İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Anadilinde eğitim pedagojik miymiş!

Arat Dink

Türkiye’de sahip olduğum bir haktan dolayı utandığım ender konulardan biridir. Benim anadilimde eğitim hakkım var ama Kürtlerin yok. Pedagojik değilmiş, ondan.

Dedemiz Siyament, bir Kürtçe destana başladı mı üç gün üç gece söyler, bitiremezmiş. Biz dinleyemedik. Bu civardan bir de Homeros diye birini duymuştum o vakitler, bu tür şeyler yapan. Gözümde büyüdükçe büyürdü, bizden hevesini alınca “Benamıslar!” diye kovalayan dedem Beşiktaş’ta, metruk bir Ermeni okulunu salonunda kalırlardı. Sayısı hiç de az olmayan çocuklarıyla, sayısı hiç de az olmayan torunları bir araya geldi mi arı kovanına dönerdi okulun salonu. Dengbêj denirmiş böylelerine, sonradan öğrenmiştim. Yani ‘kel dedem’ gibi, Homeros gibi olanlara…

                                                                         ***
Şimdi biri çıkmış, “pedagojik değil” demiş anadiliNDE eğitim için. Bahsettiği dil de böyle bir dil. Anadili öğrenimi ile anadilinde eğitimi birbirinden ayırmak şart oldu, malum. Anadilini öğrenmek herkesin hakkıymış da (sağ olsunlar), anadilinde eğitime gelince iş değişiyormuş. ‘Asimilasyon’a dönmüyor herhâlde dilleri.

Söyleyip durdukları nakarat, bir Kürtçe destanın bir hecesine yetmez. Orijinal bir fikir mi, ilk kez mi söyleniyor? Hiç değil. Öyle olsa umursamazsın, herkes her şeyi söyleyebilir, şu köşenin yazarı gibi. Ama daha yeni içinden çıktığı partinin temel yaklaşımı da bu olunca ve kimsecikler bunu kurcalamayınca umursuyorsun. Hele ki bu konu memleketin en ‘can alıcı’ konularından birinde, hiç düşünmeden atılması gereken ilk adımla ilgiliyse… 

CHP’nin ‘22 soru, 22 cevap Kürt sorunu: CHP’nin Türkiye’nin Kürt sorununa bakışı, çözüm çerçevesi’ başlıklı metninde karşımıza çıkmıştı bu yaklaşım. Orada ‘pedagojik değerlendirmeler’e havale edilmişti konu. Sen siyasi parti değil misin? Ne düşünüyorsun söylesene. Tamam, sor pedagoglara, sonra söyle. Bir ara “Kürtçe akademik dil değil” buyurmuşlardı, şimdi de bu…
Sıkışınca bilimi içtimaya çağırmak, egemen sporudur. Ona tarihçiler karar versin, buna pedagoglar karar versin, ben de o zamana kadar siyaset yapayım. Vadeli piyasa, vadeli siyaset… Yine aynı temsil; herkes kavga ediyor ama herkes aynı fikirde bazı konularda, nedense.

Anayasanın 42. maddesinde ilgili bölüm şöyle: “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. (…) Milletlerarası andlaşma hükümleri saklıdır.”

Sondaki o garip cümle bizim için eklenmiş. “Biz” dediğim, gayrimüslimler. Kimilerinin bildiği, kimilerinin bilmediği, genellikle kimsenin bir konu konuşulurken hatırlamadığı üzere, Türkiye’de gayrimüslimlerin anadilinde eğitim hakları tanınmıştır ve yüz yıldır bu haklarını kullanıyorlar. Türkiye’nin her yerine gidip, doktorluk, öğretmenlik yapabiliyorlar. Üstelik, Kılıçdaroğlu’nun bir toplantıda önerip sonra reddettiği gibi, ilk birkaç sınıfta da değil, anasınıfından lise sona kadar anadilinde eğitim görüyoruz. Gel gör ki, bu hakkımız bir “milletlerarası andlaşma” (Lozan) sayesinde anayasal istisna olarak var. Yani başka bir ‘millet’, benim bu hakkımın teslim edilmesini sağlamış. Şu memleketteki eğreti hâlimizi varın siz düşünün. Ne dersiniz, “üzümü ye, bağını sorma” mı?

Türkiye’de sahip olduğum bir haktan dolayı utandığım ender konulardan biridir. Benim anadilimde eğitim hakkım var ama Kürtlerin yok. Pedagojik değilmiş, ondan. Bir gün bir kişi çıkıp da bizim çocukların pedagojisiyle ilgilenmedi. Hani pedagojik değil ya, alındık doğrusu. Gayrimüslimler için olan hak, neden başka halklar için yoktur? ‘Azınlık statüsü’ falan gibi, bir dolu laf duyarsınız. Gerçek sebep, buz gibi asimilasyondur.

Asıl sebep teknik bir konuymuş gibi, size Avrupa’dan üç tane olumsuz örnek gösterecekler, olumlu örnekleri saklayarak. Size üç tane pedagogun fikrini anlatacaklar, diğerlerinden söz etmeden. İnanmayın. Şark’ı Garp’a soğutan bu hâllerden bıkmadılar. Bilge halkları bilime küstürecek yarı bilmişlikleri. Bir kesimin elde elek medeniyet temsilciliğinin çok payı vardır bu topraklardaki yabancı düşmanlığında. Bilmem, Saadet Partisi Diyarbakır İl Başkanı’nın açıklamasını duyunca utanmış olan var mıdır bu konudaki sessizliğinden.

Elbette CHP’de birçok demokrat ismin mücadele verdiğini biliyoruz. Ancak berikini sollamak için, geçici olarak sol şeride çıkmış, yolu tıkayan ve epey vakit çalan bir ağır vasıtadan öte anlam ifade etmedi henüz bu parti.

                                                                                 ***
Kürtçe bilmek hepimizin hakkıdır. Bu sistem bu hakkı elimizden aldı. Mesela bir mantık problemini Kürtçe çözebilmek isterdim. Maddenin küçük parçalarını bir arada tutan bağların Kürtçesini bilmek istemez miydiniz? Belki gönüllü bağların sağlamlığını, zorunlu bağların kısa ömrünü içselleştirmemize yardımcı olacak anlam çiçekleri açardı önümüzde. Kelimelerin topraktan aldığı, göğe verdiği çağrışımlarda neler saklıdır kim bilir. Her dil bir ses ve anlam evrenidir. Özgün yolculuklar barındıran birer evrendir her bir dil. Einstein’ın göremediğini ileride bir Kürt kızının görmesini sağlayacak, fırsatlar ve olasılıklar evrenidir.

Geçmişimizi çalan elinizi gelecekten çekin. O gelecek o kadar zor olacak ki, hayatta kalmak için her anlama, her çağrışıma ihtiyacımız olacak. Kürtçeye de, Ermeniceye de, Lazcaya da ihtiyacı olacak insanlığın. Öyle otursun, şiirini okusun, şarkısını söylesin, ticaretini yapsın. Yüksek müsaadenize değil. Tam da bu dillerde üretilen bilime ihtiyacı var insanlığın. İnsanlığın ihtiyaçları sığmaz tek dile. Düşleri hiç sığmaz.

                                                                                 ***
Seslere efendilik taslayanlar uğraşsın dursun, oysa ancak emekçisi olunabilir seslerin. Hasan Saltıkburalarda KALAN sesleri toplamaya koyuldu. Buralarda yani, Rumeli’de, Balkanlar’da, Anadolu’da, Kafkaslarda, Ortadoğu’da, elinin kolunun ulaşabildiği başka yerlerde de. Eli kolu da her yere yetişiyordu. Topluyordu ama öyle kelebek ölülerini vitrine koymak, ciltlere hapsetmek gibi değildi yaptığı. Müzelik işler yapmadı, yeniden dolaşıma soktu, yeniden işlevlendirdi, yaşama kattı. Kanlı canlı… Muhtelif formlarda, muhtelif anlamlarda… Farkındaydı da yaptıklarının; çocuğuyla gurur duyan çocuksu bir babanın nemli ışıkları vardı gözlerinde. İlm-i devriyenin, şiir gibi formüllerindendir emeği. Dönüp duran şu kara uzunçalarda, bir yaşam önerisidir yaşamı. Agos’un da, Hrant Dink Vakfı’nın da mutfağında ve biliyoruz ki daha nice mutfakta da çoktur emeği. Ne yazsak ardından, toprağına konmuş bir çiçek ölüsünden öte gitmez. Yazı kuru bir aracı madem sesin, geçici limanı… Birikimimizin aslı seslidir. Sayesinde sesler daha az eksik olacak. Devri daim olsun.

İlk yorum yapan siz olun

Bir Cevap Yazın