İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çarşaf ve Patrikhane: “Çelikten bir kale” olarak çarşafın anlamı ve önemi

***Metinde yer alan görüşle yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***

Yusuf Kaplan

Önce İzmir’de, sonra Edremit’te yaşanan çarşafın aşağılanması hâdisesi, öyle kolayca geçiştirilecek bir hadise değildir.

Çarşaf, bu toplum için Nene Hatun’ar, Şerife Bacı’lar demektir. Nene Hatun’lar, Şerife Bacı’lar ise, o kavurucu kış mevsiminde, şehit kanlarıyla sulanan bu aziz vatanın leş kargalarına yem olmaması için her tür zorluğa göğüs geren, dağları, tepeleri aşarak bu ülkenin, düşmanların kirli çizmeleri tarafından çiğnenmemesi için çilekeş anaların verdiği istiklal ve istikbal mücadelesi demektir.

EMPERYALİSTLERİN YAPACAKLARINI BİZ YAPACAK İDİYSEK, EMPERYALİSTLERE KARŞI NİÇİN SAVAŞTIK PEKİ?

Biz bu toprakları kefere-i fecereye karşı niçin savunduk kanımızın son damlasına kadar?

Emperyalistlerin topraklarımızı işgal etmesine aslâ izin vermemek için, değil mi?

Emperyalistler bu toprakları işgal ettiklerinde ne yapacaklardı? Bu ülkenin değerlerini, kültürünü, tarihini, müziğini, dilini, ruhunu ve namusunu yok edip kendilerininkini dayatacaklardı, değil mi?

Maraş’ta bunu yapmışlardı. Ama cevaplarını feci şekilde almışlar ve Sütçü İmam’ların önderliğinde Maraş’tan sürülmüşler, Maraş Fransızlara mezar edilmişti.

Şimdi ise tersi dönmüş ahmaklar, bugün çarşafı aşağılıyorlar, yarın çarşaflıyı aşağılayacaklar ve bu ülkeyi çarşaflı veya başörtülü insanlara cehennem edecekler, dedim ama ettiler zaten.

Soru şu: Dün benim namusuma / örtüme, değerlerime el uzatan Avrupalı emperyalistlerin yapamadıklarını bu ülkede biz kendimiz kendi ellerimizle yapacak idiysek, bu ülkenin ruhunu oluşturan İslâmî ruhunu, İslâmî değerlerini ve sembollerini ayaklar atına alacak kadar aşağılanacak idiysek biz bu ülkede istiklal savaşını kime karşı ve niçin verdik ki biz?

Tersi dönmüş ahmaklık böyle bir şey işte!

Türkiye dünyada dışarıdan fiilen sömürgeleştirilmeyen tek ülkedir ama içerden zihnen kendi kendini sömürgeleştiren tek ülkedir yine, derken tam da bu tersi dönmüş ahmaklık hâline dikkat çekiyorum yıllardır…

KRALLAR VE PAPAĞANLARI

Avrupalıların 17. yüzyılda yaşamaya başladıkları ontolojik felsefî sorunları biz şimdi yaşıyoruz… 

Bu durum, bizim Avrupalıları geriden takip ettiğimiz anlamına gelir mi? 

Gelir tabii. 

Manzara şu: Batılıların bir şey yapıyor olmaları, ortaya bir şey koyuyor olmaları, buna mukabil, bizim ise sadece onların yaptıklarını papağan gibi taklit ediyor olmamız!

Bir toplum için bundan daha aşağılayıcı bir şey olabilir mi? Bir toplum kendisini papağan yerine koyarak maskaralaşabilir mi?

Aliya İzzetbegoviç, boşuna, “savaş, düşmana benzediğinde kaybedilir” dememişti, değil mi! Aliya’ya bu cümleyi kurdurtan tecrübenin ne kadar ürpertici bir ölüm kalım mücadelesi tecrübesi olduğunu iliklerime kadar hissediyorum.

Savaşlarla yok edilemeyen bir toplumun düşmana benzeyerek, celladına âşık edilerek yok olmanın eşiğine sürüklenmesi: Asil, vakur ve şahsiyetli bir toplum için, insanlığın insanca bir hayat sürmesini sağlayan, bu bağlamda tarihe benzersiz bir damga vurarak tarihin akışını özgün bir şekilde değiştiren büyük atılımlara öncülük eden bir medeniyetin çocukları için bundan daha ürpertici yok oluş biçimi olmasa gerek!

DÜNÜN VE BUGÜNÜN FATİHLERİ: ÜLKENİN İSTİKLALİNİN VE İSTİKBALİNİN TEMİNATI

Patrikhane, Eyüp ile Fatih’in tam ortasında yer alır.

Eyüp ve Fatih, Müslüman kimliğini yitirirse, Patrikhane, Müslüman İstanbul’un kalbine saplanan bir hançer olur. Dolayısıyla sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin Müslüman kimliği yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır.

Çarşaf, özelde patrikhanenin, genelde seküler veya değil Batı kültürünün ülkeyi istila ve işgal etmesinin önündeki -MTO talebesi Lütfiye Zeren kardeşimin deyişiyle- “çelikten kale ve duvar”dır.

Patrikhane’nin Müslüman İstanbul’un kalbi demek olan Eyüp ile Fatih’in tam orta yerine konulması Osmanlı’nın dünyaya meydan okumasıdır. Avrupa’da farklı mezheplerin bağlılarının birbirlerinin kökünü kazıdıkları, Avrupa’da katliam üstüne katliamlar yaptıkları, Avrupa’yı cehenneme çevirdikleri bir zaman diliminde yüzyıllarca İslâm’la savaşan bir dinin sembolünü Müslüman İstanbul’un kalbine yerleştiren adam, kalbiyle dünyaya meydan okuyan adamdır. İşte fetih budur!

Fetih, kalplerin kişiyi bütün dünyevi işgallerin tasallutundan kurtarması ve bütün zulümlere haksızlıklara adaletsizliklere “hayır!” denilmesini mümkün kılabilecek kadar dünyaya tasarrufta bulunmasını sağlamasıdır kişinin. Fatih, hakikati zorbaların tasallutundan kurtarıp Osmanlı’nın adalet medeniyetinin tasarrufuna sunan adamdır.

Mahmud Efendi Hz.’nin ne kadar büyük, ileri görüşlü bir insan olduğunu gösteren en önemli işaret, Patrikhane’yi sarık ve çarşafın sembolize ettiği İslâmî anlam haritasıyla çepeçevre kuşatmasıdır. Bu 28 Şubat generalleri tarafından da iyi anlaşılmış olmalı ki, ülkede başörtüsünü yasakladılar ama İsmailağa’da sarık ve çarşafa dokunmadılar! 

Tek tük de olsa böyle örnekler var olsa da, şunu hatırlatmak istiyorum: Bizim Batı’ya karşı aşağılık kompleksinin dibini bulan celladına âşık bazı laiklerimiz, bu ülkenin ruhunun sembolü olan anlam haritalarına aşağılık bir şekilde saldıracaklarına, bir ülkenin kimliğinin, karakterinin, asaletinin yüzyıllar sonrası için bile nasıl teminat altına alındığını, nasıl korunduğunu öğrenmek istiyorlarsa, Mahmud Efendi’den ders alsınlar, diyorum.

Vesselâm.

https://www.yenisafak.com/yazarlar/yusuf-kaplan/carsaf-ve-patrikhane-celikten-bir-kale-olarak-carsafin-anlami-ve-onemi-2059585

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın