İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

”Aramızdaki usta çırak ilişkisi en kıymet verdiğim şey”

Müzayede sektörünün ünlü isimlerinden Raffi Portakal ve kızı Maya Portakal Bitargil, Şamdan Plus okurları için bir araya geldi ve baba-kız Babalar Günü’ne özel samimi bir röportaj gerçekleştirdi.

“Sevgili babam Raffi Portakal’a Babalar Günü’ne özel sorularımı yönelteceğim; bu vesileyle de herkesin Babalar Günü’nü kutlarım” diyen Maya Portakal Bitargil ve babasının keyifli sohbetine davetlisiniz…

Babacım sohbetimize özel bir soruyla başlayalım istiyorum; ben doğmadan evvel sen aslında bir oğlun olacağını düşünüyormuşsun, öyle mi?
RAFFİ PORTAKAL
 Bir taraftan doğru, öyle düşünmüştüm ama bir taraftan da oğlum olacağı konusu o kadar da baskın bir his değildi. Senin doğumundan önce yani o yıllarda ultrason yeni çıkmıştı ve annenin hamilelik döneminin kontrolünü yapan Saadet Hanım bize “Dilerseniz çocuğunuzun cinsiyeti öğrenirsiniz, yeni çıktı bu teknoloji ama bunun yarın öbür gün nasıl sonuçlar vereceğini bilmiyoruz. Yani bebeğe, ya da anneye zarar verir mi bilmiyoruz, isterseniz yapmayın” dedi. O da yetmedi bize, Anadolu geleneğinde erkek çocuğun makbul olduğunu, kız çocuğun o kadar makbul olmadığını ve dolayısıyla eğer kız çocuğu olacaksa annenin çevre baskısı bakımından zorlanacağını söyledi. Biz de bizim bu türlü bir sorunumuz olmadığını söyledik. Bir taraftan da bu büyük bir şey değildi benim için, dediğim gibi benim illa erkek çocuğum olsun diye bir isteğim yoktu. Senin doğumuna günler kala ben Erzurum’da askerdeydim ve bir telefon geldi, bana doğumunun iki-üç gün sonra olacağı söylendi. Ve ben de izin aldım, hazırlık yaptım, ona göre gelecektim İstanbul’a. Son gün babam aradı sabahın köründe tabii şaşırdım babam neden arasın diye ama “Oğlum, kızın oldu” dedi. Tabii babam sevinç içinde torunu oldu diye ama ben erken doğum oldu diye inanılmaz korktum ve telaşlandım. Aynı gün apar topar İstanbul’a gittim. Annenin kaldığı odanın önünde beklemiştik seni ve akşamına hemşireler odanın önüne bebekleri getirdiler; dört bebek vardı ama ben aralarından seni hemen seçtim; “Benim kızım bu” dedim.

Peki, babanla aranızdaki baba-oğul ilişkiniz iyiydi, birlikte çalıştınız. Bir yandan benimle de benzer samimiyette bir iletişim sürdürüyorsun, biz de beraber çalışıyoruz. Baba sözcüğünü duyduğunda ne hissediyorsun? Bu kelime sana daha çok babanı mı anımsatıyor yoksa kendi babalığını mı?
R.P. 
Baba sözcüğünü kimin söylediğine bağlı diyebilirim aslında. Çünkü biliyorsun şimdi moda bu, herkes sokakta birbirine “baba” diyor. Bana da belki yaşımdan dolayı, belki de tavrımdan dolayı olabilir bilemiyorum “baba” diye hitap eden çok. Babacan tavrımdan dolayı da olabilir bak. Ama diyorum ki; sakın bana “baba” demeyin. Bana baba kelimesini bir tek sen söyleyebilirsin. Ama tabii sen bana baba derken, ben babamı düşünmüyorum artık. Baba-kız münasebetlerine gelince söylemeliyim ki, bizim babamla olan çatışmalarımızı, birbirimize olan sevgimizi, biz zaman zaman daha şiddetli zaman zaman da daha yumuşak bir şekilde yaşıyoruz seninle. Yani ben bunu bu şekilde yorumluyorum. Karşılıklı kızgınlıklarımızı bir yana bırakıyorum ki, bunun da bir yandan sağlıklı olduğunu biliyorum. Ne sen bana biat ediyorsun, ne de ben sana. Sırf kızım üzülmesin diye inanmadığım bir şeye evet demiyorum. Bu denge çok önemli. Ve bunun ikimiz için de hem bir hayat kaynağı olduğunu hem de halen öğretici olduğunu düşünüyorum. Çünkü en azından meseleleri biraz yüksek sesle dahi olsa tartışabiliyoruz, en azından fikirlerimizi ortaya koyuyoruz. Ortaya koyduğun bir şeyin var olduğunu bilirsin Maya.

Kendi babanla en belirgin benzer özelliğiniz nedir diye sorsam?
R.P. 
Ben babamın ayak izlerini hem takip ettim hem de onun yolundan gittim. Yani bu şu demek oluyor; onun beğendiğim taraflarını örnek aldım ve hep daha iyiye gitmek için çabaladım. Babamın beğenmediğim taraflarını ise göz önüne almamaya gayret ettim. Nitekim bunları prensip olarak hatta 1973-74 yıllarında tek başıma galeriyi açtığım yıllarda dahi şiddetle uyguladım. Benim için hiçbir şey öyle kolay olmadı tabii.

Ama babacım bu soruyu senin adına bana sorsalar, bence babana en benzeyen tarafın, hayat sevincin ve insan sevgin derim. Ki ben dedemi çok erken yaşta kaybettim ama onun sözlerini, hayata bakışını ve yaşama heyecanını sonuna kadar hissettim. Onun iyi yaşama duyduğu coşkusu, yaşama ve yaşatma sevgisi çok taze, hala hafızamda. Bence bu tarafınız birbirinize çok fazla benziyor. Peki babalığın ilk yıllarında baba olma duygusunu içinde tam anlamıyla hissettiğin ilk anı hatırlıyor musun? Bunu sana hissettiren şey neydi?
R.P
 Öncelikle şunu söyleyeyim; ben sürekli eli ve gözü çocuğunun üzerinde bir babaydım, özellikle senin 18, 20 yaşlarına kadar. Ama bir yandan da şunu söylemeliyim, senin doğduğun 80’ler senesinde ben yedi sekiz senedir galeri yönetiyordum. Ve bir yandan da zorlu süreçlerden geçiyorduk. Gece gündüz çalışıyordum ben. Annen bilir, müşteriler gece gündüz çıkmazdı galeriden, evde misafirler olurdu, annen telefonla arardı. Ben de bazen biraz yüksek sesle dahi söylerdim; “İşim bitmek üzere, ben birazdan geleceğim Zuhal’ciğim” diye. Yani senin belki o en keyifli zamanlarını belki de en ağladığın, en içten güldüğün zamanlarını Zuhal’ciğim, yani annen tek başına geçirdi. Bir çocuk yetiştirmenin tüm zorluklarını benden çok daha fazla göğüsledi. Yani itiraf edeyim, ben bir baba olarak o süreçte annene çok fazla yardımcı olamadım. Ama benim sana karşı olan düşkünlüğüm ve sevgimi bilmeyen de yoktu. Hiç unutmam, bunu bir arkadaşımız o zamanlar şöyle ifade etmişti; “Raffi, nasıl seviyorsun sen Maya’yı” demişti. Ben de şaşırmıştım tabii, “Yahu nereden biliyorsun” demiştim, “Gözüküyor her taraftan” demişti. Bu diyaloğumuzu hiç unutmam.

Bu sevgiyi her zaman da hissettirdin baba, çok şanslı evlatlardanım. Hatta meslek hayatımda benim seninle ilgili aklımdan hiç çıkaramadığım bir anım var. Ben dört ya da beş yaşlarındayım, Yıldız Sarayı’nda bir müzayede yapılıyor, ben de annemle beraber galeriye gidip geliyorum. Tabii annem o zamanlar müzayedelerde ekibe yardımcı oluyor. Yani o, işin mutfağında, hatta her yerde ve sen de kürsüdesin. Tabii çocuk gözümle o an her şey bana çok büyük gözüküyor. Ve Yıldız Sarayı’nda asma katlar var, o kadar kalabalık ki, insanlar sarkıyor, ellerde bayraklar var ve bağırıyorlar “Raffi Raffi” diye. Ve bir çocuğun babasını bu şekilde görmesi onun için çok güzel bir duygu. Ben o gün sahnenin ortasına geliyorum, sen de; “Kızım geldi” diye anons ediyorsun, alkışlar falan. Bu benim için seninle ilgili unutulmaz anlardan bir tanesi. Belki de çocukluğumda ekilen o tohumlardan kariyerim bu yönde ilerledi.

R.P. Alkış hayatın önemli bir kamçısı, alkış hayatta bir ayna vazifesi görüyor bence. Tabii haklı alkış özellikle. Bir iş yapıyorsun, bu alkış sadece elle değil, gözle olabilir, beden diliyle olabilir, sözle olabilir. Ben bunun çok değerli olduğunu meslek hayatımın ilk gününden beri bildim ve bunu sürdürmeye çalıştım. Bu sana da geçti sanırım.

Peki, bana “Sana zaafım var” diyorsun ve ben bunu bazen görebiliyorum bazen göremiyorum. Bana olan zaafından dolayı bana istediğinden daha yumuşak ya da daha sert tepki verdiğin oldu mu sence hiç? 
R.P. 
Ben ikimizin de bir eğitim sürecinin içinde olduğumuzu hissediyorum. Belki de iyi bir eğitmen olamadım kızıma karşı, hatta belki kelimesini buradan kaldırıyorum, iyi bir eğitmen değilim. Çünkü başkalarına gösterdiğim tolerans ve anlatım düzenimin tamamen dışında seninle olan ilişkim. Hayatımızın içinde yaşadığımız her şey bir ders oluyor yani. Mesela iyi bir şey yaptığın zaman sevincimi ne kadar alkışlayarak, coşkuyla söylüyorsam, istemeden bile olsa, benim beğenmediğim yahut yolunu engebeli bulduğum bir şeyi yaptığında da üzülüyorum. Bazen sesimi yükseltiyorum belki ama genelde de o yüksek sesi içimde eritiyorum. Bu bir taraftan da bir kendimi eğitme meselesi. Ve sen bazen sesimi yeterince indiremediğim için bu konuda çok başarılı olmadığımı da bana söylüyorsun. Ben senin yanındayken bir müşteri ile görüştüğünde belki de benim oradaki varlığımın güvencesiyle senin konuşma biçiminin daha rahat olduğunu düşünüyorum. Bunların bana verdiği haz var ya Maya, yani senin beden dilinin ve o sıradaki konuşmanın aldığı biçim beni çok mutlu ediyor. Ve genel olarak senin davranış sistemini çok beğeniyorum. Tabii bunu da hep söylemek isterdim sana, bak vesile oldu bu konuşmamız. Düşünüyorum da insanlar için yıllar evvel, bırakın telefonları falan, mektuplar ne kadar önemliydi. Bir baba-oğul, baba-kız yan yana iken yahut farklı odalarda iken birbirlerine mektup yazmazlardı. Tabii şimdi durum bambaşka. Dolayısıyla yeni neslin iletişim anlamında daha sık birbiriyle teması var ve bunun pozitif ve negatif tarafları da olabilir. Ama bana sorarsanız artısı eksisinden daha fazladır. Çünkü bazen birbirini yanlış da anlayabiliyor insanlar.

Ben seninle olan iletişimimizden son derece mutluyum. Ve olabilir, bazen iç sesin ağır basar, bazen de dış sesin. Baba- kız arasında bunlar çok normal. Zaten diğer türlüsü de realiteden çok uzak ve fanus eğitimi gibi olurdu. Dolayısıyla bizim o usta çırak ilişkimiz benim hiçbir şeyle değiştiremeyeceğim, en kıymet verdiğim, bugün daha iyi anladığım bir üslup. Ve bunu ilk kez sesli olarak söylemiyorum babacığım, bunu kalbimde de hissettiğimi biliyor olmalısın. Son olarak, genç babalara buradan bir mesaj vermek ister misin? Hatta damadını da düşünerek belki bir şeyler söylersin?
R.P 
Öncelikle ben damadımı ‘damat’ diye görmedim hiç. Kendisine olan sevgimi ilk günde söyledim kendisine. Bir arkadaş gibi baktım, bir dost gibi düşündüm onu. Benim insanlara karşı genel yaklaşımım şöyle oluyor; ondan bir şey öğrenebilir miyim yahut ona bir şey öğretebilir miyim acaba diye bakıyorum. Ama öğrenme isteğim ve şevkim bazen öğretmekten daha fazla oluyor. Kendimi yenilemek için özellikle her türlü argümanı kullanıyorum, bu da bana keyif veriyor. Genç babalara şunu söyleyeyim; çocuklarını çokça dinleyip, onlarla yeteri kadar zaman geçirmelerini çok isterim. Yani zamanı ıskalamasınlar. Özellikle İbrahim Bitargil, yani eşin, bu zamanı hiç ıskalamadı. Defne Olivia ile ilk günden beri fevkalade bir ilişkisi var. Onunla konuşmasını biliyor, onu anlıyor, ona yol gösteriyor. Yani benim gözlemim o ki, Defne Olivia da babasına tapıyor. Bu hem onlar için hem de benim için müthiş bir mutluluk. Onları izlemek büyük bir keyif. Çünkü bunun ne kadar önemli olduğunu biliyorum.

Doğru, Defne Olivia ve babasının çok güzel bir baba-kız ilişkileri var. İbo’nun babalığı büyüleyici… Kendi babasıyla, yani sevgili merhum kayınpederim İlyas Bey ile özellikle babalık konusunda birçok benzer özellik taşıyor. Bunu gün geçtikçe daha çok görüyorum. Defne Olivia da hem babasının babasına verdiği önemi hem de benim sana olan düşkünlüğümü ve sevgimi her geçen gün daha da fazla görerek, bunu hissederek büyüyor. Babacım iyi ki varsın, seni çok seviyorum.

https://www.samdan.com.tr/roportajlar/2021/06/17/aramizdaki-usta-cirak-iliskisi-en-kiymet-verdigim-sey

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın