İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Duayen tiyatrocu Ali Poyrazoğlu ile Bodrum’daki yazlığında buluştuk: Anılarımı yazıyorum ikinci gün toplatılabilir

***Metinde yer alan görüşler yazar(lar)ına ait olup, HyeTert’in görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.***
Savaş Özbey35: Türkçeye çevirdiği kitap sayısı… 500: Yazıp, yönetip, oynadığı televizyon dizisi bölümü… 4: Pandemide yazdığı kitap sayısı. 3: Şu anda Türkiye’nin çeşitli şehirlerini dolaşan oyun sayısı… 300: Radyoda yaptığı arkası yarın bölümü… 600 bin: Şirketlere verdiği eğitim ve seminerlerde tedrisatından geçen kişi… 50: Kendi adıyla kurduğu özel tiyatronun bu yıl girdiği yaş… “Tiyatromun 50’nci yılını da yeni projelerle kutlayacağım” diyor Ali Poyrazoğlu. Usta tiyatrocuyla bayram vesilesiyle Bodrum’daki evinde konuştum…

◊ Bayram insanı mısınız? Bayram gelince heyecanlanan, ritüelleri uygulayan…

– Ben isterim kutlamak. Burada Bodrum’da olmuyor tabii ama İstanbul’daki mahallede gelenek devam ediyor. Çocuklar kapıyı çalıyor, mendiller hazırlıyorum önceden, onları veriyorum.

◊ Bildiğimiz eski usul, mendil-para-şeker mi?

– Evet. Sabahın köründe geliyorlar, 06.00’da. O yüzden geceden hazırlıyorum her şeyi. Elimi öptürüyorum, hoşuma gidiyor. Bana diyorlar ki; “Güldür bizi”… Adım zaten “Güldürükçü Amca”. Ayaküstü iki kıkırdatıyorum onları.

◊ Bana yok mu mendil?

– Dedik ya burası Bodrum! (Gülüyor) Al sana tatlışından bayram anısı: Bir keresinde New York’tayken denk geldi Şeker Bayramı. Mahallede Türk esnaf da var. Çocukları giydirip süsleyip yollamışlar bana. Ben yine geceden hazırlıklıyım tabii. Mendilin içine şeker ve para. Ama paraların durduğu bir çanak var, dikkat etmeden içinden alıp koymuşum mendillere. Çocuklar mendili açınca demesin mi: “Abi bunlar Türk parası, dolar yok mu, dolar?”

**“Antipatik olmayı göze alabilen biriyim. Bile bile bazı doğruları söylerim. Bu dünyadan bir kere geçiyorsun. Fikrini söylemeyeceksen, ot gibi geçeceksin.”

◊ Harçlık marçlık derken insan bayramlarda çok mu parçalanır, yoksa bayramın kendi bereketi de var mıdır?

– Patronlar hariç bereketlidir. Tiyatroda bir piyanistimiz vardı, Miran Baron. Allah rahmet eylesin. Bana derdi ki “Patroncum, ayda bir kere sempatik oluyorsun, o da maaşları verirken…” Buradan patronlara bayramdan bayrama sempatik olmaları gerektiğini hatırlatmış olayım.

◊ Para saadet getirir mi?

– Tüketim toplumu kurbanı olmazsan az parayla da saadeti bulursun. Ama devamlı daha fiyakalı olmanın insanı delirtip mutsuz ettiğini hepimiz biliyoruz.

◊ Geleceğin bayramları nasıl olacak?

– Tamamen dijital. Zoom’dan, şuradan buradan. Kurban Bayramı’ysa hâlâ et almak için giden var. Ama Şeker’de kimse lokumun yüzüne bakmıyor artık. 15 senedir Turkcell’in ses ikonuyum. Reklam seslendirmelerini yapıyorum. Herhalde geleceğin bayramlarında da benim sesim gidecek insanlara kutlama tebriği olarak.

MARİFET PARAYI KAZANMAK DEĞİL, HARCAMAK

◊ Bütün dünyada girip çıkmadığınız ortam yok. Zengin kime denir?

– Sonunda neyin kalacağı belli: Kefen bezi. Zengin, kazandığının bir kısmını insanların yararına harcayabilen kişidir. Bence müze yapanların hepsi zengindir. Kültüre, sanata, eğitime, sağlığa destek olanların hepsi zengindir. Milyonları yığmış, kimsenin faydasına kullanmayan adam benim gözümde en fakir insan. Parayı kazanmak çok marifet istemiyor. Başarıya giden yol haritası belli. Marifet, harcamak. Paylaşabilen insan zengindir.

**“İnsanlar eğlenirken çok ciddi konulara giriyorum aslında. İlaç gibi. Acı ilacın etrafı şekerle kaplıdır. Ben de şekerleyip anlatıyorum her şeyi.”

◊ Siz söylendiği kadar zengin misiniz?

– Tiyatrodan zengin olamazsın. Bana zengin denmez. Hali vakti yerinde denir. Başka işler de yaptığım için düzenimi sürdürüyorum. Yoksa bendeki zenginlik AVM’deki her ayakkabı mağazası sahibinde var.

◊ Ama tiyatroyu tercih ettiniz. Baba mesleği eczacılık okurken…

– Eczacılığı bırakıp konservatuvara girdim. Babam dedi ki; “Sen eczacılık işini sürdürmeyeceksin, belli.” Halbuki ondan iyi eczacıydım. Dükkânları ben idare ediyordum. İlacı yaparım. Şimdikiler gibi kutuda ilaç vermezdik. Burun damlasından öksürük şurubuna, mide tabletinden supozituara kadar kendim imal ederdim. Sürdürmedim, tiyatrocu oldum. İyi ki de olmuşum. Ama sonra babam trafik kazasında ölünce bütün işler benim üstüme kaldı. Hepsini tasfiye ettim.

◊ Bütün bu anlattıklarınızdan “Tekrar doğsam yine tiyatrocu olurdum” sonucunu çıkarıyorum…

– Aynen. Ben zaten başka bir iş yapmadım. Mesleğimin ek işleri olarak radyo, televizyon vesaire yaptım. İstesem sadece gazete yazarlığından emekli olabilirdim. 8 yıl Hürriyet, 2 yıl Yeni Yüzyıl, 12 yıl da Sabah gazetesinde köşe yazdım. Bunu yapan emekli olup evine gidiyor.

◊ Yazıyla özel bir ilişkiniz var…

– “Nerelisin?” diye sorduklarında “Türkçeliyim” diyorum. Türk dilinin içine doğdum. Türk dilinde öğrendim, anladım, algıladım her şeyi. Türk dilinde sanatı keşfettim, Türk dilinde düşünce yapım oluştu, Türkçeyi iyi bildiğim için yabancı dilleri de iyi konuşuyorum. İyi Türkçe bilmezsen iyi Fransızca da, iyi Arapça da öğrenemezsin. Dilin canlı laboratuvarı da tiyatrodur. Orada profesör de konuşur, siyasetçi de, serseri de, ev kadını da. Bu laboratuvarın ayakta tutulması lazım. Batı’daki gibi kabul edilebilir ölçülerle tiyatronun desteklenmesi gerekiyor. Şimdiki ölçüler ulufenin ötesine geçmiyor maalesef.

**“Deliye her gün bayram. Bayram şekeri dağıtıyorum gösteride. Seyirci sadece gülüp eğlenmemeli. Manen de zenginleşmiş olarak çıkmalı salondan.”

◊ Hangi dilleri biliyorsunuz?

– Fransızca, İngilizce, Rumca.

◊ Rumca nereden?

– Yeşilköy’den. Rum arkadaşlarım vardı. Annem Selanik göçmeni ama Rumca falan konuşmazdı. Fransızca konuşurdu bizimle inatla. Öğrenelim isterdi. Ağlardım, “Gâvur olmak istemiyorum” diye. Arkadaşlarım sokakta top oynuyor, ben evde fiil çekiyorum çünkü. (Gülüyor) Meğer o evde öğrettikleri diller ne büyük nimetmiş. Çocukken bedavadan öğrendik.

Kıvanç Tatlıtuğ kendinden oyuncu çıkardı

“Yeşilçam’dan iyi oyuncu olduğunu düşündüğüm, çalışmak istediğim bir sürü isim var. Mesela Çetin Tekindor. Jönlerden büyük bir gelişme gösterip kendini yenilediği için de Kıvanç’la (Tatlıtuğ) oynamak isterim. Başlangıçta çok eksiği olan bir arkadaşımızdı. Ama gayret gösterdi, çalıştı, hocalardan ders aldı, asıldı işine. Kendinden oyuncu çıkardı. Farah Zeynep Abdullah, Uraz Kaygılaroğlu aynı şekilde… Haluk Bilginer de öyle. Hiç oynamadık beraber ama çok iyi bir oyuncu. İyi oyuncu senin oyununu parlatır. Sen onu parlatırsın, o da seni.”

Annemle babam boşanmaya bir Şeker Bayramı’nda karar verdi

“O bayramı hiç unutamıyorum. Orta sonda falandım. Bazen olmuyor, yürümüyor. Yürümeyen evlilikleri devam ettirmeye çalışmanın bir zalimlik olduğunu düşünüyorum. Olan sonunda çocuklara oluyor.

Annemle babam boşandılar. Ve rahatladılar. Babam tekrar evlendi ve yeni eşi onu çok mutlu etti. Annem kendini bize ve hayır işlerine verdi. Batı terbiyesiyle büyümüş. Selanik kökenli.

Oradan Batum’a gitmiş. Sonra Türkiye. İngilizce, Fransızca, Arapça biliyor. Kur’an’ı Arapça okur ve bize çevirirdi. Üzerimde çok etkisi vardır.”

**“Bizde sadece ekonomik terör yok. İlişkilerin çürümesi terörü var. Mesela Bodrum’da gürültü terörü var. Beton terörü var. Terörlerden terör beğen.”

Seyirciden çok şey öğrendim

“Bülent Kayabaş’la 27 yıl karşılıklı oynadım. Artık birbirimizin performansından bir önceki gece ne yediğini, içip içmediğini anlayabiliyorduk. Ondan çok şey öğrendim. Müjdat Gezen’den, Altan Erbulak’tan, Gülriz Sururi’den, Yıldız Kenter’den, Savaş Dinçer’den…

Sonra Ulvi Uraz. Bugün kimse bahsetmiyor. Beni, Kemal Sunal’ı, Metin Akpınar’ı, Zeki Alasya’yı, Müjdat Gezen’i gerçek anlamda yetiştiren kişidir. Ondan da çok şey öğrendim.

Bir sürü önemli hocam var. Ama seyirci de bizim hocamız. Onlardan çok şey öğrendim ben. Türk tiyatrosu Türk tiyatrosu dediğimiz şey sadece tiyatrocuların değil, asıl Türk seyircisinindir. Seyirci başarılı tiyatroları ayakta tutmuştur.

Sayabilirim: Dostlar Tiyatrosu, Kenter Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu, Tiyatrokare, Duru Tiyatro, Ankara Sanat… Unuttuklarım da çoktur şu an. Seyirciden de çok şey öğrendim ben. Beni bugüne seyirci getirdi. Devletin parası yok abi. Genel bütçenin yüzde 0.2’siymiş.”

Annemi oynattığım filme erotik parça koydular

“Çok para kazandım ben sinemadan. Bütün büyük rejisörlerle çalıştım. Küçük rejisörlerle de. Bir ara avantür filmleri çekiliyordu, onda da oynadım. Sonra o filmlerin içine erotik sahneler ilave edilmeye başladı. Biz bir yere kadar oynuyorduk, oynamadığımız sahneleri bize benzer adamlar bulup onlarla çekiyorlardı, yüzlerini göstermeden. 1971’de girdim sinemaya, 74’te bıraktım. Korkunç hale gelmişti. Son çevirdiğim filmde annemi, kız kardeşimi oynatmıştım. Korhan Abay’ın kız kardeşini oynatmıştık. Bize söz vermişlerdi, içine parça marça koymayacağız diye. Yine koymuşlar. O gün bıraktım sinemayı. Ta ki Atıf Yılmaz beni tekrar ikna edene kadar. Sinemada 65 film çevirdim; ‘en iyi aktör’, ‘en iyi yardımcı oyuncu’ ödülleri aldım. ‘Arkadaşım Şeytan’la hem ‘en iyi oyuncu’ hem ‘en iyi yardımcı oyuncu’ ödülü verildi.

65 filmin 15 tanesini atarım çöpe. Ama geri kalanlar sağlam filmlerdi. Atıf Yılmaz’la, Osman Seden’le, Ömer Kavur’la çalıştım. Bunlar önemli yönetmenler.”

Ayrıldığım bütün sevgililerimle arkadaşlığım devam ediyor

◊ Kitaplar, anılar, oyunlar, filmler… Neyi bu kadar ittiriyorsunuz? Daha da mı şöhret?

– Türkiye’de şöhret olmak zor bir şey değil. İki dizide oynarsın, olursun. Ama 40 yıl, 50 yıl süreklilik sağlayabilmek başka bir şey. Burada beni ateşleyen Hz. Muhammed’in bir hadisi. Diyor ki iki günü aynı olan insanın, bir günü kayıptır. Ben hiçbir günüm kaybolmasın diye her günümü bir öncekinden ayrı şenliğe çevirmeye çalışıyorum.

◊ Sizce nasıl bir âşıksınız?

– Yengeç burcu.

**“Nilgün Belgün’le çalışmaktan çok mutluyum. Delirmezse. Pahalı parfümlerini ayakkabıma sıkıyorum. Orada deliriyor işte. Yoksa çok geçimli bir kadın.”

◊ Sulugöz…

– Bütün özellikleri. Ama deli gibi severim. Bağlanırım, bana da bağlanılmasını isterim. Dışarıda değil, evde yaşamaktan hoşlanan biriyim. Eğer benim dünyamdan biriyse, aynı dili konuşabiliyorsak daha uzun sürer ilişki.

◊ Neden?

– Bambaşka işler yapan insanların ilişkileri sürdürmesi zor oluyor. Ayrı saatlerde çalışıyorsun, ayrı saatlerde yaşıyorsun… Sonuna kadar ilişkiyi kurtarmaya çalışanlardanım. Ayrıldığım bütün sevgililerimle çok yakın arkadaşlığım devam ediyor.

◊ Aa… Sebep?

– Hepsiyle görüşüyorum. Yeni arkadaşlarını tanırım. Sert köşelerimi zamanla törpüledim galiba. Her zaman söylediğim gibi: Hatalarımın üniversitesinden mezun oldum.

Konservatuvarda tiyatro bölümü, ilk sene.

Robert De Niro ile oynayacaktık

◊ Büyük pişmanlıklarınız var mı?

– Olmaz olur mu? Hem iş hem özel hayatımda. “Keşke”lerim var. Keşke daha sabırlı olsaydım, keşke duymazdan gelseydim… Bilerek hata yaptığım da olmuştur. Bilirsin o oyun tutmayacak ama koyarsın sahneye. Olsun abi o da senin kendine karşı meydan okuman olsun! Kimseden borç istemiyorum. Şimdiye kadar kazandığımızı kaybederiz, olur biter. ABD’den döndüğüme de pişmanım. Orada “Pera” adında bir oyun sergiliyordum. Farklı bir dilde, farklı bir izleyiciye oynamak. Robert De Niro ile bir filmde oynayacaktık. Türkiye’de bir kanalla sözleşmem vardı, dönmek zorunda kaldım. O dönemi, o heyecanı yeniden yaşamak isterdim.

Boşuna Türkan Şoray olunmuyor

Dersini çalışmış olarak işine gelen insanlardan hep mutlu oldum. Atıf Yılmaz onlardan biridir. İlk kareden son kareye kadar her şey hazır gelirdi sete. Birlikte çalıştığıma en mutlu olduğum oyunculardan biri de Türkan Şoray’dı.

Huyu olmadığı halde, sete repliklerini ezberlemiş geldi. Suflesiz çalıştı o filmde, karşısındakine saygısından. Çünkü ben ezber oynardım.

Tek bir film çevirdik sadece: ‘Kazandibi Tavukgöğsü’. Son gün… Onun kareleri bitmiş. Benim karelerim var. Karşımda o varmış gibi kendi kendime oynayacağım. Hiç sahnesi olmamasına rağmen 3.5 saat karşımda oturdu. Film bitene kadar. Boşuna Türkan Şoray olunmuyor.”

Bahçe tiyatrosu yapacağım

“Orhan Veli ve Garip akımı üzerine bir projemiz var. Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat büyük bir devrim gerçekleştiriyorlar. Dev Türk şiir geleneğine bayrak açmışlar. Büyüklere bulaşmışlar. Yahya Kemal’e, Nâzım Hikmet’e falan. Ama Nâzım hapse girince de açlık grevi yapıyorlar. Aralarında doğan bu polemikten Türk halkı şiire nasıl yaklaşması gerektiğini daha iyi öğrenmiş. Bir açıdan o güne kadar sert, katı, hece matematikleri ve kafiyelerle dolu Türk şiirine herkesin içindeki şiir yazma enerjisiyle katılmasını sağlamışlar. Klasikleri Türkçeye çevirmişler. Orhan Veli, Shakespeare’in ‘Hamlet’ini çevirmiş. Molière’nin “Tartuffe”ünü çevirmiş. Jean Anouilh’in “Antigone”sini… Öyküler yazmışlar, tiyatro yapmışlar.

Hatta Orhan Veli büyük bir Karagöz üstadı. Zamanın popstarları bunlar. Bir yere gittikleri zaman yüzlerce insan geliyor dinlemeye. Ama çok züğürtler. Orhan Veli öldüğünde ceketi yokmuş. Bu hikâye bugüne kadar hiçbir tiyatro oyununda anlatılmadı. Hep şiirin arkasına saklanıldı. Nerede tiyatro yapıyorlar? Orhan Veli’nin Beykoz’daki evininin bahçesinde. Ağaçların arasına çamaşır ipi gerip çarşaflar atmışlar, oyunlar oynamışlar. Ben de aynı şekilde bahçemde yapacağım, burada evimdeki zeytinlikte. En fazla 100 kişiye.”

‘Biz var mıyız kitapta’ diye soranlar oluyor

“Bu yaz birkaç proje birden yürüyor. Oyunlarımızı oynuyoruz, ‘Asi Kuş’, ‘Ödünç Yaşamlar’ ve ‘Tamamla Bizi Ey Aşk’. Üçü de yazlık yerlerde dolaşıyor: Bodrum, Kuşadası, Çeşme, Ayvalık… Eylülde Zürih’ten başlayan bir Avrupa turnesi yapacağım. ‘Tamamla Bizi Ey Aşk’ın film olmasını istiyordum. Senaryoyu yazdım, şimdi yapımcılarla görüşülüyor. Pandemide dört kitap yazdım. İkisi çocuklar için. Anılarımı yazıyorum. O da yılbaşına yetişir: ‘Aynayı Tuttum Yüzüme’. Herkes aynayı yüzüne tutup özüne nazar eylemeli. Hepimiz. ‘Biz var mıyız kitapta’ diye soranlar oluyor. Valla ilk gün alın, bakın diyorum; ikinci gün toplatılabilir.”

En lezzetli yemek tarifleri burada


Hürriyet Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.