’in bir diğer Türkiye’de çekilen dizisi Aşk 101’de de aynı tartışma karşımıza geldiğine göre) tahminimce aşılmasına izin verilmeyen daha güncel bir duvar var: Selim Songür. Cinsel yönelimi konusuna bir türlü varamadığımız, yalnızca klişe öğelerle yetindiğimiz, Zeki Müren‘i hatırlatan Selim Songür’ün varoluş mücadelesi apaçık önümüzdeyken bunun adının konamaması iktidar-toplum-dizi şeytan üçgenini bir kez daha hatırlatıyor. “Türkiye ekranlarında bir daha ne zaman eşcinsel bir karakteri izleyebileceğiz?” sorusu eğlence sektörü sınırlarını çoktan aştı, politik bir zemine oturdu bile. Bu temennimizin politik bir karşılığının olması dileğiyle…

https://vesaire.org/netflix-kulup-azinliklar-bizim-neyimiz-oluyor/

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın