Mendy Chitrik, Amerikan asıllı İsrail doğumlu bir haham. 20 yıldır İstanbul’da yaşıyor. Esas işi koşer sertifikası denetçiliği. Koşer sertifikası sahibi 75 fabrikayı denetlemek için sık sık Türkiye’nin farklı şehirlerini geziyor. Ama son gezisinde rotasını fabrikalar dışında Yahudi mirasının kaybolan izleri belirledi. 26 günlük yolculukta Çanakkale’den, Harran’a, Nemrut Dağı’ndan İskenderun’a iz sürdü. Yıkılmış sinagogları Tire’de bir hastanenin duvarında, Çermik’te bir evin deposunda, Antalya’da bir sokağın adında buldu. Yaşayan son Yahudilerle dua etti. İlk kez bir Yahudi’yi karşısında görüp, aklına komplo teorileri de gelenlere de şöyle diyor “Tekrar bir cemaatin bu toprağı geri alması gibi bir durum yok ama yine de yer kutsal sonuçta… Bu toprak ölülere ait, bize değil”
“Yıllar gelip geçiyor,
Soylar mezara göçüyor…”
Heinrich Heine
İsrail doğumlu Amerikalı, Aşkenaz Yahudisi bir haham 20 yıldır yaşadığı ülke olan Türkiye’de din görevlisi olarak değil geçimini sağladığı işi gereği ondan fazla şehri içeren bir yolculuğa çıkar, gittiği şehirlerde dininin izlerini de görmek ister. Bir süre sonra hiç bilinmeyen yerlerde Yahudilerden kalan sinagog, mezarlık gibi yapı parçalarına denk gelir. Yolculuk bir keşif ve arayışa dönüşür…
O yolculuğa çıkan Haham Mendy Chitrik, Amerikalı Aşkenaz Yahudisi bir ailenin çocuğu olarak 1977’de İsrail’de doğmuş. Hayatı iki ülke arasında ama daha çok Amerika’da geçmiş. Amerikan vatandaşı. Haham olmak için çok uzun yıllara yayılan bir din eğitimi almış. Tarihe çok meraklı. Hahamlılığıyla bağlantılı olarak geçimini sağladığı bir işi var: Gıda denetçiliği. Türkiye Hahambaşılığı Denetim Yetkilisi DENET GIDA A.Ş. adına gıda üretimi yapan fabrikalarda, Yahudi gıda uygunluk belgesi olan “koşer belgesi” için denetim yapıyor. 2001 yılında ziyarete geldiği İstanbul’da Aşkenaz Cemaati’nin hahamlık önerisini kabul ediyor ve Aşkenaz Sinagogu’nun hahamı olarak 20 yıldır bu kentte yaşıyor. Hafta sonları Sefarad Sinagog’larında da dualara katılıyor. Alışılagelmiş bir din insanı portresi çizmiyor, son derece neşeli ve esprili. “Türkiye’deki Yahudi mirasına yolculuk” adını alan gezisi geçen yıl başlamış ve yolculuğun güzergâhı, aslında gıda denetçiliği için gittiği 75 fabrikanın bulunduğu yerler. Oralara gitmişken Yahudilerin yaşadığı yerlerde kalan izleri de takip etmeye başlıyor geçen sene ilk olarak. Bu sene gezi daha da kapsamlı bir hâl alıp arkeolojik, antropolojik, sosyolojik ve kültürel bir serüvene dönüşüyor.
Haham Chitrik bir iz sürücü gibi dolaştığı kentleri anlatırken konu konuyu açtı. Yaptığı işten bahsederken Türkiye’de pek bilinmeyen koşer pazarını da satırlar arasına koyduk. Gönül görevi olarak tarif ettiği Türkiye Aşkenaz Cemaati Hahamlığının yanı sıra iki yıl önce kurdukları uluslar arası birliğin başkanı da seçilen Haham Chitrik bu görevleri konusunda da bilgi verdi. Yahudiler, Yahudilik, İsrail… Bu üçü bir araya gelince siyasete de değinmeden edemedik. O başka parantezler de açtı netameli başlıklarda. Tüm bunları “Türkçem kötü, kusura bakmayın” diyerek tevazu gösterse de akıcı bir Türkçe ile anlattı. Velhasıl bu söyleşinin asli konusu bir iç yolculuk; Türkiye içinde hem onun için hem de binlerce yıldır süregelen Yahudi kültür mirası için.
Türkiye’de Yahudi mirasının izini sürdünüz 26 gün boyunca… Yolculuk fikri nasıl oluştu ve başladı?
Ben aslında bu yolculuğa Türkiye’de Yahudi mirası için çıkmadım. Ben Türkiye’de 20 senedir yaşıyorum. Geçinmek için gıda şirketlerinin koşer (Yahudi hukuk ve geleneğinde yenilmesine izin verilen gıdalar ve bunlarla ilgili kurallar) uygunluğunu kontrol ediyorum. Hem Türkiye Hahambaşılığının adına Denet Gıda için hem de Ortodoks Union yani dünyadaki en büyük koşer sertifikası veren şirket adına Türkiye’de fabrikaları geziyoruz. Geçen sene büyük oğlumla beraber pandemi dolayısıyla uçakla uçmadığım için dedim ki arabayla gideceğim bu sefer, fabrika fabrika gezeriz. Gezerken eski sinagogları, mezarlıkları da gezdik. Bu sene, mademki çok güzel bir seyahat oldu oğlumla beraber, bu kez ikinci oğluma (bende 8 çocuk var) dedim ki, gelir misin benimle beraber fabrikaları gezeceğiz. Geçen sene Facebook’ta paylaştım, bu sene Twitter üzerinden paylaştım, nereye gittiğimi…
Başka bir niyetle çıkmışsınız ama başka bir amaca yönelmiş geziniz…
Fabrikaları gezerken, oğluma öğretiyorum nasıl kontrol edilir bir fabrika, nelere bakması lazım. Belki bir gün o da haham olacak, aynı mesleği yapacak. Hem de giderken eski sinagogları, mezarlıkları, Yahudi kalıntılarını, izleri görmek, göstermek, sergilemek benim için çok çok önemli. Geçen sene yaptık ilk, bu sene de devam ettik. Bu sene gördüm ki o kadar çok ilgi var, fabrikaların yanında bu gezi ağırlık kazandı.
Yaptığınız iş gıda denetçiliği. Yeri gelmişken soralım, Türkiye’de koşer sertifikalı üretim yapan kaç fabrika var?
Bu büyük bir sektör, pazar. Amerika ve Avrupa’da rekabet çok yüksek. Amerika’da büyük marketlerde böyle bir talep var. Koşer sertifikası varsa, daha çok satabilir. 10 milyon dolarlık bir pazar bu Amerika’da, Türkiye’deki istatistiği bilmiyorum. Sadece ben yapmıyorum bunu, ben Ortodoks Union’u ve Türkiye Hahambaşılığını temsil ediyorum, ayrıca İsrail’den, Avrupa’dan çok denetçi geliyor. Haftada 10-15 kişi geliyor denetlemek için. Türkiye’de 400’e yakın fabrika var. Sahipleri Türk. Bu gezide 75 gıda üreticisini ziyaret ettim. Türkiye önemli bir kaynak koşer gıda için. Ülkenin dört bir yanındaki yüzlerce gıda üreticisi, hammaddeden hazır gıdaya kadar her şeyi üretiyor. Sadece İsrail’le değil, sahibi Yahudi olan firmalarla ticaret yapabilmek için bu belgeyi almak zorunda fabrikalar.
Nüfusun çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’de koşerle ilgili böylesine yaygın üretim faaliyetinin, alanlarının bulunması ilginç. Önyargıların arkasında canlı bir ticaret var anlaşılan…
Bende hiçbir önyargı yok, ben her insanı insan olarak görüyorum. İnsan insandır. İnanç farklı olabilir, tartışabiliriz, hemfikir olmayabiliriz ama biz insanız. Önyargı olsaydı, tarihe meraklı bir insan olarak benim Hristiyan ülkelere önyargım çok daha büyük olurdu; çok fazla uzağa gitmeye gerek yok, 80 sene evvel Hristiyan Avrupa’da 6 milyon Yahudi öldürüldü. Önyargıyı kenara koyalım veya silelim, biz insanı insan olarak konuşuyoruz. Bütün seyahatlerde bu şekilde gördüm. Ben hahamım, bellidir ki ben Yahudiyim, bellidir ki Türkiyeli değilim, aksan biraz farklı, Türkçem bozuk, giyim şekli biraz farklı, kipa giyiyorum… Bu mahallede herkes beni tanır, 20 senedir burada yaşıyorum, dolaşıyorum. Hiç kimse bana kötü bir laf söylemedi, hiç kimse sırtını çevirmedi. Önyargı çok fazla basında var, medya tarafında. Ama insanlar arası bunu kaldırmak lazım, başka lafa bile gerek yok.
Sizi Türkiye’ye getiren ne oldu?
Amerikalı bir ailenin çocuğu olarak 77’de İsrail’de doğdum. Annem babam Amerikalı, Amerikan vatandaşıyım. Çocukken haham olarak yetiştirdiler beni. 14 yaşına kadar kışın İsrail’de yazın Amerika’da yaşadım, iki ülke arasında gidip geldim. Sonra İngiltere’de, Amerika’da, Uruguay’da din okudum. Sonra tekrar İsrail’e döndüm, haham unvanını aldım, Amerika’ya döndüm, okumaya devam ettim, evlendim ve sonra buraya geldim.
Bir görev miydi, tercih miydi İstanbul?
Bir seneliğine geldim Yahudi cemaatine yardım etmeye… Bir sene için geldik, 20 sene sonra hâlâ burdayız (gülüyor). Aşkenaz cemaatinin hahamıyım. Bu benim gönül görevim. Aslen resmi işim gıda denetlemek. Türkiye Yahudi Cemaati çok eski bir cemaat. 2700 senedir bu topraklarda yaşıyor. 2700 sene bayağı uzun bir zaman. Bu ilginç geliyor belki ama en eski ve hâlâ devam eden din Türkiye’de Yahudiliktir. 2700 senedir Hristiyanlık olmadan, İslam başlamadan Yahudilik burda vardı, Türkiye’de. Zaman içerisinde cemaatler ayrı ayrı yaşayınca doğal olarak ayrı gelenek oluşturuyor. Örneğin eski çağ Yahudileri Yunanca konuşuyordu İbranicenin yanında veya Aramice konuşuyorlardı. Bulundukları coğrafyanın dilini konuşuyorlardı. Bu zamanla küçük küçük cemaatler içerisinde ayrı ayrı gelenekler de oluşturdu. Dili, İbranice telaffuzu da değişiyor zamanla. Her insan kendi çevresinden bir şey alıyor. Dünyada Yahudilikte genel olarak iki ayrı gelenek akımı başladı, bin sene önce. Ayrı mezhep değil, ayrı gelenek. Biri Aşkenaz, Avrupa Yahudileri; diğeri Sefarad, İspanya’dan gelen Yahudiler. Bunu şöyle anlatabiliriz, Hristiyan ülkelerde yaşayan Yahudiler ve İslam ülkelerinde yaşayan Yahudiler. Yani Avrupa dilinden etkilenen İbranice ve Arapça dilinden etkilenen İbranice. Aşkenaz Almanya’dır, Sefarad İspanya’dır İbranicede. 1492’den sonra Türkiye Yahudilerinin çoğu Sefarad’dan gelen yani İspanya’dan gelenlerdir, Engizisyon’dan sonra Osmanlı Devleti onları buraya kabul etti. Burası çok güzel, büyük, geniş, derin bir kültür oldu. Hem Yunanlı Yahudiler vardı yani biz buna Rum Yahudiler diyoruz, hem de Aşkenaz Yahudileri vardı küçük bir topluluk, Avrupa’dan buraya geldiler. Bizans döneminde Avrupadan buraya gelmek kolaydı. Sonra üzerine Sefarad, İspanya’dan göç ettirilen Yahudiler geldi. Yavaş yavaş Yunan Yahudiler ile Sefarad Yahudileri beraber aynı cemaat oldu. Aşkenaz Yahudi geleneği her zaman devam ediyordu, küçük ama vardı. Ben Aşkenaz Yahudi olarak buraya geldim, hemen bana dediler, bizim Aşkenaz haham da olabilir misin, olur dedim. Tabii hafta sonları da Sefarad sinagogları da geziyorum, orada da dua ediyorum. Duanın yüzde 95’i aynı, fark yok ama ses tonu veya dua şekli değiştiren bir şey oluyor. Bu farklar her zaman olacak, güzel de. Çünkü bu bir zenginlik veriyor, farklılık yaratıyor. Her cemaatin özel gelenekleri var, özel yemekleri var. İnsanları zamanla cemaat yapan budur, bir topluluk yapan budur.
“Yahudiler ve Müslümanlar arası diyaloğu politika rehin aldı”
Yolculuğunuza dönecek olursak… Geçen sene ile bu sene arasında bir fark oldu mu? Bu sene daha mı bilerek, daha mı merak duygusuyla gittiniz?
Geçen sene yaptığımız biraz tesadüfi olmuştu, bu sene biraz daha bilerek, daha bilinçli hem de gördüm ki sosyal medya üzerinden daha büyük bir kitleye ulaşabiliriz. Yani insanların bunu öğrenmesi lazım. Son iki senedir ayrı bir görev daha yapıyorum. İslam Ülkelerinde Hahamlar Birliğinin başkanı seçildim. Böyle bir birlik oluşturduk iki sene önce. Birçok kişi şaşırıyor, İslam devletlerinde, Müslüman devletlerde Yahudiler var mı, tabii ki var. Toplam 100 bin Yahudi yaşıyor Müslüman devletlerde. Türkiye’de tam bilmiyorum ama 15 bin kişi var sanırım. Azerbaycan’da 30 bin kişi var, Kazakistan’da 20 bin kişi, İran’da 12-15 bin kişi var.
Yahudi turistler var mesala… Türk Hava Yolları mesala her sene İsrail’den 1 milyon yolcu taşıyor. Bu çok ilginç. Pandemiden önce Türk Hava Yolları en çok Tel Aviv’e uçuyordu. Londra’dan daha çok Tel Aviv’e uçuyor. İsrail’deki en büyük hava yolu şirketi Türk Hava Yolları’dır.
“İslam Ülkelerindeki Hahamlar Birliği” dediniz, bu birliğin kurulma amacı nedir?
Bir gün Amerika’dayken bir hahamlar toplantısı vardı. Toplantıda Birleşik Arap Emirlikleri’nden bir haham vardı, Faslı bir haham vardı, Kazakistan’dan, Azerbaycan’dan, Nijerya’dan hahamlar ve ben. Tesadüfen bir masada oturuyorduk. Sizin yerli imamlar ile aranız nasıl, Ramazan gelince ne yapıyorsunuz, diye konuşuyorduk kendi aramızda. Sonra dedik ki, bizim aramızda çok ortak noktalar var, birbirimize yardım edebiliriz, neden sadece genel toplantılarda bir araya gelelim, özel bir şey yapalım dedik. Ve bu şekilde başladık. 14 ayrı ülkeden 47 haham var. İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkeleri referans aldık. O ülkelerin hahamları var bizim birlikte. Amaç, önce birbirimize yardım etmek, moral vermek, dini objeleri o ülkelere göndermek, destek olmak. İkincisi Yahudi yaşamının normalleşmeye ihtiyacı var, yurt dışında. Bana soruyorlar Türkiye’de Yahudiler yaşar mı, evet yaşar, normaldir bir Yahudi için Türkiye’de yaşamak. Şaşıracak bir şey yok. Yahudiler ve Müslümanlar arası diyaloğu politika rehin aldı. Biz insanlar arası veya dinler arası bir problem yok. Bunu da göstermek istiyoruz. Hem yurt dışında hem de yurt içi. Sonuçta Türkiye’de kaç Yahudi yaşıyor, 15 bin kişi. 90 milyona yakın bir devlette, 15 bin Yahudi yaşıyor. Çok küçük bir nüfus. Türkiye’de bu seyahatler sırasında dolaşırken farkettim ki birçok kişi hayatında Yahudi görmemiş. Bütün bilgilerin hepsi politikaya bağlı. Bunu bir şekilde hem Türkiye, hem Arap ülkeleri, her yerde, göstermek istiyoruz ki bu bir insan seçimi. Bir din var, burada yaşıyoruz. Nesillerdir yaşıyoruz. Burada yaşayan bir nüfus var. Kendi dinini yerine getiriyor. Normaldir, farklılıklar olabilir. Gerek yok politika, diplomasi… Farklar ayrı, insan ilişkileri ayrı.
Devletlerle ya da hükümetlerle aranız nasıl?
Direkt hükümetle ilişkim yok. Ben mesela birkaç ay evvel Washington’da Türkiye Büyükelçiliğinde bir iftira katıldım. Çok çok güzel bir şeydi. Şunu da göstermek lazım, bazen devletler arasında bir sorun olabilir, bize yansımıyor. Bunun altını çizmek lazım.
Siz biraz da inananların devletler arası politikadan etkilenmemesi için mi çalışıyorsunuz?
Biz politikaya hiç karışmıyoruz, biz dinimizi yerine getirmek istiyoruz. Bizim teşkilatta mesela Birleşik Arap Emirlikleri’nden haham var, orada 7 yıldır yaşıyor. İsrail ile barış var mı, yok mu farketmez. Bir ihtiyaç var, bir cemaat var, bunun karşılanması lazım. Her insanın kendi dinini özgürce yaşaması lazım. Bunu saklayarak değil, biz açık bir şekilde bunu anlatmak istiyoruz.
Her ne kadar ABD vatandaşı olsanız da özellikle kriz zamanlarında Yahudi olmanızı İsrail ile özdeşleştirip, hiç tepki gördüğünüz oldu mu Türkiye’de? İsrailli olmadığınızı anlatmak zorunda kalıyor musunuz?
Direkt bir etkisi hiçbir zaman olmadı, 20 senedir burada yaşıyorum. Tabii ki ne zaman İsrail ve oradaki Araplarla bir gerginlik varsa, biz de etkileniyoruz ama direkt hiçbir zaman yaşamadım bunu. Nasıl benim İsrail’e bir duygu bağım varsa Müslümanların da Filistinlilere duygu bağlılığı var. Bunu anlarım, normaldir, doğaldır. Savaş sırasında biraz stres oldum. Dolaşırken katil İsrail pankartı falan gördüğümde rahat mı oluyorum, hayır, rahatsız ediyor. Her zaman barış seven bir insan olarak nerede çatışma varsa çatışmadan kaçmak isterim. İsrail’de doğdum, yaşadım, ailem var, taraflı olsa bile olayları derin anlıyorum. Bence derin anlamak eksiği var, görüyorum ki insanlar medyadan bir şey öğrenip hemen yansıtıyor. Bunun arkasında ne var, neden bu noktaya geldi, millet bilmiyor, anlamıyor. Buna da bazen üzülüyorum. Bu politik bir çatışma. İnsanlar bilmeden bunu dini bir çatışma olarak yansıtıyor, belki her iki taraf da. Ki bu çatışmanın da bitmesi lazım. Her insan, her hayat sonsuz değeri var, biz buna bir limit koyamayız. Ben hayatım boyunca taraflı olmak istemeyen biriyim. Ben her zaman kuşbakışı bakmaya çalışıyorum olaylara. Tabii ki bir Yahudiyim ve bir taraftan çekiyor ama olayları yukarıdan görüp anlamak istiyorum. Sonuçta biz barış istiyoruz, her insan barış ister, hiç kimse savaş içerisinde yaşamak istemiyor. Dua ediyoruz ki barış olsun her yerde.
“Çermik’te bir sinagog bulduk. Bir ev şimdi, evin deposu olarak kullanılıyor”
Yolculuğa çıkarken twitter hesabınızdan bir harita paylaştınız. Orada işaretlediğiniz yerler mi oldu gezi güzergâhınız?
Aslında bu çok ilginç. Benim paylaştığım harita, gezeceğim fabrikaların haritası. O kadar komik ki, bir fabrikaya geldim, müdürü bana diyor haritaya göre sizin yarın buraya gelmeniz lazım, demek ki takip ediyorlar, bu çok hoşuma gitti.
Fabrikaların dışında, Yahudi mirasını görmek için gittiğim yerler; Bursa, Balıkesir, İzmir, Tire, Manisa, Turgutlu, Akhisar, Efes, Söke, Milas, Bergama, Çanakkale, Gelibolu, Keşan, Ankara, Kapadokya, Kayseri, Adıyaman, Nemrut Dağı, Çermik, Malatya, Diyarbakır, Nusaybin, Mardin, Urfa, Harran, Antep, Kilis, Antakya, İskenderun, Adana, Mersin, Anamur, Antalya, Isparta, Burdur, Afyon, Eskişehir, Sakarya, Konya, Ereğli, Karaman, Ermenek. 26 gün sürdü.
Bu saydığınız yerlerin hepsi Yahudilerin yaşadığı yerler mi?
Her yerde değil ama çoğunda evet.
Neler gördünüz, nelere tanık oldunuz yolculuk sırasında?
Mesela, Çermik; Diyarbakır’dan 1,5-2 saat uzak, orada küçücük bir sinagog bulduk geçen sene. Biri dedi ki sinagog vardı, gittik oraya, birkaç saat dolaştık, yaşlı bir adam gördük, evet burada var Sinagog, dedi. Sonra orada bir sinagog bulduk. Bir ev şimdi. Evin içinde, evin deposu olarak kullanılıyor ama çok güzel bir sinagog. 450 senelik bir sinagog.
“Tekrar bir cemaatin bu toprağı geri alması gibi bir durum yok ama yine de yer kutsal sonuçta… Bu toprak ölülere ait, bize değil”
Sinagogdan eve mi dönüştürülmüş, farkındalar mı yaşayanlar?
Evet, biliyorlar ki orada yabancı yazılar var. Zamanla böyle oluyor. Yoldayken bunu daha çok iyi anladım; biz Yahudi olarak, haham olarak, farketmez; gitmiyoruz… Örneğin Tire mezarlığı üzerine seneler önce bir hastane inşa edildi. Nasıl bulduk orada mezarlık olduğunu? Çünkü duvarları mezar taşından yapılmış. Anladık ki orası mezarlık. Şimdi hastane yok oldu, boş bir arazi kaldı ama yine de bazı parçalar bulduk. Eğer biz gitmezsek, dua etmezsek tabii ki zamanla kaybolacak. Normaldir. Gidilmeyen bir yer, kimse sormuyorsa zamanla kaybolacaktır. Cemaat yok. Ama bizim için mezarlık kutsal bir yer, yıkıntılar içinde kalmış da olsa dua ettik. Tire 300 sene evvel çok çok önemli bir şehirdi Yahudiler için. Büyük hahamlar yaşardı, sinagoglar vardı, bilgi dolu bir yerdi. Bu hâli görmek biraz üzücü. Ama yine de memnunduk, bulduk yerini. Oradaki insanlar görünce sordular, ne yapıyorsunuz, dua ediyoruz dedik, a çok güzel, neydi burası, anlattık burada Yahudi mezarlığı vardı diye. Anlatınca insanlar bunun farkında oluyor ve belki başka şekilde davranacaklar. Hiç kimsenin Tire’ye dönme niyeti yok, tekrar bir cemaatin bu toprağı geri alması gibi bir durum yok ama yine de yer kutsal sonuçta, birisine ait. Bizim Yahudilikte bir cenazeye katılmak çok büyük bir şeydir çünkü hiçbir şey beklemeden iyilik yapıyorsunuz. Çünkü ölmüş artık ve sana hiçbir şey diyemeyecek… Aynı şekilde burada yüzlerce yıl önce yaşayan cemaat vardı, bu toprak ölülere ait, bize değil… Bir şekilde orada dua ederken, bir iyilik yaptık. Andık o insanları, andık ruhları. Sanki birinin evine gidiyorsun, ziyaret ediyorsun, tamamen beklentisiz bir şekilde. Oradaki gelen insanlara anlattık bunları, onların da hoşuna gitti. Farkında bile değillerdi, eski Yahudi mezarlığı olduğunun.
Yolculuğunuzun böyle bir tarafı da olmuş, bir geçmişi hatırlatmak gibi…
Sadece onlara değil, Türkiye’de yaşayan Yahudilere bile. Zaman geçtikçe unutuluyor.
Gelibolu’daki sinagogdan geriye kalanlar ya da Mandy Chitrik’in twitter’dan yazdığı gibi: “Gelibolu Sinagogu’ndan geriye pek bir şey kalmadı…”
Ruhani bir yolculuk yapmış gibisiniz, sizi duygusal olarak en çok etkileyen nereler oldu?
Her yer o kadar duygu dolu, bilgi dolu ki… Adıyaman’da Süryani Metropoliti ile dolaştık gece yarısı sokaklarda, herkes o kadar saygı gösteriyor ki, ben gerçekten şaşırdım. İstanbul’dan çıkmak lazım insanların saflığını görmek için. İstanbul’da, büyük bir şehir olduğu için birbirimizi görmüyoruz. Birbirimize kalıp içinde bakıyoruz, önyargılarımız çok büyük ama İstanbul dışına çıkarsanız insanı görüyorsunuz. Keşke İstanbul da bu kadar saygılı olsa. Sonra Mardin’de dolaşırken, biri sordu ne arıyorsun, dedim sinagog, tarif etti. Hem da bana diyor, “Burada bir çeşme var, bu çeşmenin ismi Yahudi çeşmesi. “ Evet, çünkü burası Yahudi mahallesiydi.
Her yerde insanlar çok yardımseverdi, çok çok ilginç. Bu medyaya hiçbir şekilde yansımıyor. Medyanın büyük şehirlerden çıkması lazım ve gerçek şeyi görmesi lazım. Bu gerçekleri hem yurt içi hem yurt dışı anlatmak lazım. Twitter üzerinden bunu anlatmaya çalıştım. Her yer aynı değildi tabii ki, Tire gibi, Milas’taki gibi yerler biraz üzücü oldu. Bazı mezarlar üzerine yol yapılıyor, oradaki kemikler de yolun altında kalmış… Ama başka bir tarafta mezarlık çok güzel bakılmış. Öbür taraftan Edirne sinagogu yeniden inşa edildi, Bergama sinagogu tekrardan inşa edildi, Kilis’teki sinagog… Bazı insanlar biliyor, herkes bilmiyor. Gittiğim yerlerde sohbet ederken insanlar bana hep benzer şeyleri hatırlattı, cumartesi günleri biz Yahudi komşulara yardım ediyorduk, ışık yakıyorduk diye. Çünkü cumartesi günleri biz Yahudiler ışık yakmıyoruz, ateş yakmıyoruz.
Mesela Harran’a gittik, Harran tüm dinler için çok önemli, hepsi oradan geliyor. Orası da çok duyguluydu.
Video linki: https://twitter.com/mchitrik/status/1425365509206335489
Bir sözcüğün işaret ettiği: Yahudi düzü
Kalıntılar hep sinagog ve mezarlık mıydı?
Sonuçta bir insanı özel yapan kültürel ve dini mirasları. Biz arkamızda ne bırakabiliriz? Bugüne kadar gelen kültürel mirasımız sinagoglar olacak, mezarlıklar olacak, başka ne olabilir ki, fiziki kalıntılar. Tabii manevi kalıntılar daha çok var. Yüzlerce kitap var, Türkiye’de yaşayan hahamların yazdığı kitaplar var, bütün dünyada kullanılıyor. Ben küçükken haham olmak için Türkiyeli hahamların kitaplarını okudum. Tire’de yaşayan çok önemli bir haham vardı ki her haham onun kitaplarını mutlaka okur. Hahamlık sınavında o kitaptan sorular sorulurdu. Ama manevi kalıntılar ruh gibi, bir yere bağlı değil.
Böyle bir gezi Yahudiliğe ve geçmişine dair ne gösterdi size?
Bizde böyle çok süslü bir sinagog yok hiçbir zaman. Zenginliği görmüyorum, tam tersine mütevazılığı görüyorum. Küçük sinagoglar, küçük bir kalıntı, küçük mezarlık… Yahudi yaşantısı mütevazılık öğretiyor. İstanbul’da, büyük bir şehirde yaşıyoruz, düşünüyorum Çermik’teki Yahudiler nasıl yaşardı, küçük bir kasabada… Her durumdan bir şey öğrenmek lazım. Türkiye’de yaşayan Yahudilerin çoğu en az 500 senedir bu coğrafyada yaşıyor. Bizim için en önemli konu okumak ve öğrenmek. Daha önce söylediğim gibi, kalıntı olarak ne kalacak, bina ve mezarlık. Manevi kalıntıları, manevi izleri her yerde taşıyabilirsin ve bunu öğrenmek lazım. Ne kadar öğrenirsen o kadar insan olacaksın. Çünkü bir insan, tarihiyle, öğrendiği ve öğrettiği şeylerle insan oluyor.
Ordu’dayken dolaşıyordum, Ünye’de bir yer varmış, ismi Yahudi düzü, bunu ben bilmiyordum. Ordu fotoğrafını twitter’da paylaşınca, biri bana yazıp buradan bahsetti. Gittim, boş bir yer ama neden Yahudi düzü, o da ilginç. Mutlaka bir hikâyesi var. O bölgede de eski çağlarda tabii ki Yahudiler yaşardı. Mesela bizim her sinagogda Tevrat’ın Aramice tercümesi var. 2 bin sene önce yapılan tercümede bir haham, Sinoplu Aquilas ya da Onkelus geçer… Bir Yahudiye sorsanız bilmez ama biraz araştırınca, tabii ki bu adamın Sinoplu bir Yahudi olduğunu anlıyorsunuz.
https://serbestiyet.com/haberler/ozel-haber-bir-hahamin-26-gunluk-turkiye-yolculugu-70837/
İlk yorum yapan siz olun