İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dile ilişkin insan hakkı ya da insanlığa karşı suç*

Anadilinin yüreklendirilmesi, yalnızca çocuğun dilini değil, topluluk içindeki kimliğini/kişiliğini de geliştirir (çocuğun dilinin reddi, kendisinin de reddidir).

Halûk Sunat**

“Kürtçe anadilinde eğitim pedagojik değildir” diyenlere…

Genişçe bir çadırdayız. Eşine, benzerine rastlanması pek de mümkün olmayan, kaynağını yasaların anasından alan türlü-çeşitli ‘numara’nın sergilendiği, geniş, büyükçe bir çadır. 21. yüzyıldan uzanıp çadırın kapısını araladığınızda ancak, tanık oluyorsunuz, telde gezenlere, ateş yutanlara, sihirbazlara, hokkabazlara, eli çabuklara. Çok değişik, pek hareketli, epey heyecanlı.

Yıllardır yaşarım bu çadırda. Hastasıyımdır bütün bu numaraların. Ama mesela, son anayasamızda 66 ile taçlandırdığımız bir numaramız var ki, ben en çok ondaki sihre, maharete hayranımdır: “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür”. Bu, altmış altının numarası odur ki, ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ bile değil, ‘Türk Devleti’ne, herhangi bir kimse (o kimse, Rum, Ermeni, yahut, Yahudi, Kürt, vs. olsun, fark etmez) ‘vatandaşlık’ denilen o sihirli bağ ile bağlanır bağlanmaz Türk oluvermektedir. Bazı örneklerinde, üstüne atılan örtü çekildiğinde, fırfır burunlu-ponpon kuyruklu tavşana dönen genç güzel kız numarası olarak sergilense de, bizde andığım hâli ile muteberdir. Her ne kadar, basit, kaba bir numara gibi görünse de, enine-boyuna ele alındığında görülür ki, muhteşem bir gizemi vardır.

Ben, bizi 66’nın da erdemli gizemine taşıyan 42’den söz etmek niyetindeyim, asıl: “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tâbi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası antlaşma hükümleri saklıdır.”

Maarifin ve askeriyenin tedrisat tezgâhından geçmiş, her halükârda iyi aile çocukları olarak yetişmiş, ta 1925 tarihli ‘Şark Islahat Planı’yla başlayıp 12 Eylül darbesinin 1983/2932 tarih ve sayılı yasası ile iyiden iyiye katmerlendirilmiş ‘Kürtçe kullanma yasağı’nı farkında bile olmadan kabullenmiş çadır ahalisi için, 42, numara bile değildir. Sihir, ardındaki tarihten menkuldür. ‘Ne versen, gider,’ sihri ile 42’nin eşiğine dayananlar için, maddenin girizgâhındaki, “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz”ın yasa yapıcı tarafından fütursuzca dile getirilmişliği bile fuzulidir. O, oralı olmasa da, arkasından incisi dökülür: “Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir”. İşte, o düzenlemenin iradesi, ‘Türkçeden başka hiçbir dil…’ kükremesidir ve, ‘Milletlerarası antlaşma hükümleri ile kayırılan –maalesef!- ‘yerli yabancı gayrımüslimler’ ve ecnebinin diline meftun ‘Beyaz Türkler’ için tahsis edilecek imkânlar bir yana konulduğunda, muhatap, Kürtler ve Kürtçedir. Herkesin zaten Türk olduğu bir yerde –istisnaların kaideyi bozmasına izin verilmeyecekse- eğitim dilinin anadilimiz Türkçeden başka bir anadilinde olmasını istemek de elbet abestir. Hele hele, 42, 66’ya bağlanırken, ikisinin elele, ‘değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif (dahi!) edilemeyecek’ hükümlerden ‘Atatürk milliyetçiliği’ne ulanacak olmaları, apayrı bir şıklık vesilesidir. Kaldı ki, tümünün üstüne atılacak örtü, ‘milleti ile bölünmez devlet’ olma vasfı değil midir!

Peki; 42’ye kem gözle bakanlara ‘iç barışın tehdidi’ olarak bakan, başka anadillerine itibarla kurulacak eğitimin, ‘ortak dili bozup tahrip edeceği’ inancı ile ‘bu konuda görüşmem bile,’ diye hiddetlenen başbakanın ve meseleye başbakan gibi bakan ötekilerinin bulunduğu [yıl, 2010’dur] çadırdan başımızı az çıkaralım, bütün numaralarımızı değil, sadece 42’de zikredilenleri, bir de ‘çadır dışı’ âlemde yoklayalım.

‘İkidilli Çocukların Anadili Eğitim Açısından Neden Önemlidir?’ başlıklı makalesinde, Toronto Üniversitesi’nden Prof. Jim Cummins, küreselleşme olgusundan kalkarak, okullarda, farklı dil, kültür, ırk ve dinleri ile çoğunluğun içine düşen çocuklar gerçekliğini el alır. Verili duruma üç tepki türü söz konusudur: a. Faşist tepki: Ulusal kabul edilen değerler ortamına katışanları ve kattıklarını reddedici, ırkçı tavır (kaba reddecilikten, tecrit edici alanlara –okullara- mahkûm etmeye); b. Sorun çözücü tepki: Farklı olanların ve farklılıklarının okula ve topluma yedirilmesini (‘integration/ ‘assimilation’), ‘sorun’ olarak tanımlanan şeyin hallini öngören tutum.

‘a’ ve ‘b’ yordamını izleyenlerin, kendi meşrepleri dahilinde de olsa, nihayetinde, farklı kültürel grupların (toplumun kuytularına çekilerek ya da kendi anadillerinden, kültürlerinden uzaklaşarak) görülmez ve işitilmez olmalarını dayattıkları açıktır, Cummins’e göre. Özellikle de okul çocuklarına yönelik bu dayatmanın, çocuklar ve aileleri ve çocukların büyükleri ile ilişkileri açısından bir ‘yıkım’ ve aynı zamanda uygun eğitim koşullarının sağlanması gereği bağlamında çocuk hakkına yönelik bir ‘şiddet’ olduğunu saptamak da kaçınılmazdır. Dilsel Çeşitlilik, Dile İlişkin İnsan Hakkı ve Kendi Anadili Temelli Çokdilli Eğitim –veya, Dilsel Soykırım, İnsanlığa Karşı Suç ve Gezegenimizin ve Yaşama Zenginliklerinin Hızlı Tahribi başlıklı yazısında, Tove Skutnabb-Kangas ise (ilgili meselede Birleşmiş Milletler Forumu’na katkı sunanlarla fikir birliği içinde) şunu vurgular: Çoğunluğun belirleyici tercihleri ile anadillerinde eğitimden yoksun bırakılan çocukların mağduriyeti –toplumbilimsel ve eğitsel ölçülerden kalkılarak-, ‘Soykırım Suçunun Cezalandırılması ve Önlenmesine İlişkin Birleşmiş Milletler Uluslararası Sözleşmesi’nin (E793, 1948) beş hükmünden ikisini karşılar: ‘Bir grubun çocuklarını zorla öteki gruba dahil etmek’ ve ‘bir grubun üyelerine bedensel ve zihinsel olarak (vurgu, Skutnabb’ın) ciddi zarar vermek’.

Bu değinilerden kalkarak, ‘E ama onlar azınlık konumunda olanlar için, burada 20 milyon insandan söz ediyoruz,’ diye diklenenler çıkabilir. Ben de onlara, onların, 21. yüzyıl sorunlarına (demokratik, özgürlükçü, bilimsel serinkanlılıkla) bakanların ‘azınlık’ için dertlenmelerinden dahi ibret almamaya yatkın numaralarının –ancak- çadır gösterilerine dahil olabileceğini belirtmekle yetinirim.

Evet; bu yazı içinde adı geçen (ve geçemeyen) aklı selim sahibi medeni insanların (yılların bilimsel çalışma, gözlem ve verilerinden kalkarak) önerdikleri üçüncü yol ve yönlendirici vurguları ise şöyle:

  1. ‘Dile İlişkin İnsan Hakkı’ ile de uyumlu olarak, anılan durumlarda, en önemli ölçü, söz konusu çocukların, devlet okullarında (parasız), kendi anadillerinde ilkokul eğitimi (en az 6, tercihen 8 yıl olmak üzere) almalarıdır; 2. Okulun başlangıç yıllarında çocuklar anadilleri açısından kırılgandır; anadillerini kolaylıkla yitirebilirler; 3. Temel eğitim anadilinde verilirken, ayrı bir ders olarak ‘resmi’ dil, yeterli uzmanlığı olan ikidilli bir öğretmen tarafından öğretilmelidir (ana dilinin yerine değil, ikinci dil olarak); 4. İkidillik, çocukların dilsel gelişimi ve eğitimleri açısından zenginleştirici bir imkândır; 5. Çocukların anadillerindeki gelişim düzeyi, ikinci bir dilin gelişiminin de temel belirleyenidir (Goethe şöyle der: “Yalnızca bir dil bilen aslında o dili de bilmiyordur”); 6. Anadilinin yüreklendirilmesi, yalnızca çocuğun dilini değil, topluluk içindeki kimliğini/kişiliğini de geliştirir (çocuğun dilinin reddi, kendisinin de reddidir); 7. Kendi anadilinde eğitime tanınan önem ve ağırlık, çocukların daha sonra resmi dilde (ya da bir başka dilde) alacakları akademik eğitimdeki gelişmelerini ketlemez, destekler; 8. Anadilinde temel eğitim ve çokdillilik, çocukların bilişsel yetilerini ve yaratıcı kimliklerini geliştirir; 9. Anadilinde temel eğitim hakkının tanınması ile edinilecek kazançlar, yalnızca o anadilinin sahipleri açısından değil, toplumun geneli açısından da (manevi duruş, toplumsal barış ve iktisadi bakımlardan) bir kazançtır. (Grin, söz konusu duyarlığa ilişkin yatırımın, aksi durumun yol açabileceği siyasi çalkantılara yönelik güvenlik kaygılı harcamalardan daha masraflı olmadığını anar –ki, çadırımızda özellikle, reddedilemeyecek bir gerçekliktir); 10. Farklılıklara yaşam alanı açan dilsel zenginlik kültürü, aynı zamanda, canlı çevre ve genel kültürel açıdan, gezegenimizle kurduğumuz ilişkinin de zenginleştiricisidir (dağın, derenin, tepenin adını değiştiren çadır numaraları bu bağlamda değerlendirilmelidir).

Nihayetinde; çadır içinde kalmaya ve bildik numaralarla ömür tüketmeye, yıllara yayılmış yüzlerce bilimsel araştırmanın sonuçlarına burun kıvırmaya meyyal ahaliyi, İspanya, Belçika, Galler gibi örneklere hiç değil, Etiyopya, Burkina Faso, Peru, Bolivya, Vietnam, Hindistan, Irak Kürdistanı, Papua Yeni Gine, Eritre, Nijerya, Guatemala, Mali, vs’de olan bitene kulak kabartmaya davet etmekle yetinmek isterim.

  • İlk kez, 8 Ekim 2010’da Radikal/ ‘Yorum’ sayfasında yayımlanmış ve anadillerinde savunma ve eğitim hakkı talebiyle ölüme yatanlara ithaf edilmişti.

**Psikiyatr/psikanalist


Gazete Duvar

Yorumlar kapatıldı.