İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Maria Suphi ve 100 yıllık sis perdesi

Kenan Karabağ’ın kaleme aldığı 100 yıllık bir sis perdesini aralayan belgesel niteliğindeki roman, Maria Suphi üzerinden bir dönemi anlatırken onun destana dönüşen direnişini de gün yüzüne çıkartıyor.

ÖZGE DOĞAR

Kenan Karabağ tarafından kaleme alınan ‘Maria Suphi, Bir Direniş Öyküsü’ adlı roman geçen hafta raflardaki yerini aldı. On yıl boyunca Kenan Karabağ tarafından toplanan bilgiler bizleri dehşete düşürüyor ve gerçeklerle yüzleşmemizi sağlıyor. Onu ve yaşadıklarını artık kimse unutmayacak. Karabağ sorularımızı yanıtladı.

Bundan tam yüz yıl önce elleri ve ayakları bağlı olarak Çömlekçi Limanı’na getirilen Maria Suphi’nin yaşadığı günleri tarihin karanlığından bugüne getirdiniz. Yıllar sonra onu araştırma fikri nasıl doğdu?

Aslında ona dair bende herkes kadar bilgi sahibiydim. 2010 yıllarıydı. ‘Kura Çözüldü’ adlı tarihsel bir roman yazıyordum. Araştırmasına 1998 yılında başlamıştım. Henüz ona dair araştırmalar sürerken; iş seyahatlerim için ayda bir geldiğim Trabzon’da içime Maria Suphi’nin başına gelenler düştü. ‘Kura Çözüldü’ için çok sayıda kişiyle görüşmüştüm. Nereden başlayacağımı biliyordum. Bir hayli dostum vardı ve yüreğimin sesine kulak vererek; hakkında bilgi toplamaya başladım. Araştırdıkça merakım arttı. Trabzon’da kaldığım günlerimi uzatmaya başladım. Önümde büyük bir karanlık vardı ama içimden bir ses o buralarda peşini bırakma diyordu. Yüreğimin sesini dinledim ve onun başına gelenlerin peşine düştüm.

Belgesel niteliğinde bir roman, 100 yıllık bir geçmişi nasıl topladınız?

İnsan önce karar vermeli. Girdiğim yol çok zor bir yoldu ve tarihe not düşmek o kadar kolay değildi. Onun hakkında çok az bilgi olması beni yıldırmadı. Aksine daha fazla araştırma yapmama itti. Dostlarımla birlikte tarihin dehlizine inmeye başladım. Benim 1920’li yılları araştırdığımı sanıyorlardı. Kimseyi ürkütmeden bilgi sahibi olmalıydım. Bunun için önce doğru kişileri bulmaya çalıştım. Buldukça da iğneyle kazmaya başladığım kuyu derinleşti. Çömlekçi’de bir otele yerleştim. Bazı aylar Trabzon’da kaldığım günler bir haftayı bulmaya başladı. Buhti Limanı, Değirmendere ve son gecelerini geçirdikleri Maçka’ya defalarca gittim. Dağarcığımdaki bilgiler her seferinde biraz daha fazlalaştı. Ona dair bilgileri buldukça heyecanım arttı. İçimde onun başına gelenleri öğrenmek dayanılmaz bir hal aldı.

Devrim Ateşi’ni Anadolu’ya taşıma fikriyle bu topraklara gelen Maria Suphi nelerle karşılaşıyor?

Maria Anadolu’da bir komsomolka olup köy köy dolaşmak istiyordu. Onlara bildiri, gazete dağıtarak Rusya’daki devrim ateşinin buraları da sarması için büyük bir heyecan içinde TKP kafilesiyle gönüllü olarak Anadolu’ya geldi. İlk endişesi Kars’ta başladı. Sonrasında Erzurum’da yaşadıkları onu derinden etkiledi. Trende askerler tarafından darp ve tacize uğradı. Trabzon’a ulaşıncaya kadar ölüm ense köklerinde dolaştı. Korkusuz bir kadındı. Hiçbir zaman yılgınlığa kapılmadı.

Okuyucu ondaki cesaret ve katillerine karşı direnişini gördükçe Maria’yı daha çok sevecek. İki buçuk yıl ölümle iç içe yaşadı ama bir an olsun davasından vazgeçmedi. Çok eziyet gördü, defalarca tecavüze uğradı. İçindeki kurtulma umudunu son ana kadar korudu. Romanı okuyanlar zalimlerin gerçek yüzünü de görecek. İplerinin kimlerin elinde olduğunu da…

Değirmendere önlerinde toplanan kışkırtılmış kalabalık… Abluka altındaki bir avuç insanın ilk defa katilleriyle yüzleşmeleri… Trabzon Çömlekçi Limanı ve Kayıkçılar Kethüdası Yahya Kahya’nın elindeki infaz emri… Ölüm yolculuğuna çıkanların son anları; motordaki boğuşma, denize atılan ‘Onbeşler’in çığlığı… Bu acıların içinde aşk… Mustafa ve Maria Suphi aşkı masal gibi…

Evet, öyle de denilebilir. Aşk kapıyı çalınca böyle oluyormuş. Kerch’de ilk karşılaşmaları ve birbirlerine aşık olmaları çok güzel sahnelerle okuyucunun önüne gelecek… Devrimci olmak aşkı da güzel yaşamaktan geçiyor belki de…

Size göre, Mustafa Suphi’nin ölümü bireysel mi yoksa siyasi miydi ? Bu kadar derin bir araştırma sizi nereye götürdü?

Bu soruyu çok fazla sormadım kendime. Elde ettiğim bilgiler siyasi bir karara kurban edildikleri yönünde oldu. Plan Kars’ta başladı ve oradan ayrılmalarıyla birlikte devreye girdi. Erzurum’dan sonra altı gün boyunca hep ölümle iç içe yaşadılar. İnfaz emri onlar Trabzon’a gelmeden ulaştı. Maria Suphi’nin kapatılması ise bir gözdağıydı. “Biz kadınlarınıza böyle yaparız” gibi bir şey. Kitap bu yönüyle okuyucuya birçok bilgiyi verecektir diye düşünüyorum. Maria Suphi’ye dair artık birkaç sayfalık bilgiden daha çoğu var. Onbeşler’in nasıl öldürüldüklerine dair de… Ben bir kapı araladım. 100 yıllık sırra neşter vurdum. Artık söz okuyucuda.

Maria Suphi kadınlığıyla cezalandırılıyor, erkeklik kültürünün kadın üzerindeki hükmünü, romanınız ve Maria üzerinden nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu konuda çok fazla bir yol alındığı söylenemez. Günümüzde kadına şiddet hâlâ en büyük sorun olarak karşımızda durmaya devam ediyor. 100 yıl evvel erkek egemenliği şimdikinden daha fazlaydı diyebiliriz. Kadını cinselliği üstünden küçük düşürmek, erkek egemenliğinin en vazgeçemediği bir baskın kişilik biçimidir. Onu ne kadar ezerse o denli yükseleceğini kendine düstur edinenler, bu yolla erkekliklerinin daha fazla öne çıktığını var sayıyorlar.

Kadının neredeyse yok sayıldığı bir zamandan bahsediyoruz. Erkek kültürü Anadolu’nun birçok yerinde kadını hâlâ yok sayıyor. Onlar erkenden kalkarlar evi derler toparlarlar. Hayvanlara bakarlar, ormandan ağaç kırıntılarını sırtlarına vurup evlerine getirirler. Dövülürler, horlanırlar. Bütün bunların yanında cinsel bir meta olarak kullanılıp, bir kenara itilirler.

Maria’da durum biraz daha değişiktir. Karşılarında direnen bir kadın vardır. Her türlü baskı ve şiddetlerinden yılmayan bir karşı koyuş onu alıkoyanların ruh halini de bozmuştur. “Sizin kadınlarınıza böyle yaparız” çıkışı siyasi erk tarafından organize edilmiştir. Maria’nın kapatıldığı ev mülki amirler tarafından bilinmesine rağmen göz yumulmuştur. Düzeni değiştirmeye kalkanlara “Sizden sonra kadınlarınız da bizim malımız olur” şeklinde bir korku ve yıldırmaya yönelik durumdur Maria’ya yapılanlar…

‘Kura Çözüldü’ romanınız da araştırma gerektiren 4 ciltlik belgesel niteliğinde bir çalışma. Tarihin gizli kalmış sayfalarını insanlığa göstermeyi seven bir yazar olarak tanıdık sizi, peki siz yazarlığınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?

‘Kura Çözüldü’ ilk sözlü tarih çalışmamdı. Bir cilt olarak başladığım kitap dört ciltte bitti. Ölüm tehditleri aldım. Sadece tek bir şeyden korktum. Kitap bitmeden başıma bir şey gelirse, bu beni çok ürküttü. Onda da tarihin bir dönemine ışık tutacaktım. Ve konuştuğum kişiler 3-4 yıl sonra öldüler. Benden sonra artık bu bilgilere ulaşmak mümkün olmayacaktı. Çok şey öğrenmiştim. Kendimi ‘Kura Çözüldü’ de çok şanslı sayıyorum. Zalim bir feodal bey kitabın iskeletini oluşturmuştu ve konuştuğum kişilerden biri onunla aynı köyde yaşamıştı. Bu bulunmaz bir fırsattı. Adeta tarihin dehlizlerine girmiştim. Orada bulduklarım beni ilk kitabımdan 4 ciltlik bir roman yazmaya itti.

‘Kura Çözüldü’de elde ettiğim tecrübeyle bu sefer yine tarihin karanlık sırlarıyla dolu Maria Suphi’yi gün yüzüne çıkartmak için yüreğime bir ateş düştü. On yıl da o ateşin içinde kaldım. Onların izlerini adım adım takip ettim.

Bilinmeyen, zor olan konular bende hep farklı duygular uyandırıyor. İnsanlara geçmişte yaşanan sayfaları açmak beni çok mutlu ediyor. Maria Suphi de tarihin karanlık dehlizlerinden biriydi. Onun başına gelenleri öğrendikçe, ona dair bir roman yazmak ve tarihin bu sır dolu sayfasını aralamak da beni en çok etkileyen araştırmalardandı… Ben iğneyle kuyu kazmayı seviyorum. Bu bir tarz oldu. Şimdi yazmak istediğim birkaç roman daha var ve yazarlığımla ilgili sözü okuyucuya bırakmak istiyorum. Tarihin karanlık bir sayfasını aralamaktan oldukça mutluyum. On yıl emek verdiğim Maria Suphi romanı onun izlerini merak edenlere armağan olsun…


BirGün Gazetesi

Yorumlar kapatıldı.